23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin düzenlediği konferanslar dizisinin ilki 21. Yüzyılın Başında İnsan Haklarını Korumada Karşılaşılan Sorunlar başlığı altında, 1011 Aralık 2007 günlerinde, İstanbul Valiliği İl İnsan Hakları Kurulu ve Maltepe Kaymakamlığı İlçe İnsan Hakları Kurulu’yla birlikte yapılmıştı. Bu konferansın bildirileri kitaplaştırılarak geçtiğimiz aylarda yayımlandı. ? Özge Yücel DERİCİLER itapta, yirmi birinci yüzyılda insan haklarını korumada karşılaşılan sorunlar dört ana başlık altında toplanmış bulunuyor: yoksulluk sorunu, bilgisizlik ve görünümleri, terör ve görünümleri ve kitle iletişim araçlarının insan hakları ihlallerindeki rolü. Açılış konuşmalarında eski Maltepe Üniversitesi Rektörü Aytekin Berkman (ss. 37) ile Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü İoanna Kuçuradi’nin (ss. 927) ortaklaşa üzerinde durdukları konu, yoksulluğun, savaşların, ayırımcılığın devam ettiği bir dünyada, özgürlükten ve adaletten söz etmenin de mümkün olamayacağı. Kuçuradi, insanlığın “korku ve yoksulluktan kurtulmuş” bir dünya yaratmak için her zamankinden çok olanağa sahip olduğunu ancak yirmi birinci yüzyılda yoksulluk, ırkçılık ve terorizmin tüm dünyaya egemen olduğunu belirterek başladığı konuşmasında, serbest pazar ekonomisinin küresel düzeyde dayatılmasının insan hakları alanında yarattığı çeşitli sorunlara dikkat çekiliyor. Bu çerçevede mevcut kalkınmacı politikaları ve özgürlüklerin sadece ekonomik serbestlik bağlamında ele alınmasını eleştiren Kuçuradi, insan hakları kavramını nasıl içeriklendirmemiz gerektiğine ilişkin önemli tespitlerde bulunuyor. Yoksulluk, piyasa sistemi ve insan hakları arasındaki ilişkileri ele aldığı “İnsan Haklarına Yönelik Bir Tehdit Olarak Yoksulluk” (ss. 3145) başlıklı bildirisinde Hüseyin Özel, yoksulluk ve yoksunluğun insanın olanaklarını gerçekleştirmesini nasıl engellediğini göstermeyi amaçlıyor. Geçtiğimiz yüzyılda yoksullukla mücadelede iki farklı dönem yaşanmıştır: İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan refah politikaları dönemi ve 80’li yıllardan itibaren yürürlüğe sokulan neoliberal politikalar dönemi. Yazar, bu dönemlerden ilkinde yoksulluğun daha ziyade gelir düzeyiyle ilişkilendirildiğine, neoliberal politikalar döneminde ise ekonomik boyutun yanı sıra sosyal ve kültürel sorunlarla da ilişki kurulduğuna ancak yoksulluğun bir insan hakkı ihlali olduğunun görmezden gelindiğine dikkat çekiyor. Zira bu dönemin anahtar kavramlarından biri haline gelen yönetişim, devletin esas işlevini piyasa ile sivil toplum kuruluşları arasında koordinasyon sağlamaya indirgemekte; ekonomik olduğu kadar sosyal, kültürel ve ahlaki bir sorun olarak da görülen yoksulluğun ise esas olarak Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu gibi uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarının birlikte çalışması ile üstesinden gelinmesi gereken bir olgu olduğu kabul edilmektedir. KÜRESEL ADALETSİZLİĞİ KÜRESEL POLİTİKALAR YENER Meryem Koray “Büyüyen Yoksulluk ve SAYFA 14 ? 16 ŞUBAT Yoksulluk, bilgisizlik, terör ve kitle iletişim araçlarının rolü Yirmi birinci yüzyılın başında insan haklarına ilişkin tehditler Yoksunluk Sorunu Karşısında İnsan Hakları Tartışmaları”nda (ss. 4788) öncelikle, yoksulluk ve yoksunluğun bir insan hakkı ihlali olduğunu hatırlatıyor. Koray, yoksulluğun sadece gelir ve mal yoksulluğu olarak tanımlanmaktan çıkıp, bireyin kendi hayatını kurma kapasitesinden –yani yapabilirliklerden– yoksun olması olarak anlaşılmaya başlanmasıyla yoksullukla mücadele için geliştirilen politikaların da şekil değiştirdiğini –ve bu çerçevede Amartya Sen’in yapabilirlikler yaklaşımının sağladığı açılımları– ortaya koyuyor. Koray’ın asıl odak noktası ise uluslararası düzeyde yoksullukla mücadele etmenin gerekliliği. Her ne kadar BM ile uluslararası finans kuruluşlarının yoksulluğa ilişkin yaklaşımları farklı olsa da BM’nin, sorunu nihai olarak ulus devletlerin inisiyatifine bırakan yaklaşımını da eleştiren yazar, küresel adaletsizlikle ancak küresel ölçekli politikalarla mücadele edilebileceğini belirtiyor. Avukat Vildan Yirmibeşoğlu “Kadınlara Yansıyan Yoksulluk ve Temsil Sorunu” (ss. 89102) başlıklı bildirisinde, özellikle Güneydoğu’da gönüllü kadın danışmanlığı yaptığı yıllardaki çalışma ve gözlemlerinden yola çıkarak çeşitli veriler sunuyor. Bölgede yaşayan kadınların ve kız çocuklarının, bir yandan yoksulluk, diğer yandan da namusa ilişkin kültürel yargılar tarafından kıskaca alınmış hayatlarını, temel hakların çoğundan yoksun bir şekilde sürdürdüklerini, birçoğunun da değer yargılarına kurban verilerek öldürüldüğünü belirten Yirmibeşoğlu, hem yoksullukla hem de kültüre sinmiş olan ayırımcılıkla mücadele etmenin önemini vurguluyor. Betül Çotuksöken “İnsan Hakları İhlallerine Yol Açan Retorikler: Demokrasiİnsan Hakları İkilemi” (ss. 105110) başlıklı bildirisinde, Seyla Benhabib tarafından yayına hazırlanan Demokrasi ve Farklılık, Siyasal Düzenin Sınırlarının Tartışmaya Açılması adlı çalışmada dile getirilen görüşlerden hareketle, demokrasi ve insan hakları ilişkisinin kimi açmazlarına işaret ediyor. Çotuksöken öncelikle, farklı ülke deneyimlerinin farklı demokrasi kavrayışlarının şekillenmesine yol açtığını, bunun ise insan haklarıyla kimi zaman çelişençatışan demokrasilerden söz etmeyi mümkün kıldığını belirtiyor. Konuyu bu denli ön plana çıkaran ise kültürel, yerel öğelerin, farklılıkların tanınmasına ilişkin istemlerdir. Bu noktada Çotuksöken şu sorunun cevabını arıyor: “Bir olgu olarak önümüzde duran farklılık/ çeşitlilik, etik normlar olarak kendini gösteren insan haklarıyla nasıl bağdaşacaktır? Tüm gücünü özcülükten, hatta… grup özcülüğünden alan kimi farklılıklar, örneğin ussal olarak gerekçelendirilemeyen, özellikle psikolojik yönü ağır basan inançlara dayalı farklılık ya da bir ölçüde tartışmacı, çokça da çekişmeli görünümü içinde kamusal/hukuksal alanda kendine özcü bir yer edindiği takdirde durumu ne olacaktır?” (s. 107108). İbrahim Ö. Kaboğlu “İnsan Hakları ve Güvenlik İlişkisi Üzerine” (ss. 111122) başlıklı bildirisinde öncelikle bu iki kavramın çok yönlü bir ilişki içinde olduğunu belirtiyor; ardından, kamu düzeninin bir 2012 K İoanna Kuçuradi’nin yayıma hazırladığı 21. Yüzyılın Başında İnsan Haklarını Korumada Karşılaşılan Sorunlar, sadece insan hakları alanında çalışan akademisyenlere ve uzmanlara değil, konuya ilgi duyan ve insan haklarının farklı disiplinlerle nasıl ilişkilendirildiğini görmek isteyen tüm okuyuculara hitap ediyor. Tartışmalar, aynı zamanda, insanla ilgili her konunun, insan haklarıyla doğrudan ilgili olduğunu açıkça gösteriyor. unsuru olarak güvenlik, devletin varlık nedeni olarak güvenlik, insan hakları kavramının geçirdiği değişim sürecinde güvenlik ve son olarak da düşünce özgürlüğü ile ilişkili olarak güvenlik kavramı üzerinde duruyor. Bu çerçeveden hareketle, bir yandan güvenliğin hak ve özgürlüklerin kullanılabileceği bir ortam yaratmaya hizmet ettiğine, diğer yandan ise hak ve özgürlüklerin güvenlik gerekçesiyle sınırlandırılabildiğine dikkat çeken Kaboğlu, bu ilişkinin dengelenmesi için bazı öneriler getiriyor. Öncelikle, güvenlik kavramının öğelerinin dikkate alınması ve farklı güvenlik konularının birbirinden ayrılması gerekmektedir (örneğin kişi güvenliği ile çevresel güvenlik farkı). Ona göre ikinci olarak, her durumda ölçülülük ilkesinin gözetilmesi; üçüncü olarak ise, maddi ve kamusal öğelerde somutlaşan güvenlik kavramının, fikri bir alan olan düşünce özgürlüğü konusunda bir ölçüt olarak kullanılmaması gerekmektedir. KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ YÖNLENDİRİCİLİĞİ Fazıl Sağlam “Hukuk Devleti ve Terör” (ss. 125138) başlıklı bildirisinde, terörü önleyecek ve özgürlüğü –ve böylece hukuk devleti ilkesini– güvence altına alacak anayasal düzenlemelerin nasıl yapılması gerektiği meselesini, Alman Federal Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarından örnekler vererek tartışıyor. Sağlam, özgürlüklerin sınırsız olmadığını ve nesnel içeriklerine uygun olarak kullanılması gerektiğini, bununla bağdaşmayan boyutların sınırlanabileceğini belirtiyor. Teröre karşı güvenliğin sağlanması boyutuyla meseleye bakıldığında ise konunun çok boyutlu ol duğunun, farklı uzmanlık alanlarına ilişkin bilgiyi gerekli kıldığının, bunun da nihai olarak bağımsız ve güvenceli bir yargı yoluyla mümkün olabileceğinin altını çiziyor. Cemal Güzel “Canlı Bombalar” (ss. 139145) başlıklı bildirisinde, yeni olmayan fakat son yıllarda gittikçe daha sık başvurulan bir yol olarak canlı bomba eylemlerini ele almakta ve terörün bu değişen biçimleri ile devletlerin terörle mücadele yöntemleri arasında bağ kurmakta. Güzel, teröre karşı savaşın kendisinin terör yaratmaması için, terörle mücadelenin insan hakları, hukukun üstünlüğü ve uluslararası hukuka saygı temelinde yapılmasının şart olduğunu belirtiyor. Sevda Alankuş “Yeni Habercilik Arayışları ve Hak Odaklı Habercilik” (ss. 149167) başlıklı bildirisinde “etik ve politik olarak sorumlu gazetecilik” için hak odaklı haberciliğin gerekli olduğu savından hareket ederek bunun nasıl yapılabileceğini tartışmaya açıyor. Etik habercilikle, profesyonel meslek kodlarına uymanın ötesinde bir habercilik, politik habercilikle ise “politik sorumluluk” taşıyan, “politik olarak doğru” habercilik anlayışı kastedilmektedir. Zira, profesyonel kodlara uygun davranıldığında bile hak ihlaline yol açan haberler yapılabilmektedir. Alankuş, hak odaklı haberciliğin dörtlü bir anlamı olduğunu belirtiyor: hak ihlallerini haber yapmak, ihlalleri takip eden bir habercilik, bütün haberleri ötekiler lehine odaklı kılmak ve haber yaparken hak ihlali yapmamak, haklar konusunda bilgilendirici ve hakların kullanımı konusunda cesaretlendirici haber yapmak. Konferansta sunulan bildirilerin ve dolayısıyla kitabın da son yazısı olan “Kitle İletişim Araçları ve İnsan Hakları” (ss. 169177) başlıklı bildirisinde Korkmaz Alemdar, kitle iletişim araçlarının insanları bilgilendirmekten ziyade yönlendirmede oynadığı rol üzerinde duruyor. Kitle iletişim araçlarının her zaman ve her toplumda devlet ve sermaye tarafından denetlendiğini belirten Alemdar, buna karşın Batılı ülkelerde kitle iletişim araçlarının daha demokratik çalışabildiğini, ancak diğer ülkelerin bu süreci gelişmiş ülkeler kadar iyi yönetemediğini belirterek, bu ülkeleri bekleyen tehlikelere dikkat çekiyor. 21. Yüzyılın Başında İnsan Haklarını Korumada Karşılaşılan Sorunlar, sadece insan hakları alanında çalışan akademisyenlere ve uzmanlara değil, konuya ilgi duyan ve insan haklarının farklı disiplinlerle nasıl ilişkilendirildiğini görmek isteyen tüm okuyuculara hitap ediyor. Tartışmalar, aynı zamanda, insanla ilgili her konunun, insan haklarıyla doğrudan ilgili olduğunu açıkça gösteriyor. 21. Yüzyılın Başında İnsan Haklarını Korumada Karşılaşılan Sorunlar/ Yayıma Hazırlayan: İoanna Kuçuradi/ TC Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Yayınları No: 47/ 184 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1148
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle