Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Giovanni Scognamillo’nun Gözüyle Yeşilçam’ Yeşilçam’a dair yazılarından bir bölümünü bir kitapta toplayan Giovanni Scognamillo için bu yazılar “Türk Sinema tarihine bir ek” gibi. Yaklaşık 60 kitaba imza atan yazarın tezgâhında hâlâ bekleyen iki kitap daha var. güne derlediği sinema anılarının da 73. sayfasında henüz. “İlk izlediğim iki filmi hatırlıyorum. İkisi de korku filmiydi. Biri King Kong’tu. Annemle eski İpek Sineması’nın locasında seyrettim. Filmin sonunda hüngür hüngür ağladım çünkü o dev maymunu çok sevmiştim. Ölmesi beni darmadağın etmişti. İkincisi de Kayıp Ruhlar Adası. Elhamra Sineması’nda izlemiştim. Son sahnelerden biriydi. Doktor Monroe’nun yarattığı yarı insan yarı hayvan canavar doktora saldırıp paramparça ediyordu. Bir feryat attım ve kaçtım. Sinemanın içinde yetiştiğim için mikrobu çok genç yaşta kaptım. Ve hayatım boyunca devam etti.” BEYOĞLU SİNEMALARI Kitaba girmesi kaçınılmaz olan bir önemli yazı daha var ki son zamanların gündem konusu. Milliyet Sanat’ta Ocak 1979’da kaleme aldığı “Beyoğlu Sinemaları” yazısı. “Bugüne kadar tüm hayatımı Beyoğlu’nda geçirdim diyebilirim, önemli bir kısmını da Beyoğlu Sinemaları’nda” diyor Scognomillo. Yazısında sayıyor tek tek sinemaları: Santral, Elhamra, Melek, Lüks, Alkazar... Emek bu saydıkları arasında yeni kalıyor o döneme göre. Tünel’den başlayıp Taksim’e doğru başlıyor sağlı sollu sinemaları anlatmaya. “Her birinin bir kişiliği vardı sanki. İç dizaynı, ilk açıldıklarında ona göre şekilleniyordu. Alkazar mesela benim çocukluğumda çok güzel bir salondu. Bütün duvarları melek resimleriyle süslenmişti. Güzel kartonpiyerleri vardı. Balkondaki localarda oturduğunuzda perdeyi göremiyordunuz, ayakta seyretmeniz gerekiyordu filmi. Kendi müşterisini oluşturmuştu sinemalar. Rüya, savaş dönemi Alman filmleri, Saray Avrupa ya da Fransız, Alkazar kışın 2 film birden yazın 3 film birden gösterirdi. Düşünmeden ‘bugün Alkazar’a gideyim kendime göre bir film bulurum’ diyebilirdiniz.” Beyoğlu’ndaki sinemaların kaderinden söz ederken Emek’e geliyor laf. Ama o sözü Emek’ten de öncesine götürüyor: “Şayet sorun tarihsel bir sinemayı korumak ve yaşatmak ise Emek’ten çok daha önemli bir sinema gitti. Saray Sineması. Ve onun gitmesiyle ilgili sadece Atilla Dorsay bir yazı yazdı hatırladığım kadarıyla. Saray Sineması hem sinema olarak hem de gösteri sahnesi olarak çok önemliydi. Yerli yabancı çok sanatçı konser vermiştir. Saray gitti yanındaki Lüks de gitti. İstiklal Caddesi’nde kaç sinema kaldı ki? Atlas da direniyor. Benim anlamadığım bir şey var. Saray Sineması’nın yerinde şimdi bir alışveriş merkezi var. Bu kadar alışveriş merkezi yeterli olmuyor mu da her köşe başında yapılıyor. Belki sandığımızdan da zengin bir millletiz biz. Beyoğlu artık benim bildiğim, sevdiğim, yaşadığım Beyoğlu da değil. Günün 24 saati tıklım tıklım dolu. Ben yürüyemem zaten o kalabalıkta.” Son zamanlarda pek gidemese de üniversitede “Türk Sinema Tarihi” dersleri veriyor Scognamillo. Arada öğrencileri evde ziyaret ediyor onu. “Her dönem başında soruyorum, ‘Türk sinemasında neyi anlatmamı istiyorsunuz? Ya da neyi izlemek istiyorsunuz? Yeşilçam mı yoksa çağdaş Türk sineması mı?’ Çoğunluk Yeşilçam diyor. Neden? Çünkü o filmlerde duygu vardı da ondan. Şimdi hiçbir şeyde duygu yok ki. Herkes duygudan, sevgiden söz ediyor. Ne biri var ne öbürü.” ? Giovanni Scognamillo’nun gözüyle Yeşilçam/ Hazırlayan: Barış Saydam/ Küre Yayınları/ 376 s. ? ‘Orta yoldan giden eleştiri kimseye yaramaz’ ? Ayşegül ÖZBEK akın dostları ona “Gio” diyor. 1948’de bir İtalyan sinema dergisine eleştiri yazmaya başladığında henüz 19 yaşındaydı. “O gün bu gündür de yazıyorum” diyor sinema yazarı ve tarihçisi Giovanni Scognamillo. Bugüne kadar 58 kitaba imza attı. Bunlara geçen ay bir yenisi daha eklendi: “Giovanni Scognamillo’nun gözüyle Yeşilçam.” “Önümüzdeki yıl da sinema anılarımı bitirmeliyim. Ondan sonra da Türk sinemasının ekonomik tarihine geçeceğim. Tezgâhta bunlar var şimdilik” diyor. Yani Gio, tam gaz devam ediyor! Barış Saydam’ın yayına hazırladığı “Giovanni Scognamillo’nun gözüyle Yeşilçam” yazarın 1961’den 1977’ye kadar olan yaklaşık 50 eleştiri yazısını, makaleleri ve yakın geçmişte kendisiyle yapılan röportajlarını içeriyor. Yaptığı her işte olduğu gibi yazılarıyla ilgili de alçakgönüllülüğü elden bırakmıyor Scognamillo. “Yazılarımın bir kısmını kitaplaştırmayı düşünüyordum ama karar veremiyordum. Eski yazılar bunlar, ‘kim okur?’ diyordum. Bana sorarsan hepsi kötü (gülüyor). Ben kendi yazılarımı seçemem. Bütün kupür dosyalarını Barış’a verdim. Büyük bir sabırla Türk sinemasıyla ilgili olan yazıları okuyup ayırdı.” Giovanni Scognamillo’nun gözüyle Yeşilçam, günümüzün sinema eleştirmenleri için geçmişe yönelik önemli bir kaynak niteliğinde. Bir bakıma 1960, 70’lerdeki eleştiri ve yazılarla şimdiki yazılar arasındaki farkı ortaya koyuyor. Tarihi önemi olan eleştiri örneklerini seçtik özellikle. “Yılanların Öcü”, “Gurbet Kuşları”, “Vurun Kahpeye” gibi. Özellikle ‘vurucu eleştiri’yi göstermek adına seçilmiş yazılar. Bugünle SAYFA 4 ? 12 OCAK Y geçmişteki eleştiri tarzı arasında bir karşılaştırma yapmak istedim. Bizim pirimiz olan Nijat Özön vurucu eleştiriyi savunuyordu. Biz de vurucu eleştiri yazıyorduk. Filmin yönetmeni arkadaşımız da olsa yine de kusurlarını ortaya çıkarıyorduk, veryansın ediyorduk. Metin Erksan olsun Lütfi Akad olsun, Halit Refiğ olsun... Kim olursa olsun. Yönetmenler bu eleştirileri göz önünde bulunduruyordu tabii. Bazen filmlerini bir araya gelip konuşup, değerlendiriyorduk. Şimdi ‘vurucu eleştiri’ yapmak zor. Şimdiki yönetmenlerimiz pek tolerans göstermiyor. Bunun nedeni biraz da tahammülsüzlük. Çünkü doğaldır, herkes kendi filmini kötü de olsa başyapıt sayıyor. Ve olumsuz eleştiri okumak istemiyor. Tamam, bazı genç yönetmenleri desteklemek gerekiyor ama övgüye değer olmayan bir filmi översen o yönetmene iyilik değil kötülük yapmış olursun aslında. HEDEF KİTLE ‘SEYİRCİ...’ Sinema eleştirisi bakımından geçmişle bugün arasındaki farkı da şöyle anlatıyor Scognamillo. “Artık eleştiri yapılmıyor. Tanıtım yapılıyor genelde. Sinema yazan eleştirmen kendi hedef kitlesini seçmeli. Biz yönetmenler için yazmıyorduk. Gişeye gidip 2 ya da 3 lira veren seyirci hedef kitlemizdi. ‘Bu adam para vereceği filmden memnun kalır mı kalmaz mı’ydı asıl derdimiz. Ya da izleyicinin ‘gideyim mi gitmeyeyim mi’ sorusuna yanıt verebilmek.Yazılarımı geri dönüp okumam hiç ama bu kitap çıktıktan sonra bazı eleştiri yazılarımı yeniden okudum. Bayağı saldırıyordum, saldırıyorduk yani. Orta yoldan giden eleştiri hiç kimseye yaramaz. ” Kitapta yazarın “Türk Sinemasında Köy Filmleri” başlıklı ve bu alanda yazılmış ilk yazı olma niteliğini taşıyan makalesi de var, “Türk sinemasının ekonomik tarihini anlatan üç bölümlük bir inceleme yazısı da.”Benim için bu yazılar bir çeşit Türk sinema tarihine ektir. Bir eleştirmen bugünle geçmişi karşılaştırmak adına belki eskiden nasıl eleştiri yazılırdı diye örnek sayar. Yalnız bir şeye bozuluyorum. Agâh Özgüç’ün dediği gibi benim kuşağım, o kuşaktan bir tek Rekin Teksoy ve ben kaldık, biz öldükten sonra Türkiye’de Türk sineması ile ilgili kitap yazacak kimse kalmayacak. Bugün Türkiye’de biz kaç film çekildiğini bilmiyoruz mesela. Şimdi birileri o konuya girdiğinde kaynak bulamayacak. Kaynak daima kocaman bir sorundur.” 60’lı yıllarda eleştirmenler ve yönetmenlerin birbirine bağlılığından, hepsinin “kanka” olduğundan söz ediyor Scognamillo ve yönetmen Halit Refiğ’in evinde yönetmenler ve eleştirmenler bir arada toplantılar yapıldığını hatırlatıyor. “Halit’in teşebbüsüyle oldu bu iş. Onun Şişli’deki evinde toplanıyorduk. Gösterimde olan filmleri, toplantıya katılan yönetmenlerin filmlerini tartışırdık. Fikir alışverişi oluyordu. Yönetmenler en azından eleştirinin yapıcı bir şey olduğunu düşünüyorlardı o zamanlar. İlk sinema şurası olduğunda ise şuranın ilk gününde yönetmenler ve yapımcılar komisyonda olan sinema yazarlarına karşı cephe aldılar. Birinci gün savaş günü oldu neredeyse ama oradan çıkıp Halit Refiğ’in evinde yazarlar ve yönetmenler bir arada yemek yiyorduk (gülüyor). Hep söylerim, Memduh Ün’ün bir polisiye filmiydi. Vasat not verdiğim için Memduh eksik olmasın telefon açıp teşekkür etti. Tavrında hiç kinaye yoktu. Biraz duygusal olacak belki ama bizi birbirimize bağlayan bir tek şey vardı, o da Türk sinemasıydı.” Scognamillo için sinemanın içine doğmuş diyebilirz belki de. Babası ve eniştesi İstanbul’daki çeşitli sinemaların müdürlüklerini yapmış. İlk filmini 4 yaşında izlemiş. İlk seyrettiği filmden bu 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1143 Fotoğraf: Vedat Arık CUMH