18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Celâl Soycan’dan ‘Kün’ Varlık ve hakikatin işaretlenmesi Çağdaş Türk şiirinin kuramsal yazılarıyla da tanınan şairi Celâl Soycan’ın yeni şiir kitabı Kün birbirini anlamsal olarak kuran “Sürtünerek Olduğum Şeyler” başlığı altında toplanan şiirlerden oluşuyor. ? Ahmet ADA asarlanarak oluşturulmuş bir kitap bu: “kirlenmiş bir replik olduğum” ya da “Mersin olduğum” gibi A.B.C.D bölümleri olan ve ikili, üçlü, dörtlü kümelerle anlamsal bütünlüğe ulaşan biçimsellikler taşıyor. Temel koyucu kurgu ‘artlamaya’ dayanıyor: İlk dizede değil, ikinci ya da üçüncü dizede bütünleşen anlam giderek A.B.C.D kümelerine yayılıyor: Yapının ilettiği anlam bu biçimsellik içinden okunabiliyor. Şiir için “ruhun eğitilmesi ve içsel özgürlüğün yolu” diyor ya, Oktavio Paz (1), Celâl Soycan’ın şiirleri de öyle. mıdır ölüm. Celâl Soycan’ın şiirinde poetik bir atardamar gibi hayata dahil oluyor. Celâl Soycan entelektüel birikimin izdüşümü bir şiir yazıyor. Şiirlerinin göndermeleri, arka planı, dinsel ve tarihsel çevreni bunun ipuçlarını veriyor. Nasreddin Hoca’dan Resneli’nin Geyiği’ne, Edip Cansever’den Bacon’a, Althusser’den Cemil Meriç’e, Edmund Husserl’e, Beşir Fuad’a, İsa’ya, Musa’ya, Yusuf’a, Ahmet Hâşim’e, Maleviç’e uzanan çizgide kültürel arka dünyanın zenginliğini okumaktayız. Kün’ü bu anlamda algılamalıyız. Verili her şeyi “yerinden etmek” isterken bir doluluğu yaşamanın keyfini sürüyor. Öte yandan, kurduğu şiirsellik dilin hırçın soyutlama gücünü gösterirken bir ses salkımı da oluşturuyor. Ama bazen bu ses salkımı “böcektir ve ölecektir kendine saparak!” (s. 40) gibi “ve”bağlacı ile bölünen dizelerde hoş olmayan sese dönüşebiliyor. Bir nesneyi, bir eşyayı ya da tarihseldinsel bir olguyu adlandırmıyor Celâl Soycan; dokunup geçiyor. O nesnenin ya da eşyanın çağrışım gücünü kullanarak nesneleştiriyor. Böylece kendi kılıyor. Bir ayrıntıdır belki onu hayatta tutan da: “kırık bilyede denge olduğum” (s.52) diyor. Ne var ki, bazen anlam kurmaktan vazgeçip anlam iletmeyi seçiyor: “görmek mi? insandaki göz sürçmesidir” (s. 52) örneğinde olduğu gibi. Eksiğiyle, fazlasıyla insanı anlamlandırdığı gözleniyor: “Yunup arındım her yağmur öncesi/ hem olduğumdan eksiktim/ hem olacağımdan fazla” (s.50). Zaman ve uzam içinde varlığın eksikliği, olacağından fazla doluluğu şiir diline taşınırken dilin de “yabancılaşması” gerçekleşiyor. Dilin yabancılaştırılması alışılagelmiş doğayı ve tarihi, dinsel öyküleri bugünün dünyasıyla karşılaştırma olanağı sağlıyor. Başkalaşan, farklılaşan dil, sözcüklerin alışılmış, uzlaşılmış anlamlarını yerinden ederek oluşuyor. Birleştirildiği sözcüklerle birlikte her sözcük özerk bir konum kazanıyor: “Kendinin taklidi işlek bir tarih/ tanımadığı bir beyaza doğru kirleniyor” (s. 26) dizeleri bunun bir örneği. Bazen eskil (arkaik) dile başvurarak alışılmadık bağdaştırmalar yapıyor ve gündelik dilin verili halini aşıyor: “az büyüyüp adımlasam / şirk peşinde kavme varsam” (s.29) örneğinde görüldüğü gibi. Sözcüklerin konumu ona ritmik bir dil olanağı sağlıyor: “adımlasam”, “varsam” ses salkımı hemen dikkati çekiyor. Bu durumun pek çok örneği var Kün’de. Yan yana gelen sözcüklerin uzak çağrışımlara yol açması şiirlerin anlam eksenini genişletiyor. Eksiltili söyleyişi çok anlamlılığa sürüklüyor. Celâl Soycan’ın anlamlandırdığı dünyanın arka planında epistemolojik bir katman var. Resmin, mitolojinin, dinsel söylencelerin bilgisini yeniden üreterek şiirini zenginleştiriyor: “Kovgun kardeşim Maleviç / her şey boş bir karedir!” (s. 63) dizeleri Rus modernist ressamı Kasimir Maleviç’e bir göndermedir. Onun Kırmızı Kare ile Siyah Kare tabloları boş kare dir. Celâl Soycan’ın “kovgun kardeşim” diye andığı Maleviç bir bahanedir. Aslında, yer yer kendini de silmeye kalkan öznenin dünya algısını dile getiriyor: “Boşluğa ekleyerek nesne bilgimi / boşluktan yontarak sözcük mirasını” (s. 66) dizeleri de bu yorumumu destekliyor. “GÖRÜNMEYEN, GÖRÜNENİN GİZLEDİĞİ BİR GÖRÜNENDİR” Celâl Soycan, modern şiirin dil içinde dil olma serüveninin ucunda yer alıyor. Şiir dilinin kurgusal oluşu temel niteliğini koruyor. Soyutlamalarla kurduğu şiir dili iletişim dilinden kopmuş durumda: “Daha tanımadan ışığın ve karanlığın saatini/ sor kendine bir kendi kılığında: nasıl/ sızmaktadır gökkuşağı budak deliğinden?/ oysa gecedir ve yoktur bir hikmet yorumcum” (s. 72). Bu dörtlükte, öznenin (varlığın) sorguladığı bir edim dile getiriliyor. Özne soruyor; gece olmasına karşın gökkuşağı budak deliğinden nasıl sızmaktadır? Bu durumu hikmet olarak görüyor. Has şiir görünmeyeni de gösteren şiirdir. Rene Magritte “Görünmeyen, görünenin gizlediği bir görünendir” diyor. Celâl Soycan yaratıcı imgeleme başvuruyor. İmgelemden dile sızan görüntü görünmezin görüntüsüdür. Böylece metafiziği kışkırtan bir şiir dili kuruyor. İtiraz edilmesi gereken “ışığın ve karanlığın” ile “gecedir ve yoktur” gibi kuruluşlardaki (ve) bağlacı. Giderek (ve) bağlacı şiir tümcelerinde egemenlik kuruyor. Gövdesine tutunan, oradan ışıklar yontan, nesneleri oraya buraya yerleştiren, nesnesine renk cümbüşü katan bir ressam gibi çalışıyor Celâl Soycan. Felsefi donanımdan geçen bir poetik duruş sergiliyor. Bu poetik duruş neyi ayraca alıyor? Varlığı, varoluşu, “dünyaya fırlatılmış” insanın zihinsel söylemiyle Ölüm ve Aşkı, dünyevi kıldığı Tanrıyı, “anne! artık keder de bol geliyor şiirime” (s. 90) dediği kuşatılmışlığı ayraca alıyor, sorguluyor bir bakıma: “içimdeki çinkoya sürtünen paslı tırnak!” (s. 78) gibi oldukça soyut dizeler de yazıyor. Ama öte yandan dış dünyanın durumunu aktaran dizeler de kuruyor: “reklam panolarında çocuk ölüleri.. ve regl!” (s. 75) örneğinde olduğu gibi. Sözdizimindeki dinsel göndermeli sözcük dağarı okuru yanıltabilir: “ikrâ ve kün!” (s. 62), oku ve ol. Dinsel metinlere gönderen bu hipogramı dünyevileştiriliyor. Oysa, dinsel metinlerde, “oku, anla, ol, arkasından git!” biçiminde bir anlamı içeriyor. Celâl Soycan, “karainançlı bir siyah mahya” olan sözceyi “ herkes eksiğine büyüsün!” (s. 62) şiir tümcesiyle, “oku, ol, bir doluluğa ulaş!” gibi dünyevi bir söyleyişe çeviriyor. Başka bir dizede de, bilgeliğe, doluluğa erişmenin erinci içinde soruyor: “kime sığar kendi içine savrulan?” (s. 65). Kün’de, dinsel ve mitsel metinlere gönderen sözceler bugünü kurmak için kullanılıyor. Bir başka örnek, “Zebur vezninde bir Mersin kışı” (s. 54) dizesidir. Zebur’u önceden biliyoruz: Mezmurlar veya Mezâmir adı ile anılan kutsal kitap. İbranice. Zebur’un sözlerinin ritimli oluşu, Mersin’in kışına benzetiliyor. Kutsal olanın dünyevileştirilmesi söz konusu yine. Söylemem gerekiyor: Kün’deki kimi dizelerde şairin poetik duruşu da okunabiliyor: “Oysa tanıksızdır gidenin kaldığı / çünkü ses gibi şeyler de çürür; ve şairler / dünyaya yakışsın diye susarlar” (s. 59). Susarak içe bakan, kendine bile olanaksız, kendi varlığından bile tedirgin bireyin şiirleri olarak nitelendirilebilir şiirinin ayraca aldığı şeyler. Bilgi ile varoluşun bilgisini şiir diliyle yoklayan, kurcalayan şiirler. Dostoyevs ? T ? ki’ ka me yap kendin munu v kendin karmış lerini y / ancak 46). Bir getiriş b şiirin b türlüsü rinin b ve düny dille ve anlatım hakikat sini göz lerin, sö hinselin yor. Or Gönde ran nite “Göv başlard tep’in k bir kırm akardı ma bir yıp aşk tüsü ke SÜREKLİLİK HALİNDE KENDİNİ VAREDİŞ Varlığın, varoluşun, hatta gövdenin, kendi istemi dışında akan hayata sürtünmesinin çıkardığı sesler, anlamlar örgüsü olarak görülebilir bu şiirler. Dış dünyanın içe akan, içsel ve dışsal dünyanın dile taşındığı şiirler. Zihinsel, dinsel göndermeler ön planda. Kün (Ol); varlığın dünyadaki varoluş sorunsalının birey merkezli çıkışsızlığı, sıkışmışlığı. Daha çok felsefenin sorunsal edindiği izleklerin şiir dilinde gövdeleşmesi. İnsanı tüketen bu dünyayı sorguluyor; sorular soruyor Celâl Soycan. İşaret ettiği noktalar varlığın, varoluşun zaman ve uzam içindeki duruşu. İnsanın hayatında temel koyucu olan Ölüm ve Aşk gibi izlekleri, içeriden ve sahici bir duyarlıkla yeniden üretiyor. Her kitapta, Turgut Uyar’ın sözleriyle “kendini yeniden icad eden” Celâl Soycan’ın bu kitabını, insana ait dipten doruğa çıkan sorunları şiir diline taşıyan yanıyla önemli buluyorum. Kendi şiirini bir süreklilik halinde yeniden icad ederken önceki kitaplarının (Ölüler İçin Oda Müziği, 2007; Âzâde, 2009) biçimselliğini ve izleksel açılımını sürdürdüğü görülüyor. Ölüler İçin Oda Müziği’nde (2) ölüm sorunsalını “hayata dahil etme” öne çıkıyordu. Kün’de de öyle: “Avcı farına düşmüştür tavşan” (ÖİOM, s.33) dizesi, bugünün canhıraş yaşama biçimine denk düşüyordu. Kün’de, “ölüm kendini sabıkalı / bir sokak fenerine asar” (s. 54) diyor. Ölüm izleği bir süreklilik kazanıyor. İnsanın yüz Kün (Ol); varlığın dünyadaki varoluş sorunsalının birey merkezli sıkışmışlığı. Daha çok felsefenin sorunsal edinyüze geldiği gerçeklikler topla diği izleklerin şiir dilinde gövdeleşmesi. İnsanı tüketen dünyayı sorguluyor Celâl Soycan. SAYFA 16 ? 12 OCAK 2012 ÇOC Bu d ğum” ş çocuklu ler, çoc eski zam larında yuların bir renk gibi çık de de b günle d Oda M de çocu “dil, in can için çarşılar belirme s.39) de dönüp Üzgün neli’nin saca Âz dil iron “bir ka si’nin ö Mahm Barbar Soycan zıyor: “ “barba ir bilgis tiğini h (s.49). C ir dene ve biçim ayırt ed rinin ep içe; ayn dönen bir şiir tinlere ile resm Geçmiş bunları “barba tili, eks mesi iç gün bir lin kurd Celâl tümces nolojik yıp old mesi na CUMHURİYET KİTAP SAYI 1143 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle