23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası KADIN ZAMANI6 msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Erkek yazınına veda ederken... sanlığın önüne serer.” (Firdevs Gümüşoğlu’nun Cumhuriyet’te İz Bırakanlar 10.Yıl Kuşağı’dan [Kaynak] aktaran Bilim ve Gelecek, Kasım 2011, s.93) Selma Soysal’ın yıllar önceki bu somut önermesi, her geçen gün yeni bulgularla desteklenerek kadının zihinsel yetilerindeki olanakların nasıl genişleyeceğini gösteriyor. Rita Urgan’ın Scientific American’dan (20 Eylül 2011), “kadınlarla erkeklerin dünyayı farklı algıladıkları”na değgin aktarısından şu satırlar alıntılanabilir burada: “Araştırmaya göre erkekler dünyayı belli sınıflara ayırarak ele alırlarken kadınlar olayları koşullarına bağlı olarak değerlendirme ve siyah beyazın dışındaki gri tonlarını daha çok görebilme eğiliminde oluyor.” “Araştırmalar, erkeklerin sınıflar ve genellemelerden yararlanarak daha soyut düşüncelerle ilgilendiklerini, kadınların ise somut durumlar ve ilişkiler açısından daha çok konuya özel düşünceler üretme eğiliminde olduklarını ortaya koyuyor.” Sonuçta, “kadınlar karar verirken ince ayrıntıları erkeklerden daha iyi görebiliyor.” (Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 4 Kasım 2011, s.1285) YAZINIMIZA YAYILAN KADIN ERKESİ... Kadınların bu yeteneklerini sergileyip ortaya koyabilmesi, buna ayıracakları zamanla, yaratma zeminiyle, sonra bu olanaklara sahip olup olmadıklarıyla ilgili elbette. Örneğin Türkiye’de feminist eylemin gelişmesi sürecinde “toplantılara her kesimden kadınlar gelmeye başla”rken “Antalya Yerel Gündem 21 Kadın Meclisi”ne katılan kadınların önemli oranını (yüzde 45) ev kadınları oluşturuyor. “Bunun anlaşılabilir nedeni bu kadınların çalışmalara katılmak için zamanlarının olması…” (Doksanlarda Türkiye’de Feminizm; [Derleyen: Aksu BoraAsena Günal] Nilgün Eroğlu Üstün, Süheyla Doğan, Kâmile Yılmaz, Perihan Akay, Ayla Öner yazısı, İletişim, üçüncü basım, 231) Demek ki kadın yazarlar, zamana, genelde erkeklerden daha fazla gereksinim duyuyor. Yaşamöyküsünde kimi kadın yazarların anneliğe yaptığı vurgu, buna yorulabilir sanıyorum. Özellikle 1980 sonrasında gelişen, 90’larla birlikte dikine yükselişle anadamara dönüşen kadın erkesinin yazınımızda çok önemli bir güç bağlamında kendini koyup yol aldığı açıkça dile getir mek zorunda artık. Kadınların, öykü türü dışında daha az göründüğü yazınsal türlerden şiirde, denemede, oyun yazarlığında bile 1990’dan sonra büyük bir kadın yükselişi gözlenmiyor mu? Yaşanan romancı patlamasında kadın yazarlarımız önemli bir role sahip değil mi? Sevgi Soysal, Leylâ Erbil, Adalet Ağaoğlu, Nazlı Eray, Pınar Kür, Füruzan, Ayla Kutlu, Latife Tekin, Ayfer Tunç, Erendiz Atasü, Ayşe Kulin, Oya Baydar, İnci Aral, Elif Şafak, Canan Tan, Meltem Arıkan, Sema Kaygusuz vb. romancı kadınlar günümüz erkek romancılarının tahtını sallamıyor mu? Önceki dönemlerden kadın yazarların bile yeni bir kavrayış temelinde kendilerini yapılandırdığı öne sürülebilir sanıyorum. Ayrıca kimi güncellemelerin de kadın yazarların öne çıkmasında rol oynadığı düşünülebilir. Örneğin “Fatma Aliye, ilginçtir ki elli liralık banknotların üzerine resminin basılmasıyla tartışılır” hale gelmiştir. (Neriman Ağaoğlu; Dünden Bugünden Edebiyat, Ekim Kasım 2011, s.3) Bütün bu gelişmelerin 1980’le birlikte büyük atılım yapan feminist eylemliliğin peşi sıra ortaya çıktığı, sonrasında bunu sürükleyerek günümüze ulanışı rastlantı sayılabilir mi? 1990’lara gelindiğinde feminizm ile kadın yazınının artık tam bir örtüşme yansıttığı düşünülebilir. YAZINIMIZDA CİNSİYETÇİ TABUNUN ÇÖKÜŞÜ... Bütün bu gelişmelere karşın kadın yazarlar, kadın olmanın evrensel acısı konusunda katı bir tutum sergiliyor yine de. Öte yandan “[k]adınlığı sadece bir ezmeezilme ilişkisi içinde tarif etmemek, arzu ile ilişkisini dikkate almak” da gerekiyor ayrıca kadın yazarlarımıza göre. Bu çerçevede “ortaklığı(n) politik değil, sosyolojik bir ortaklık olarak kur(ulması)” gerektiği, bunun “Ezilmeden kaynaklanan bir ortaklık” olduğu üzerinde duruluyor. Kaldı ki “Feminizm, evet, bazılarının gayet sinik bir ifadeyle söyledikleri gibi, bir ‘yatak odası siyaseti’dir.” Yani “…Kocandan yediğin dayak senin kişisel sorunun değildir, toplumsal bir sorundur; tıpkı göç, yoksulluk, eğitimsizlik gibi.” “bir anlamda: Yatak odası siyasi bir yerdir.” (Aksu Bora, Feminizm Kendi Arasında; Ayizi, 2011, 12, 21, 43) Kimi kadın yazarlar, bir ayrımcılık yansıttığından kalkarak “kadın yazar” deyişine karşı çıksa da olgusal düzlemde artık bir “kadın yazar/erkek yazar” gerçekliğinin yaşandığı görmezden gelinemez herhalde. Bunun kökenlerinin erkek yazarla kadın yazarın yetişme koşullarında aranması gerekiyor. Ayrıca bunun izlerine yazınsal verimler aracılığıyla alanın tümünde rastlanabilir. Sözgelimi bu çerçevede “İslamiyet ve cinsellik hakkındaki yazılarda tekrar tekrar işlenen konu(nun), cinselliğin etkin bir tehlike odağı ve toplum için potansiyel bir kargaşa unsuru ol(duğu)” görülüyor sürekli. “Bu nedenle (de) cinsellik yönlendirilmeye, denetlenmeye, meşrulaştırılmaya ve evcilleştirilmeye çalışılı(yo)r.” (Deniz Kandiyoti; Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar /Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, Metis, üçüncü basım, 2011, 148) Kaldı ki, “erken dönem romanının mesajı en azından karışık bir mesajdı(r). Bir yandan, babanın denetlediği bir düzenin güvenli rahatlığının yokluğunu çeken yetim oğlanda temsil edilen eskiye dönük bir özlem, diğer yandan da arzunun denetimi olarak tanımlanan ve kurbankadına, cariyeye yansıtılan eril cinselliğin ataerkil denetimine başkaldırı.” Nitekim “kadınların özgürleşmesinden duydukları rahatsızlığı açıkça belirtmekten çekinmeyen daha sonraki romancılar, giderek bunu ‘aydınlanmacı’ Batılılaşmadan çok, ahlaksızlık olarak nitel(iyor).” (Kandiyoti; 153, 154) Nurdan Gürbilek, “Klasik edebiyatın nesnel, toplumsal ve kamusal dünyasından modern edebiyatın öznel dünyasına geçişte hem özel hayatın hem edebiyatın hem de kadınlığın yeniden tanımlandığını romanın bu değişimden yalnızca beslenmekle kalmayıp bu süreçte etkin bir rol oynadığını (.) unutmamak gerek(tiğini)” vurguluyor. (Kör Ayna Kayıp Şark, Metis, ikinci basım, 2007, 35, dn.) YAZINIMIZIN YENİ YÜZÜ: KADIN... Birkaç ay önce Ukraynalı kadınlar kendilerini cinsel nesne olarak algılayan erkeklere karşı bir dizi protesto gösterisi düzenlemişti ülkelerinde. Alanlara önemli bir savsözle çıkmıştı kadınlar: “Hem kadınız hem de seksiyiz!” Buna benzer bir slogan… Söylemek istedikleri açıktı; evet kadınız, elbet seksiyiz de, yani demek istemişlerdi ki, cinselliğin nesnesi değil öznesiyiz… Bundan daha doğal ne olabilir?… Kadının, kendi cinselliğinin ayırdına varması anlamına da geliyor kuşkusuz bu. Tensellik temelindeki cinsel duyuşla hazların erkeklere özgü olduğu, kadınların yalnızca aşklar yaşayıp bunun duygulanımlarını tatmakla yetinecekleri öngörüsü artık sona eriyor. Sözgelimi Gülnur AcarSavran, şehveti yalnız erkeklerin tekelindeymiş gibi gören tutuma karşı çıkarken bunu temellendiriyor bir bakıma: “Bu cinsiyetçi dünyada kadınlarla erkekler arasında yaşanan cinselliğin, erkeğin arzusu, kadının ise arzulanma arzusu üzerine kurulu olduğunu herhalde söyleyebiliriz. Kadın bekler, erkek girişimde bulunur; kadın vardır, erkek eyler; kadın sunar, erkek alır… Kısacası bu işbölümünde, erkeğe aktif olmak, arzusunu gerçekleştirmek, karşısındaki bedenden haz almak düşer. Kadına ise, hazır olmak, haz vermek ve bütün bunlardan duygusal doyum duymak. /…Bu işbölümü üzerine kurulu cinsellik biçiminin erkek şiddetini mümkün kıldığı ve meşrulaştırdığı (söylenebilir).” “Bu dünyada (hele kadın kadına yaşanabilecek) arzunun çelişkilerine, şehvetin gürültüsüne yer yok(tur).” “Zevk ve haz duymak yerine, kadınlara yine karşısındakini onarmak, ona kucak açmak düş(e)r.” (Beden Emek Tarih /Diyalektik Bir Feminizm İçin; Kanat, ikinci basım, 2009, 317) Ayırdında olsak da olmasak da yazınımız artık değişiyor. Kadın, yazınımıza damga vurmakla kalmıyor, ötesinde yazınsal alanımızın bütününü biçimlendirip yönlendiriyor da… Öyle görünüyor ki alandaki etkinliği arttıkça, yazınımıza vuran gölgesi yayıldıkça, yazınsal verimlerin tümündeki sahipliği de artacak süreç içinde kadının. Evet, büyük bir kadın yazını gelecek, geliyor da… ? elki on beş yıl oluyor, Tepebaşındaki TÜYAP Kitap Fuarı’nın bir oturumunda öykü türünün, kadın varlığın içseldüşünsel yapısıyla bire bir örtüştüğünü, bu nedenle erkeklerin öyküde işinin daha güç olduğunu, başarı kazanmak isteyen yazarın kadın duyarlığıyla donanması gerekeceğini dile getirmiştim… Az yadırganmamıştı bu öne sürüşüm. Kadınlar da erkekler de ayrı ayrı sorular yöneltmişti… Üzerinden işte şu kadar yıl geçti, herkes tarafından paylaşılmasa da en azından benimsenmiş görünüyor bu düşünce günümüzde. Diyeceğim taşlar, yerine yeni yeni oturuyor. Dünyanın teknolojik açıdan gelişip daha da karmaşıklaştığı böylesi evrede, üstelik bir karanlık çağ skolastiği yaşanırken kadınlar, yepyeni bir ufuk açıyor insanlığın önünde. Türkiye’nin ilk kadın matematikçisi Selma Soysal’ın (19242011) sözleri kadının yeni konumunun ipuçlarını veriyor: “Bence matematik erkeklerden çok kadınlara daha uygun bir daldır. Tüm bilim dalları tutkuyu gerektirir, ayrıca matematik için sezgi de zorunludur. Kadınlarda hem tutku hem de sezgi çok güçlüdür. Ve tutku doğru bir zemin üzerinde yeşermişse, yaşamın bütün zenginliğini inSAYFA 20 ? 12 OCAK B 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1143
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle