25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA rından bir bölümünü “Giovanni Scognamillo’nun Gözüyle Yeşilçam” adlı bir kitapta toplayan Giovanni Scognamillo için bu yazılar “Türk Sinema tarihine bir ek” gibi. Ayşegül Özbek, Scognamillo ile konuştu ve yazdı. Yakın tarihin kahreden “iş bitiricileri”nin tamamına isyan bir satrançroman ‘Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi’. Derviş Şentekin’le romanı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Üstün Akmen imzalı “Tiyatroda Ayna Var”, büyük bir ustaya, Genco Erkal’a adanmış. 20102011 sezonunda izlenmiş oyun, opera, bale eşetiri ve değerlendirmelerden oluşuyor kitap. Tiyatro, opera, bale sanatçıları, meraklıları, eğitim alanları için yepyeni bir kaynak niteliğinde... Akmen’in yayımlanan diğer kitabı bir yeniden basım; “Kör Bakkalın Gözleri”... Akmen’in günü yakalayan, yıllara yenilmeyen kitabının yeni basımında usta yazarların kitapla ilgili değerlendirmeleri de yer alıyor. Akmen’le “Tiyatroda Ayna Var” ve “Kör Bakkalın Gözleri” adlı kitapları üzerine konuştuk. Çağdaş Türk şiirinin kuramsal yazılarıyla da tanınan şairi Celâl Soycan’ın yeni şiir kitabı “Kün” birbirini anlamsal olarak kuran “Sürtünerek Olduğum Şeyler” başlığı altında toplanan şiirlerden oluşuyor. Kitabı bir başka şairimiz, Ahmet Ada değerlendirdi. Bol kitaplı günler... Yeşilçam’a dair yazıla P ervasız Pertavsız ENİS BATUR “Nymphéas” dizisinden iki örnek... Uzun yaşamak M onet, “Nymphéas” dizisine giriştiğinde 59 yaşındaymış! 86 yaşına dek yaşamış ve birkaç yılına mal olan katarakt dönemi dışında kesintisiz çalışabilmiş olmasaydı, modern sanatın en güçlü başyapıtlarından birinden yoksun kalacaktık. Saçmalığını bile göre o hesapları hep yaparım: Van Gogh’a, Rilke’ye, Orhan Veli’ye, daha kimlere onon beş yıl fazladan ömür biçer, sonuçlarına merak salmayı severim. “Fazladan” diyorum, erken ölmüşlerdir. Uzun ve sağlıklı yaşamak, yapıta da konan talih kuşu. Biliyorum, hiçbir şey yapmayan insanlar da ister bunu, neden istemesinler, hayatı yaşanmaya değer bulduktan sonra. Böyle diyorum, bulmayanlar olduğunu biliyoruz upuzun listedir. Yapıt verenin durumu daha önemli, çünkü talih kuşu böylece başkalarına da konmuş oluyor: Giverny’ye, Orangerie’ye her yıl milyonlarca insan sırf “Nymphéas” dizisini görmeye, haz ve kıvanç derlemeye gidiyor. O sınırsız solukluluktaki yapıtla karşılaşan, tanışan kişi, benim gözümde daha iyi yaşamıştır. Onu gerçekleştiren ressam kadar olmasa bile. Neden, öyleyse, ömrünün son dönemini koyu bir depresyon sisinin ortasında geçirmişti Monet? Görme yetisini yitirmesi yeterli gerekçeydi şüphesiz, oysa üst üste ameliyatların ardından yeniden görmeye, resim yapmaya başlaması bunalımını yok etmemişti. Yaşlılık depresyonu yenilmesi çok güç bir belâdır, yakasına yapıştığı kişiye rahat vermez: Pound küsmüş, Kawabata ve Montherlant intihar etmiş, Agnés Varda’nın dediği gibi bir tek bunayanlar mutlu olmuşlardır. “Nymphéas”, giderek büyüyen, her şeyi kaplayan bir kalkışım olmuş. Yapıtın içinde, bir aşamasında, bir yapıt ortaya çıkıp her şeyi örseleyebiliyor böyle. İçine daldıkça, Zaman’ından kopmuş, geleceğe geçmiş Monet. Sanatta soyutlamanın ilk anıtörneği. 19001926 arası, Giverny’ye çekilmiş yaşarken, çalışırken, dışarıda neler olup bitiyordu? 59’unda ölseydi, kendi döneminin içinde gözlerini kapayacaktı ressam; 80’ini geçtiğinde Dışavurumculuk, Dada, Fütürizm, Gerçeküstücülük kasıp kavuruyordu sanat başkentlerini, ne kadarının farkındaydı, nasıl bir duygudüşünce ikliminden görmüştü gelişmeleri, görmüş müydü? “Nymphéas” dizisini devlet müzesine armağan etme sürecinde ikilemler yaşadığı biliniyor; iyi ki o yönde karar vermiş ve sonucu bilerek ölmüş. Le Déjeuner Sur l’herbe’in başına gelenler düşünülürse, sanatçının temel yapıtlarını kurtarması tasalarının başında gelmeli(ydi). * “Yüzlükler” belgeseli, ölçüleri sarsıyor. 100 yaşını devirenlerin peşi sıra Japonya, Amerika, Fransa içinde dolaştı kamera, durum üstünde çalışmalar yürüten (ve doğru dürüst açıklama getiremeyen) uzmanlarla görüşüldü. Nüfusları giderek artmış, gitgide artacakmış. Batı Avrupa’da, ortalama insan ömrü bir yüzyılda hissedilir biçimde uzamış: Kadınlarda 84 (annemin öldüğü yaş), erkeklerde 79 (babamın öldüğü yaş) eşiğine varılmış. Yüzlüklerin çoğu kırsal kesimde yaşıyor, pek azı şehirlerde. Beslenme biçimleri biribirine benzemiyor. Fiziksel açıdan görünümü neredeyse inandırıcı olmayan biri, 102’sine basmış, SaintNazaire’de yaşıyormuş! Torununun torunu doğmuş. Dansa gidiyor her hafta, bisiklete biniyor her gün, yalnız yaşıyor (karısı 84 yaşında ölmüş), şarap içiyor, sigarayı 20 yıl önce bırakmış! Ne akıl yürütmesinde ve konuşmasında bir tekleme göze çarpıyor, ne zihin çalışmasında. Yüzünde hiçbir kırışık yok, saçları dökülmemiş, tek sorunu biraz ağır işitmesi. Hastalıklardan, erken ölümlerden, yeryüzünde yaşamayı zorlaştıran kirlenmelerden söz ediliyor durmadan, yüzlüklere “doğa kazası” diye bakılıyor, besbelli öyle görülmeyecek yakın bir gelecekte, nüfusları milyonlarla ifade edilecek. Hayalini olsun kuramam 100 yıl yaşamanın. İmgelemim, önümde 40 yıl daha olması olasılığı üstünde duracak kadar gelişkin değil. Bunu ‘hak edecek’ bir yaşama biçimim olmadı bugüne dek, yarın hepten yaşama biçimimi değiştirmeye eğilimli sayılmam. Neden? 100 yıl yaşamanın anlamını görmediğimden mi, hayır. Belgeselden, yüzlüklerin çoğunun bu sonuca ulaşmak için herhangi bir çaba göstermediğini öğreniyoruz; bir tek, Amerikalı bir mezhebin kaçık üyeleri onları İsa’nın uzun yaşattığına inanıyor, geri kalanı, “sır”ları sorulduğunda somut bir gerekçe gösteremiyorlar, kendileri gibi yaşayanlar arasında erkenden ölenler çoğunlukta, biliyorlar. Talihten, alın yazısından, genetik yapıdan, şundan bundan dem vuruluyor genelde. Büyük dayım ve büyük teyzem, 90’ın üzerindeydiler, söndüklerinde. Son yıllarında birer enkazdılar ama, uzun yaşamanın öylesine kimse imrenmez sanırım. Öte yandan, belgeselde, 104 yaşındaki bir adam “hayatımın tadını yeni yeni çıkarmaya başladım, yazık ki çok geç” dedi. Yaşam süresinden çok yaşam kalitesi anlamlı. İnsan zor ve ağır pişen bir yemek gibi, hazır olduğunda iştah azalıyor. Birkaç yıldır, zaman denklemleri ve yaşama yoğunlukları aşırı oranda mı kafamı kurcalar oldu? Hayatın bir alıp götürme, sürükleme cephesi, bir de, onu seyretme, hakkında düşünme cephesi var. Mezar taşlarında iki tarih. ? TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr Monet İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1143 12 OCAK 2012 ? SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle