Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
deşim” r. Askalkan yor: / boş(s. 66) iyor. İN R” içinde alıyor. niteliduğu due kakendi uşağı ve 72). orguzne souşağı dır? Bu Has şiir Rene in gizâl Soyr. İmünmeiziği az lığın” uşlarağlacı yor. klar rleştian bir n. Felk duruş yraca ya fırlae Ölüm “anne! ” (s. ıyor, i çin8) gibi Ama nu akm panos. 75) ndeki okuru , oku bu hia, dinasıneriyor. ah siğine “oku, vi bir ede de, nci içine l ve er bur başersin ceden mir adı ZeMerolanın ne. kimi okunin kalrür; ve sarlar” ne bile tedirdirilebigi ile las ? 1143 ? ki’nin ‘Suç ve Ceza’ romanının kahramanı Raskolnikov’a gönderme yapması, ‘başkasının cinnetinde’ kendini görmesi, öznenin psişik durumunu veriyor: “demin unuttum: insan kendine imkânsızmış; / bunun için bakarmış sevdiğinin yüzüne ” (s. 90) dizelerini yoksa nasıl açıklarız? “yani herkes / ancak kendisi kadar yalnız iken” (s. 46). Bireyin çağımızdaki durumunu dile getiriş biçimi de, deneyimlediği modern şiirin biçimselliği içinden oluyor başka türlüsü olanaksız görülüyor. Çünkü şiirinin barındırdığı yoğun felsefi görüşler ve dünya tasarımı ancak eğretilemeli bir dille verilebiliyor. İçeriğin çağırdığı bir anlatım biçimi söz konusu. Varlık ve hakikatin dille işaretlenmesinin tehlikesini göze almış Celâl Soycan. Bize harflerin, sözcüklerin sesini, bilgi, algı ve zihinselin malzemeleriyle birlikte sunuyor. Ortaya zor, kapalı bir şiir koyuyor. Göndermeler, imgeler, imler anlam kuran nitelikleriyle beliriyor: “Gövdem olan gözlerimle dünyaya başlardım/ alışmadan eskittiğim Antep’in kuşbaz/ göğünde kırlangıçkırığı bir kırmızı idim/ eski zaman develeri akardı çıngıraklı rüyada/ herkesten bozma bir avlu küskünüydüm/ uzun oyalayıp aşka büyürdü o yalnızlığım/ en kötüsü kendime bile alışırdım”(s. 28). John Desmond Bernal’den ‘Bilimin Toplumsal İşlevi’ Bilim ulvi bir etkinlik mi? Cambridge Üniversitesi’nin Marksist profesörlerinden, fizikçi, moleküler biyolog, bilim tarihçisi ve felsefeci John Desmond Bernal’in 1939 yılında yayımlanan Bilimin Toplumsal İşlevi, günümüz perspektifinde hâlâ güncelliğini koruyor. Bernal kitabında saf, özerk ve mutlak bilim iddialarını yerle bir ederek onun toplumsal işlevini ortaya koyuyor. ? Kenan ATEŞ ilim nedir, ne yapar, neler yapabilir? Ya da soru tersten sorulursa, bilim ne değildir, bilim insanlarının söyledikleri ve ortaya koydukları ürünler, hep en doğru, gerçeği en iyi yansıtan şeyler midir? Bunların, içinde bulundukları kültürel, toplumsal, ekonomik, politik ortam ve ihtiyaçlarla, topluma egemen ideoloji ve düşüncelerle ilişkileri yok mudur? Bugün ülkemizde, pek çok kişinin hâlâ sandığı gibi, bilim, insanın katıksız ve ulvi bir etkinliği midir? 19. yüzyılın başlarına, Birinci Dünya Savaşı’na dek, bütün dünyada bilime evrensel bir mutlaklık, saflık ve özerklik, hatta evrensel bir kahramanlık rolü biçilmişti. O güne dek bilim insanlarına, hiçbir çıkar gözetmeksizin gerçeğe ulaşma, bilgiye erişme sevdası uğruna önlerine çıkan bütün güçlüklerle kıyasıya mücadele eden kahramanlar, adeta “ilahi” kişiler gözüyle bakılıyordu. Bu bakışa göre, bilimle uğraşmak, toplumun üstünde, içinde yaşadığı olaylardan, toplumsal, ekonomik ve siyasi ortam ve ihtiyaçlardan, egemen görüşlerden etkilenmeksizin yapılan saf ve özerk bir etkinlikti. Bu yüzden, bilim insanlarının ürünleri mutlak ve saf düşünceyi, en doğru bilgiyi meydana getiriyordu. Ancak Birinci Dünya Savaşı, bilimin mutlaklığı ve saflığına, bilimsel buluşların nesnelliğine ilişkin, adeta mit haline gelmiş bu inancı sarstı. İkinci Dünya Savaşı, ilkinin başlattığı işi tamamladı. Savaş meydanlarındaki gösteriyi, bu kez, bizzat bilim sürdürmüştü çünkü. Bilim insanları yalnızca, büyük yıkımlar getiren konvansiyonel, nükleer, kimyasal ve biyolojik silahları geliştirmekten değil, aynı zamanda onları, örneğin bombalaolan ilişkisini ortaya koyan kanıtlar kafaları allak bullak etti. Batılı bilim insanları, bilim tarihçi ve felsefecileri arasında bilimin işlevine ilişkin başlamış olan tartışma iyice hararetlendi ve tartışma içinde Batı’da giderek radikal bir bilim hareketi oluşmaya başladı. Ancak hareket gerçek anlamda, Cambridge Üniversitesi’nin Marksist profesörlerinden, fizikçi, moleküler biyolog, bilim tarihçisi ve felsefeci John Desmond Bernal’in 1939 yılında Bilimin Toplumsal İşlevi adlı önemli yapıtını yayımlamasıyla doğdu. Bernal söz konusu kitabında saf, özerk ve mutlak bilim iddialarını yerle bir ederek onun toplumsal işlevini ortaya koydu. Tarihte ilk kez, bilimin günümüzde neler yaptığının ve gelecekte neler yapabileceğinin toplumsal analizini gerçekleştirdi. Üstelik bunu sadece teorik bağlamda da değil, tezlerini Almanya, İngiltere, ABD ve Sovyetler Birliği’nden somut verilerle örnekleyip faşizm dahil kapitalizm ve sosyalizm altındaki bilimi kıyasladı; farklı toplumsal sistemler altında bilimin ve bilim politikalarının mevcut ve gelecekteki durumlarını inceledi, çok somut önerilerde bulundu. Savaş ve savaş sonrası yıllarda İngiltere ve ABD’nin bilim politikalarının yeniden hazırlanıp büyük ölçekli bilime geçmelerinde ve bu amaçla bilimsel ve teknolojik araştırmalara büyük mali kaynak ayırmalarında, sanayide ARGE çalışmalarına önem verilmesinde profesör Bernal’in bu kitabında yaptığı somut önerilerin çok büyük payı oldu. İngiltere ve ABD’nin bilim politikalarının oluşturulması, bilimsel ve teknolojik araştırmaların örgütlenmesi ve planlanmasının mimarlarından olan kimyacı Dr. Alexander King, J. D. Bernal’in kitabının payını kendi ağzıyla itiraf etti. “Cambridge Bilgesi” ya da “Dahi” adıyla da bilinen J. D. Bernal’in bu önemli yapıtı ilk kez Türkçede. Bilimin Toplumsal İşlevi adıyla geçen günlerde yayımlanan kitap, aradan yetmiş iki yıl geçmesine karşın, tazeliğini ve önemini koruyor. Bilime ilişkin bir sözü olmasını isteyenlere...? Bilimin Toplumsal İşlevi/ J. D. Bernal/ Çeviren: Tonguç Ok/ Evrensel Basım Yayın/ 432 s. B ÇOCUKLUK ŞİİRİN EVİDİR... Bu dizeler “mahcup bir kırmızı olduğum” şiirinden. Belleğinin gidip geldiği çocukluğunun Antep göğü, avlulu evler, çocukluğunun evi, rüyalarına giren eski zaman develeri. [Şiirin ana kaynaklarından biridir çocukluk. Belleğin kuyularından bir anıştırma, bir çağrışım, bir renk, bir koku olarak, bir bumerang gibi çıkar gelir. Celâl Soycan’ın şiirlerinde de belleğin geriye dönük işleyişi bugünle dengelenir. Gerek “Ölüler İçin Oda Müziğinde”, gerekse “Âzâde”de de çocukluk varlığın özüdür. Heidegger “dil, insanın evidir” der ya, Celâl Soycan için çocukluk, şiirin evidir.] Antep çarşıları, dükkânları, esnafı, “henüz başı belirmedi bineceğim atın – “(ÖİOM, s.39) dediği ve kendine alıştığı günler dönüp gelir. “Resneli Niyazi Bey’den Üzgün Bir Geyik” (Âzâde, s.41), “Resneli’nin Geyiği” diye anılır Kün’de. Kısaca Âzâde’den Kün’e izlekler akarken dil ironik bir özellik kazanır yer yer: “bir kah bir kih Cumhuriyet Meyhanesi’nin ödüllü şairinden” (s. 33). Mahmut Temizyürek “Yeni Şiirin O Barbar Dili” (3) başlıklı yazısında Celâl Soycan’ın şiir dili konusunda şunları yazıyor: “İlk bakışta Celâl Soycan’ın dili “barbar” bir dili andırıyor. Engin bir şiir bilgisinin ve şiir tarihinin içinden geçtiğini hissetmemizi karşın ‘barbar’.” (s.49). Celâl Soycan, yedi kitaplık bir şiir deneyiminin şairi. Şiir diliyle, biçemi ve biçimiyle 2000 yılı sonrası şiiri içinde ayırt edici belirginlikte bir şiiri var. Şiirinin epistemik ve ontolojik boyutu iç içe; aynı zamanda dıştan içe, içten dışa dönen şiirsel söylemiyle varlığı kuşatan bir şiir kuruyor. Dinsel, söylencesel metinlere uzanan şiirsel kaynakları, felsefe ile resmin bilgisiyle de harmanlanıyor. Geçmiş ile şimdi iç içe giriyor. Bütün bunları iletişim dilinden uzaklaştıkça “barbar”laşan bir dille kuruyor. Kesintili, eksiltili bir dil; okura gerisini söylemesi için boşluklar bırakıyor. İçine sürgün bir yerleşik yabancının dili ve o dilin kurduğu şiir gövdeleşiyor. Celâl Soycan’ın Kün’ü koca bir şiir tümcesi gibi. İçine kapanan bireyin monolojik söylemi. Bakın, “saklanarak kayıp olduğum” başlıklı şiirinin altılı kümesi nasıl birbiri ardı sıra devrilen dal J. D. Bernal rı, tasarlamaktan, üretmekten ve hatta savaş alanlarına sürmekten de sorumluydular. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının göklere yükselttiği mantar bulutları, bilimsel masumiyet döneminin kapandığını ilan etti. Bilimle, savaş ve iktidarlar arasındaki bağ çok daha açık bir biçimde ortaya çıkmış; bilimin saflık ve özerkliğine ilişkin tüm safça fikirler buhar olup uçmuştu. İŞLEV TARTIŞMASI Ortaya çıkan bu ve diğer koşulların etkisiyle geleneksel bilim bakışı ve tarihi sorgulanmaya başlandı. Bu sorgulama sırasında, 1931 yazında Londra’da yapılan bilim tarihi konulu uluslararası bir bilim kongresinde, Sovyet bilim heyetinin sunduğu bildiriler, bilimin egemen ideolojiyle, iktidarlar ve toplumsal koşullarla galar gibi: “Bütün unuttuklarımızın şahidiyiz şimdi/ hatırlamak elbet masum değildir; ama emek/ verilmiş yenilgilerin ve pişman/ şair kardeşlerimin dilinin döndüğü/ bu astımlı metinde sen ve ben/ silkelendikçe yapışan can kırıklarıyız” (s.69). Yineleyerek söylemeliyim: Koca bir şiir tümcesi bu. Burada, “emek verilmiş yenilgilerin” sonunda, bireyin kendisiyle, etrafıyla bir hesaplaşması söz konusu. Abartılmış, yüceltilmiş, mitleştirilmiş bir mücadeleyi değil, yenilgi sonrası durumu saptıyor şair. Şiirin bu bölümünün müziği (s –ş) harflerinin uyandırdığı sesten ibaret. Özel olarak bir araya getirilmiş izlenimi vermiyor. Bu altılı kümeye eni konu bir tartım eklediğini belirteyim. Buradan hareketle Kün’ün koca bir şiir tümcesi olduğunu söyleyeyim yine: Bu koca şiir tümcesinde huzursuz toplumun tedirgin entelektüel bireyinin portresini bulmak mümkün. Aslında, felsefenin dili ile yazınsal dilin çatıştığı, kesiştiği noktadan yazınsal dilin yengisiyle çıkmak; eğretilemeli dilin çok katmanlı verimliliğiyle şiir kurmak; dilin bâkir bölgelerine girmek Celâl Soycan’ın kültürel donanımıyla açıklanabilir. Ortaya gizli açık entelektüel bir portre çıkıyorsa şiirin gücünü gösterir bu. Kün’de yer alan şiirlerin imgeleri, imgenin tansıklığını da gösteriyor: “sarıldığım defterdeki mahşerî beyazlık..” (s.69). Bu dizedeki kapalı eğretileme, şiir yazmanın nasıl bir “cehennem” oldu12 ğunu güçlü bir biçimde dile getiriyor. Celâl Soycan Kün’de modern şiirin olanaklarını varlık ve varoluşun dünyadaki sıkıntılı sıkışmışlığını dile getirmek için seferber ediyor. Ortaya koyduğu dilin yapılandırdığı estetiksel düzey incelikli ve bu görülebiliyor. ? Kün/ Celâl Soycan/ Şiirden Yayınları/ 101 s. (1) Oktavio Paz, Yay ve Lir, Armoni Yayınları, 1991 (2) Celâl Soycan, Ölüler İçin Oda Müziği, Şiirden Yayınları, 2007 (3) Mahmut Temizyürek, Gölgesi İnsan Bedeni Doğa, Yazılı Kâğıt Yayınları, 2011 OCAK 2012 ? SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1143