Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Derviş Şentekin’den ‘Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi’ ‘Akıl ile silah bu ülkede hep karşı karşıya’ Yakın tarihin kahreden “iş bitiricileri”nin alayına isyan bir satrançroman Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi. Derviş Şentekin’le romanına dair söyleştik. ? Gamze AKDEMİR eş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi adlı romanınızda 41 sanatçıya gönderme var, John Lennon suretli cam kapılı kafenin adı 41, ayrıca 41 bölümden oluşuyor... Kahraman da 24. sayfada diyor şu an hayatımdaki en önemli rakam 41. Bunu açarak başlayalım söyleşiye... Şöyle; romana klasik bir polisiye mantığında başladım fakat kahramanım satranç şampiyonu birisi dolayısıyla romanı kurarken de bir satranç hamlesi gibi düşündüm. Kaç hamlede bitecek bu oyun gibi düşündüm, 41 hamlede bitti. Satrançta da öyledir, satranca oturduğunuz zaman rakibinin ne kadar güçlü olduğunu ya da kendi gücünü biDerviş Şentekin’in romanı yenme yenilme kaygısı gütmeyen bir roman. B lirsin ama güçlü bir rakipse yenileceğini bilirsin. O duyguyu biraz polisiye mantığının içine yerleştirerek bölümler yazdım, 41 bölüm oldu. Kahraman atlarla kurduğu usta stratejileriyle fethediyor hasmını... Onun için alınıyor İstihbarat’a. Oğuz abisi sağ olsun! 10 yıl sonra da kıçına basılıyor tekme! Cengiz bizim gibi sorunca da “Nasreddin Hoca gibi düşmesem inecektim zaten” yanıtını alıyor. Satranca ilişkin tespiti şu: “Satranç adil bir oyundu, hayatsa adil değildi. Kaybettiklerimiz kazandıklarımızdan daha çok şey öğretiyordu.” Oğuz Sipahi’nin eşiyle aynı fikre erişmiş zamanla; “Dünya bir satranç tahtası gibi, bizler birer piyonuz, hepsi o.” Yenme yenilme kaygısı gütmeyen bir roman evet... O anlamda dobra bir polisiye... Sonu belli olsa da gidişata dair merak duygusunu diri tutmakla birlikte öyle gizem yapacağım diye kasmıyor... Kesinlikle ki başında ne olacağı belli üstelik… Aslında klasik bir polisiye mantığında başlasam da bildiğimiz anlamda bir polisiye değil bu. Öyle olmadığına memnunum. Bu romanın aslında son 40 sayfasından, o akıl ile silahın karşılaştığı son 40 sayfasından bir roman yapmak istiyordum. Bu ülkede en çok yaşanan şeylerden birisidir, Türkiye’nin son 3040 yılına baktığımız zaman akıl, aydınlarımız ve o aydınlarımızın çevresindeki insanlar ve silah ne yazık ki bu ülkede muktedirler bir anlamda devlet hep karşı karşıya geldi. “BU ÜLKEDE AKIL ÖNEMSENMİYOR!” Bu noktada onu mantıklı kılan, yıllardır dünyayı ya siyah ya beyaz olarak gösteren zehrine teslim olduğu dediğiniz akıl ile ve kendi aklı ile düpedüz zoru, sorunu var kahramanın. Karşısındaki düşmanlara bakınca onlar da akılsız değiller, kontra gelişmiş her şey karşılıklı... Vahşi Batı umursamazlığı ve spontanlığıyla değil yani… Çakallar yani... Tabii ki bu işin uzmanları onlar, fakat şöyledir akıl en saf şeyimizdir, beyin en saf organımızdır. Beyin bir taraftan sandığımız gibi değildir, içini neyle doldurduğuna bir anlamda bakar ve işin kötüsü şu; iyi ya da kötüyü özümser. Diğer taraftakiler kurnazca şeyler yapıyorlar işte kahramanıma gelen o mesaj mesela... “Biz ona Büyük Çiftçi derdik” olayı... Akıl oyunları… Aynen, karşısındaki de akıllı ki ona akıllı bir mesaj gönderiyor. Orada bu ülkede aklın önemsenmediğini öne çıkarmak istedim. Son 4050 yıldır hiç önemsenmiyor sadece araç olarak posası çıkarılıyor, kullanılıyor. Sizin söylediğiniz o çakallar Türkiye’nin bir dönemine damgasını vurdular. Peki, bu hâlâ böyle gidiyor mu derseniz, belki… Şu anda görünmez hale geldiler ya da biz göremiyoruz ama devam ediyor bu kesin. Öldü sanılan Bekir Tunç olduğunu öğrendiğimiz Mehmet Faruk Çermikli karakteri de bu sorunsalın topuna sıkı bir metafor gibi... Tabii, Türkiye’de 90’dan sonra çok önemli, kilit bir adam olan “Yeşil”dir Bekir Tunç bir anlamda. Yeşil ve gibilerdir daha doğrusu... Bu işte bilmem ne müdürü de olabilir, çok önemli, üst mevkilerde de olabilir, yıllarca yerin altında da kalmış olabilir. Öbür taraftan da kahramanımız gibi tertemiz, pırıl pırıl, işte anne babası yok ki baba figürü orada koruma kollama anlamında çok önemli saf, birisinin bu çakallarla karşılaşmasıdır roman. Bu saf, temiz kahraman 10 yıl çalışıyor istihbaratta... Hani onun da günahları var... Olmaz mı? Zaten katil sonunda söylüyor. Türkiye’nin en ilginç ve karışık döneminden geçerken o saf aklımız, kahramanımız hiçbir şekilde Türkiye’ye dönüp bir kere bile bakmamış, farkında olmamış. En son da katil söylüyor bunca şey yaşandı siz orda lay lay lom oynayıp duruyordunuz diyor. Türkiye’ye bakmamış, oradaki bir çürümüşlük de var tabii. “BUGÜN GELİNEN NOKTADA GAZETECİLER HEM SUÇLU HEM DEĞİL” Cafe 41’in sahibi Cengiz sonra... Örselenmiş gazeteci meslektaşım, kankası kahramanın... Cumhuriyet gazetesinde çalışmak istemiş çok, kısmet olmamış. Bıkkın gibi mesleğinden, kırgın, virüs olarak tanımlıyor hatta... Cengiz benim gazeteden bir arkadaşım, Cengiz Alkan. Karakterin büyük çoğunluğunu ondan aldım. Türkiye’de bütün bunlar olurken gazetelerin, gazetecilerin de bu işte sorumluluğu var. Ya görmediler, ya gördüler yazmadılar. Gazetecilik öyle köşedeki market, bakkal gibi değil ki, bir görevin, halka karşı sorumluluğun var bu anlamda. Gazeteciler büyük oranda bu işi görmediler, görmezden geldiler. Tarihe en yakın olan kesim gazetecilerdir. Sorgularlar, sorarlar, öğrenirler. Dolayısıyla Türkiye’nin son 30 yılında biz gazetecilerin de büyük suçu var. Bir sürü şeyi görmedik, gördüklerimizi yazmadık, yazdırılmadık, söylemedik, söyleyemedik. Tabii ki yazanlar da oldu ama bir elin parmaklarını geçemedi. Derin devlet bugün baktığımızda postmodern anlamda çok saçma bir yere doğru gitti, nedir ne değildir karmakarışık oldu. Herkes birden sütten çıkmış ak kaşık oldu. Derin devletin yaptıklarını gazeteciler görmediler. Bu noktada gazetecilerin hem elbette suçu var hem elbette suçu yok. Cengiz de tüm bu nedenlerle romanda yerini aldı. Kandırılıyoruz, hipnotize ediliyoruz, ölüyoruz, öldürülüyoruz, birbirimize kırdırılıyoruz ama aslında tam olarak ne olup bittiğini bildiğimiz falan yok duygusu yerli yerinde romanın… O yalancıların alayına isyan durumu dediğiniz gibi... İşte televizyondaki görüntüler, sesler, bilgi bombardımanı altında da ara ki gerçeği bulasın durumu... Kahraman özelinde Allah kahretsin ki eski bir istihbaratçı olma durumu... Her haltın farkında olma, yememe durumu yani… Bunun içindir ki korkma, kaçma ve kaçınılmaz olarak, tükenme hali... Yine isyan paydasında yakın tarihi, olanı biteni sorgula ey okur dedirtme hali sonra… Çok doğru. Her ne olursa olsun sorgula durumu ama… Her ne olursa olsun! Bu yine Türkiye’de roman ile ilgili bir şey. Biz normalde insan olarak da bazı şeylerden korkarız. Korkmamak cehalettir. Bilen adam daha çok korkar. Akıl da birçok şeyi bildiği için korkar zaten. Şu bana yapay geliyor bir kahraman gidiyor pat pat bütün cinayetleri çözüyor. Öyle değil, hayat öyle değil. Hatta bir kadının kocasını 17 yerinden bıçakladığı bir bölüm var romanda. Kahraman Aslı Çınar’ın kayıp babasının dosyasının yanı sıra o dosyaya da göz atıyor. Orada bu postmodern romanları sevenler için küçük bir postmodern oyun var. Orada işte hiçbir bilimsel veriyi öğrenmeden cinayetin olduğuna ikna oluyoruz, çünkü kahraman diyor ki olay böyle böyle oldu, okur da sorgulamıyor. Bana en çok gelen sorulardan birisi de oydu oradaki üçüncü kişi kim diye. Diğer kadın kim diye. Buna inanılıyor. Türkiye’de böyle bir şey var romancı söylüyor, okur yönlendiriliyor ve inanıyor. Bu hal birçok alan, meslek için geçerli… Buna isyan etsin istedim roman. Sağın, solun kavramlarının tüketilmiş olması hali... Zamanında içeri tıkmak için az solcuyu soruşturmamış olan Oğuz Sipahi’nin şu dedikleri mesela: “Bu milletin hizmetindeydik biz bugüne kadar, en azından böyle olduğumuza inanıyorduk. Meğerse değilmişiz. Milletle falan ilgimiz kalmamış. Efendiler türemiş. Bugün bizim yaptığımız iş çürümüş, hatta kokuşmuş durumda; muktedir kimse onun için çırpınmamızı istiyor; devletin değil muktedirlerin adamı olduk. Oysa geçen yıl şu Mercedes’in içinden çıkanların bizim mesleğimizle hiçbir ilgileri yok. Köpekba ? ? lık ülkeyi y için yön dece bi adına d halkı gö Bugün mik 20 yor. Di ye’nin s olduğu mazdı. geriye d gösterm mukted lerin du Oğuz S bakmış bilmiyo varmay mi? Öz diyen b dini ayd tikaları rin –he ve kof o herkese “KUR BU B Tüm rumları sıkça im Tab pılan b sitelere yorlar.. Em mandak hep şik yecekle si gibi d bi... Ha rumda Bug değil m di bilm yoruz ü rın oldu vardır. rede bo gün gaz dına so gizemli dü den adamla plan do larını g Kar romand Avu seviyor kötü şe yorum ve her ş me dur da. Am karla n değil. B Bugünk bir hes ben. H hesapla bu şeki şeye rağ kanunu ka yere 80’lerd la yere biraz d değiliz, gamz Beş P di/ Der yınevi/ SAYFA 10 ? 12 OCAK 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1143 CUMH