04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nedim Gürsel’le ‘Şeytan, Melek ve Komünist’i konuştuk ‘Romanımın gerçek kahramanı Berlin’ Şeytan, Melek ve Komünist, yirminci yüzyılla hesaplaşan, siyaset ve şiddeti sorgulayan bir roman. Yirminci yüzyıl 1917 devrimiyle komünizme girişle başladı. Önemli şiddet olaylarının yaşandığı bu yüzyıl, Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla da sona erdi. Nedim Gürsel son romanını Berlin’de kaleme alıyor ve okuru yirminci yüzyıl tarihiyle üç karakter üzerinden giderek yüzleştiriyor. Harp okulu öğrencisi, eşcinsel ve komünist Ali Albayrak bir “eski tüfek.” Ona şehvet düşkünü şarkıcı İpek ve onunla tutkulu bir aşk yaşayan biyografi yazarı eşlik ediyor. Kurgunun esasında ise gizli kahraman Nâzım Hikmet yer alıyor. Romanın kurgusu içinde yer alan şairle ilgili bilgiler gerçek. Yazar romanını, “Göremediğimiz güzel günlerin habercisi” Nâzım Hikmet’e adamış. Ë Rozerin DOĞAN eytan, Melek ve Komünist, yolları yirminci yüzyılın büyük yıkımlarını yaşamış Berlin’de kesişen üç kişi üzerine kurulu. Bize kısaca bu karakterleri ve özelliklerini anlatır mısınız? Romanda başlıca üç karakter var: Ali Albayrak, bir “eski tüfek.” Harp Okulu eski öğrencisi, eşcinsel. Şarkıcı Melek: Şehvet düşkünü, çekici bir kadın. Erkek üzerine şiddet uygulayanlardan ve İpek’le tutkulu bir aşk yaşayan biyografi yazarı. Nâzım Hikmet’in biyografisini yazmış, şair hakkında her şeyi bildiği iddiasında. Ama bilmedikleri de var. Ali Albayrak’ın şairi Doğu Alman İstihbarat Örgütü STASI’ye ihbar ettiği raporlar örneğin ya da hapishane koğuşlarında yaşananlar. Bu raporlar sayesinde Nâzım Hikmet’in siyasi mücadelesini, sürgün yılları boyunca yaşadıklarını, yolculuklarını, özel yaşamını da öğreniyoruz. Yani romanın dördüncü karakteri Nâzım Hikmet, anlatının tam da odağında yer alıyor. Bu üç kahraman etrafında kurgulanan hikâye esas olarak Nâzım Hikmet’i anlatıyor değil mi? Bir ölçüde öyle. Ama bir roman söz konusu, Nâzım Hikmet’in biyografisi değil. Romanımın gerçek kahramanının Berlin olduğunu söyleyebilirim. Karakterlerin hepsi bu kentin tarihiyle alışveriş içinde olmuş insanlar. “SOSYALİST GERÇEKÇİLİĞİN DOGMALARINA KARŞI ÇIKMAK İSTEDİM” Nâzım Hikmet’le ilgili bilgiler bildiğimiz tarihsel bilgilerle çakışıyor. RomaSAYFA 8 17 MART 2011 Ş nın ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek? Nâzım Hikmet üzerine yazılanların tümü gerçek, hatta bir söyleşimde bu konuda iddialı olduğumu, “yanlış bulanın alnını karışlayacağımı” söylemiştim. Ne var ki bu gerçekler Ali Albayrak’ın ve biyografi yazarının bakış acısından dile getiriliyor. Yani Nâzım Hikmet’e iki ayrı bakış söz konusu. Tabii iki farklı üslup da var. Nâzım’ın yaşamını roman yapısı içinde eritmeye, öte yandan şairden bir karakter yaratmaya çalıştım. Romanın kahramanlarından Ali Albayrak alışılmışın dışında marjinal yaşayan ve TKP üyesi bir komünist. Yeğenini ihbar etmiş ve işkence çekmesine neden olmuş. Neden bu kadar uç noktada bir karakter seçtiniz? Sosyalist gerçekçi anlayış Jdanov’dan hareketle, özellikle Stalin döneminde yazarlara bir olumlu kahraman tipolojisi dayattı. Geleceğe dönük, yapıcı karakterler yaratmasını istedi yazarlardan. Buna uymayanları “karşı devrimci” ilan etti. Ben romanımda marjinal bir kahraman yaratarak sosyalist gerçekçiliğin dogmalarına karşı çıkmak istedim. Ali Albayrak düşkün bir roman kahramanı, çok karmaşık bir ruh yapısına sahip. Bir çöküş döneminin özelliklerini kişiliğinde barındırıyor. Sevdiklerine kolayca ihanet edebilecek bir karakteri var. Nâzım Hikmet’e hayran, hatta âşık. Ama onu STASİ’ye ihbar etmekten çekinmiyor. Yeğeni Çelik’in de işkencede ölümüne neden oluyor. Oysa yeğeni neredeyse elinde büyümüş, onu da çok seviyor. Platonik bir aşkla. Hikâye Berlin’de geçiyor. Neden Berlin? Berlin yirminci yüzyılın büyük yıkımlarına, en önemli olaylarına tanıklık etmiş bir kent de ondan. Şeytan, Melek ve Komünist yirminci yüzyılla hesapla san, siyaset ve şiddeti sorgulayan bir roman. Spartakist ayaklanmadan Nazizmin yükselişine, İkinci Dünya Savaşı’na ve duvarın yıkılışına dek, bütün bir yirminci yüzyıl tarihiyle yüzleşmek istedim. Romanı büyük ölçüde Berlin’de, Wansee gölünün kıyısındaki Yazarlar Evi’nde yazdım. Karşı kıyıda Yahudi soykırımının kararının alındığı villa, az ötede, kayınların altında önce sevgilisini sonra kendini öldüren Alman romantizminin kurucusu Heinrich von Kleist’in mezarı vardı. Şiddetin anısının kol gezdiği bu coğrafya ister istemez beni etkiledi ve romanın izleklerinden birine donuştu. KURMACADAN GERÇEĞE Nâzım Hikmet TKP içinde muhalif. 1927’de de partiden ihraç ediliyor. Ama sonra tekrar partiye dönüyor. Bu dönem romanda ne kadar yer alıyor. Ali Albayrak raporlarında Nâzım’ın parti içinde başlattığı muhalefet hareketine, dolayısıyla ihracına ayrıntılarıyla yer veriyor. Komintern arşivleri açıldığından bu yana TKP ve Nâzım Hikmet ilişkisi tüm yönleriyle olmasa bile büyük ölçüde açığa çıktı. Erden Akbulut’un Komintern Arşivlerinde Nâzım Hikmet adlı araştırması bu bölümü yazmamda bana yol gösterdi. TUSTAV’daki başka belgeleri de kullandım. Örneğin Nâzım’ın kaçış öyküsünü ya da Bulgaristan yolculuğu sırasında ona eşlik eden muhbirin Sovyet Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne şair hakkında yazdığı raporu. Böyle bir şeyin olabileceğini varsaymış, Ali Albayrak’in raporlarını bu temelde tasarlamıştım. Kurmaca gerçek oldu, en azından şimdilik böyle bir rapor olduğunu, başka raporların da olabileceğini gördük. Bu müthiş bir şey, romancı önsezimle yazdıklarım, siyasi tarih tarafından doğrulanmış oldu bir bakıma. “KOMÜNİZM GÜZEL BİR ÜTOPYAYDI” Nâzım Hikmet’in siyasi hayatının yanı sıra gönül maceraları da yer alıyor mu Şeytan, Melek ve Komünist’te? Şairin aşklarına göndermeler var elbette, ama asıl Vera ile yaşadığı tutkulu aşkı anlattım. Bu genç kadın yüzünden nasıl acı çektiğini, hayatının son yıllarında nasıl ona sırılsıklam âşık olduğunu, bir çeşit öz yıkım yaşadığını anlattım. Vera Tulyakova’yı 1982’de Moskova’da tanımıştım. Geçen eylül ayında Novodivitci’ye mezarlığına Nâzım’ın mezarını ziyarete gittiğimde bir de ne göreyim. Vera kendini ayni mezara gömdürmüş. Hem acı hem gerçek ve müthiş romanesk tabii. Nâzım Hikmet, TKP üyesi olduğu dönemde birçok konuda eleştirel davranmasına rağmen Stalin konusunda tutuk davranıyor. Bu konuda Nâzım Hikmet’e bir eleştiri var kitapta diyebilir miyiz? Evet diyebiliriz. Nâzım Stalin yanlısı değil ama onu eleştirmekten de çekiniyor, hatta korkuyor. 1953’de Stalin öldüğü gün ona bir methiye de yazıyor. Stalin’i eleştiren şiirleri 1956’dan, yani Yirminci Kongre’de açıklanan Kruşçev raporundan sonradır. Nâzım’ın Stalin eleştirisi sözde kalmış, diktatör hayattayken şiirlerine yansımamıştır. Tiyatro oyunu İvan İvanoviç’i, bu bağlamda bir istisna kabul edebiliriz. Kişiyi putlaştırmayı eleştiren bu oyunu Nâzım’ın 1955’de yazmaya başladığını biliyoruz. “Yalnızca ‘Halkların Küçük Babasının’ heykelleri sökülmedi alanlardan, bu lakabı hak etmese de cüssesiyle küçük, gaddarlığıyla büyük diktatörün yaptıkları da tarih sayfalarından silindi” dediğiniz Stalin mi? Stalin’in gerçekten tarih sayfalarından silindiğini düşünüyor musunuz? Resmi tarihi Stalin kendine göre şekillendirmişti. Onun cinayetleri gün ışığına çıktıktan sonra kızılca kıyamet de koptu. Bu olay komünistlerin vicdanında derin yaralara ve görüş ayrılıklarına yol açtı. Diktatörün heykelleri caddelerden sökülüp atıldı ama ona hâlâ hayranlık duyanlar var. Tarihin sayfalarından silinmedi elbette, hak ettigi yere oturtulmaya çalışıldı. Yani totaliter rejimleri simgeleyen diktatörlerin arasına. Yirminci yüzyıl 1917 devrimiyle başladı. Önemli şiddet olaylarının yaşandığı bir yüzyıl. Berlin duvarının yıkılmasıyla da bu yüzyıl sona erdi. Bütün bunların ışığında bakarsak, komünizminin döneminin gerçekten kapandığını düşünüyor musunuz? Komünizm güzel bir ütopyaydı, uygulamada bir kâbusa dönüştü. Romanda bunun üzerinde ayrıntılarıyla duruyor biyografi yazarı. Nâzım üzerinden olan biteni anlamaya, sorgulamaya, yorumlamaya çalışıyor. Sonra da, “Alper ego”su Ali Albayrak gibi o da Kayıpbuldu Baba’ya havale ediyor komünizmi. Yani Ali Albayrak komünizmin bir daha geri dönmeyeceğini düşünüyor, biyografi yazarı da. Bana gelince: bakarsınız bir gün geri gelir, eşitsizlik ve sömürü oldukça Nâzım’ın haber verdiği “güzel günler”in düşü de olacaktır elbette. Biz o günleri göremedik, çocuklarımızın da göreceklerini sanmıyorum. Bu nedenle romanımı “Göremediğimiz güzel günlerin habercisi” Nâzım Hikmet’e adadım. Şeytan, Melek ve Komünist/ Nedim Gürsel/ DOğan Kitap/340 s. ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1100 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle