25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Rıza Kıraç’la ‘Dolphin Video’ üzerine ‘Döneme dair içimdeki kini dışarı vurdum’ Rıza Kıraç Dolphin Video adlı yeni romanıyla okurlarıyla buluştu. İlk anda, eski zamanların video kasetini andıran kapağıyla cezbediyor bizi kitap; sonrasında da tabii içindeki hikâyeyle nostaljik bir dönem ve naif insanlık halleriyle buluşturuyor bizleri. Bu kez nostaljik dönemin mekânları da İstanbul’un sıcak muhitlerinden Cihangir’in içi ısıtan sokakları… Hele hele içimiz ilkin sokak isimleriyle şenleniyor: Tavukuçmaz, Pürtelaş, Sormagir, Alçakdam. Sonrasında da, her milletten ve cinsiyetten insanın bir arada mutlu mesut yaşadığı yıllar anlatılıyor. Kıraç’la özellikle dönemin ruhunu, saflığı romanın ana meselesi yaptığı yeni romanı Dolphin Video‘ya dair bir sohbet gerçekleştirdik. Ë Erdem ÖZTOP eni romanınız Dolphin Video’yu konuşacağız… Halihazırda kitabın o özgün kapak tasarımıyla başlayalım… Sizin fikriniz miydi bir video kaseti şeklinde kitabın kapağını tasarlamak? Yayıncımla birlikte karar verdik. Batu Bozkurt’la kitap hakkında konuşurken 80’li yılları simgeleyen bir nesne olarak video kaset görüntüsünde kitap fikrinde birleştik. Roman zaten bir videocu ve çevresinde geçiyor. Sonra Altın Kitaplar’ın kapak tasarımını yapan Gülhan Taşlı umduğumun çok ötesinde bir tasarım yaptı. Kitabın kutu tasarımı da ona ait. Geçmişten bu yana yazdıp çizdiklerinizi takip ediyorum… Bu romanı okuyunca, “İşte bu Rıza Kıraç’ın kitabı” dedim. Hepsi birden; hikâyeden, mekânlardan bir vefa… Bir takdim kitabı gibi geçmiş zamana, dostlara. Ne dersiniz? Tam öyle değil aslında. Romanın kuşkusuz yaşanmışlıkla ilgisi var. Kurgunun nerede başlayıp nerede bittiğini ben de bilmek istemiyorum. Dolphin Video, 80’li yıllara dair nostaljik bir bakış içermiyor. Dönemin insan profilini Cihangir Tavukuçmaz ahalisi ve Gültepe, Çeliktepe üzerinden anlatıyor. Benim için çok özel bir roman Dolphin Video. Döneme dair içimdeki kini dışarı vurdum. Ama bunu yaparken özel bir dil, anlatım biçimi kullanmaya çalıştım ve özellikle dönemin ruhunu, saflığı romanın ana meselesi yaptım. “ İNSANLAR YAPTIKLARIYLA ANILIR” Sizin kuşaktaşlarınız, kendini kayıp kuşağın temsilcisi olarak görür. Peki, ya siz? Bu tanımlamanın ne anlama geldiğini bilmiyorum. Bildiğim İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki bir sanatçı, edebiyatçı kuşağı için kullanılıyor bu. Ama bizim kuşaktan kim kendisine kayıp kuşağın üyesiyim diyorsa, oturup derdine yansın! Arkadaşlarıma bakıyorum, hepsi canavar gibi hayatın içinde. Üretiyor, sorguluyor, sokağa çıkıyor politika yapıyor. 12 Eylül cuntası ve ondan sonraki iğrenç hükümetler, iktidar sahipleri, ortakları, kapitalistleri ve çetelerine rağmen hâlâ yazan, çizen, film çeken ve politika yapan insanlarız. Goygoycuları hiç sevmem, insanlar yaptıklarıyla anılır. Kabızlıklarını kuşağa mal edenlerle ne SAYFA 6 17 MART 2011 Y konuşabilirsiniz? Dönüp arkamıza bakalım bugünlerde üretilen “iyi sanat” eserlerinin altında hep 70’li ve 80’li yıllarda dünyaya gelen kuşağın imzası var. Kimisi ustalarını takip etmiş, kimisi etmemiş, daha marjinal işlere yönelmiş, bu sanatçının tercihi. Tabii ki bu sistem içinde eriyip giden, sisteme eklemlenen, kendini ifade etmekten aciz, üretmekten korkan insanlar olabilir. Daha önceki röportajlarımda da söylemiştim bunu, biz hata yapma riskini göze alan, seven bir kuşağız. Kayıp bir kuşak bu kadar üretebilir mi? On, on beş yıl sonra 2000’li yılların kuşağı için de aynı şey söylenecek. Bence bu ruhu yaşlanmışların zırvası. Yeniye kapalılar. Sol, sağ ve hatta açık görüşlülükleriyle böbürlenen liberaller de dahil bunun içine. Bazı şeyleri şimdi kötü mü, eksik mi yapıyoruz? Olsun, sanat üretilerek öğrenilir. En küstah halimle söylüyorum: “Herkes bizim kuşağın edebiyatını gerçekten okumak zorunda kalacak!” Masumiyetimizi yitirdiğimiz döneme mi denk geliyor peki o yıllar da? 70’li ve 80’li yıllar, Avrupa ve ABD de dahil olmak üzere devletlerin, hükümetlerin kendi halkına tecavüz ettiği yıllar. Bunu hem birinci anlamıyla hem de alegorik anlamda söylüyorum. Devletler ve hükümetler artık halkı için değil, şirketleri için var. Bürokrasi de hukuk sistemi de önce devleti ve büyük sermaye sahiplerini koruyor. Bu Türkiye’de, 1970’lerin sonunda alınan ekonomik kararlarla başladı. Ülkemizde bunlar yetmedi bir de darbe yapıp insanları içeri tıktılar. İşkenceler, tecavüzler oldu dışarıdaki insanlar bir yoluyla yaşamaya devam etti. Olup bitene verilen yanıt: “Evet ama ekonomimiz toparlanıyor” oldu. Toplumun her kesimi buna ikna edildi. Şimdi finans piyasalarıyla yatıp kalkıyoruz. Hükümetler, halkın parasını halktan esirgiyor. Üstelik toplumun ırzına geçenler şimdi ahlak polisi oldu, sanattan da anlıyorlar sözüm ona! Bu yüzden bizim daha ahlaksız olmamız gerekiyor. Genel ahlak yargılarına saldırmamız, onların ikiyüzlülüğünü hemen her alanda açığa çıkarmamız gerekiyor. Bu marjinallik değil, özgürlük isteği. Yani “Bizi ya böyle seveceksiniz ya da kovacaksınız” demek gerekiyor. Anlattığınız hikâyenin başkarakterleri olan, Civciv, Cino, Çulluk ve Şerro’ya ithaf ettiğinize göre kitabı, demek ki yıllar içinde hayatınıza girip çıkan kişileri romana konu ettiniz... Onların nezdinde bütün bir kuşağa ithaf ettim. Romanı okuyup kendilerine yakın bulmayanlar ithafı üstüne almayabilir, onların bileceği şey. Dolphin Video’daki karakterlerin yaşanmışlığı doğru ama daha önce dediğim gibi ne kadarı kurgu o muamma! Kesin olan bir şey var, eski adıyla Tavukuçmaz, şimdiki adıyla Akyol caddesinde bir Dolphin Video vardı ve ben oradaydım. “SOKAĞIMDAKİ HERKESİN HİKÂYESİNİ BİLİYORUM” Biraz da (hatta bir hayli fazla) anlatılan olayların yanında, Cihangir’in tarihini, adım adım sokaklarını; Pürtelaş, Tavukuçmaz, Sormagir, Alçakdam’ı anlatıyorsunuz bu romanda, katılır mısınız? Dolphin Video, Çeliktepe, Gültepe ve Cihangir’deki insanları anlatıyor. Özellikle Cihangir’deki 80’li yıllarda yaşayan insan tipleri açısından daha zengin bir malzemeye sahip. Oranın atmosferini travestiler, gayler, konsomatrisler, fahişeler, pezevenkler ve bunların yanı sıra sanatçılar, işçiler, memurlar oluşturuyordu. Birlikte yaşayabilme kültürü vardı. Bu yönüyle, yazan biri için fazlasıyla zengin bir malzeme ama içlerinde yaşarken bilemiyorsun bunu. Tabii biraz biraz da Çeliktepe… Arka sokakların kahramanlarının iç dün yalarına yolculuklar… Sahi siz de Çeliktepelisiniz, değil mi? Çeliktepe’liyim. Şimdi yaşadığım sokakta doğdum ve orada yaşamaya devam ediyorum. Eğitim için ayrıldığım iki yılı saymazsak ordan hiç ayrılmadım. Çeliktepe, Gültepe’deki insanların ve mekânların değişiminin içindeydim hep. Yıllar içinde milliyetçi, muhafazakâr bir karaktere bürünen ama aynı zamanda acımasız tüccarların, esnafların yaban otu gibi bittiği, etrafı gökdelenlerle çevrili bir semt artık. Ama her şeye rağmen Çeliktepe’de yaşamayı seviyorum. Sokağımdaki hemen herkesin hikâyesini biliyorum. Ama hikâyenin de bir koşulu var: Yunuslar gibi gülümsemeyi becermek. Öyle öyle hikâyeye ortak edilme şartı var, neden? Yunuslar benim için saflığın ve dostluğun timsali. Dolphin Video’yu okumaya başlarken insanların önyargılarından, ideolojik angajmanlarından uzaklaşıp, metne ve karakterlere yoğunlaşmasını istedim. Homofobik bir erkeğin ya da kadının travestilerle, fahişelerle, Çingenlerle ilgili bir roman okuyacağını bilmesi baştan gardını alması demek. Mizah duygusu ve hoşgörüsü olmayanlara göre bir roman değil Dolphin Video. “YALNIZLIĞI KRONİKLEŞTİRMEMELİYİZ” “Hayatı yaşamazsan senden intikamını alır” deniyor bir yerinde hikâyenin. Biraz da hayatın adamakıllı hakkını verenlerin romanı diyebilir miyiz kitaba? Bunu Kuşbazların Kralı Gültepeli Çingen Şerro’nun babası Çamur Ömer söylüyor. Onların hayata bakışını yansıtıyor. Ama bunu hissetmek için Çingen ya da başka bir şey olman gerekmiyor. Özgürleşmek istiyorsak önce istediğimiz şeyleri yapabilme iradesine sahip olmamız gerekiyor. Yoksa başkaları yaşayacak, sen bakacaksın. Belki başkaları da yaşadıklarını sanacak! Ama öyle ya da böyle, farkına varılmasa da yavaş yavaş yalnızlaşmanın kaçınılmaz olduğu karakterler var romanda ya da bu, hayatın bir doğal kanunu olarak mı kabul edilmeli? Hep yalnız olduğumuzu iddia ederiz. Lawrence Durrell, İskenderiye Dörtlüsü’nün ilk kitabı Justine’de “Bir kentte sevdiklerimiz varsa orası dünyamız olur” diyor. Sevdiğim insanların olduğu bir şehirde yaşıyorum ve ihtiyaç duyduğumda yalnız kalmama izin veriyorlar. Yanımda bir dostum olsun istediğimde kalkıp yanıma geliyorlar, onlar ihtiyaç duyduğunda onların yanında olmaya çalışıyorum. Bunu kronikleştirmeye gerek yok bence. Romanın ana dinamiklerinden biri video kaset kiralayan Mehmet Abi’nin dükkânı. Onun sayesinde giriyoruz her cinsiyetten (!) insanın dünyasına… Hikâyelere açılan kapı Dolphin Video, ne dersiniz? Dolphin Video bir okuldu. Kimisi mektebe gidip eğitim aldığını düşünür, kimi hayatın farklı alanlarında çalışarak. Her sınıftan, her cinsel tercihten ve hayatın farklı alanlarında üreten insanların müşterisi olduğu bir videocu dükkânı burası. Kitaba adını vermesinin nedeni de bundan. Orada başka bir dille, yaşam biçimiyle karşılaşıyorsunuz. Bu yüzden Dolphin Video aynı zamanda bir büyümenin, değişimin romanıdır. erdemoztop@gmail.com Dolphin Video/ Rıza Kıraç/ Altın Kitaplar/ 320 s. ¥ “Herkes bizim kuşağın edebiyatını gerçekten okumak zorunda kalacak!” diyor Rıza Kıraç. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1100 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle