Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O Mart Darbesi’nin üzerinden kırk yıl geçmiş. 12 Mart, Türkiye’de gençlik hareketleri açısından önemli bir dönüm noktası. Öncesinde, 68 gençlik hareketlerinin Türkiye’ye etkisi de diyebileceğimiz devrimci eylemler var. 12 Mart sonrasında ise önce hapishaneler, işkencehaneler, zulüm ardından da yeniden ve daha yoğun olarak başlayan bir gençlik hareketi var. Yeni bir askeri darbeye, 12 Eylül’e kadar sürecek çok yoğun birkaç yıl. Oya Baydar ve Melek Ulagay, 68’den başlayarak devrimci hareketin gelişmesini 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini iki ayrı ve de karşıt sayılabilecek örgüt içinde yaşamış. Aynı yollarda, aynı sokaklarda ve belki aynı eylemlerde bulunmuşlar ama yolları çakışmamış. Yaşananlara farklı açılardan ama ortak duyarlılıklarla, hassasiyetlerle bakmışlar. Oya Baydar, 1940 doğumlu, asker bir babayla öğretmen annenin çocuğu. Lise çağlarında edebiyatla ilgilenmeye başlıyor. Genç yaşta yazdığı romanla meşhur olan Françoise Sagan’a özenip lise sonda ilk romanı “Allah Çocukları Unuttu”yu yazıyor. Roman Hürriyet Gazetesi’nde tefrika ediliyor, kitap olarak basılıyor. Bunu ikinci roman izliyor. Sonra edebiyat faaliyetlerine nokta koyup İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji eğitimi alıyor. “Türkiye’de İşçi Sınıfının Doğuşu” konulu doktora tezi Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmese, aralarında Deniz Gezmiş’in de bulunduğu öğrenciler bu durumu haber alıp protesto için üniversiteyi işgal etmese yaşamı belki de çok farklı gelişecek. Türkiye İşçi Partisi’ne katılıyor. 12 Mart’ta tutuklanıyor. Dönemin sol eğilimli gazetesi Yeni Ortam’da çalışıyor. TSİP’nin kurucularından, yöneticilerinden. Daha sonra illegal faaliyet gösteren TKP’ye katılıyor. Politika gazetesinde çalışmaya başlıyor. Köşe yazarı olarak tanınıyor. Hakkında açılan onlarca davadan ceza yiyeceğini anlayınca kendiyle aynı durumdaki eşi Aydın Engin’le birlikte yurtdışına çıkıyor. 12 yıl Almanya’da mülteci olarak kalıyor. Almanya yıllarında tekrar edebiyata dönüyor. 1992’de çıkan kısmi afla Türkiye’ye dönüp yazar olarak hayatını sürdürüyor. Oya Baydar 70’lerin önde gelen adlarındandı, tanınıyordu. Hayatından çeşitli kesitleri de eserlerine yansıtmıştı. Yani bildiğimiz ve hayat öyküsünü merak ettiğimiz bir isimdi. Melek Ulagay adı ise pek bildik değil. Türkiye’nin ilk ilaç sanayicilerinden Ulagay ailesinin torunu. Arnavutköy ve Bebek’de büyüyor. Kolejde okuyor. Tiyatroya tutkun. 1967’de liseyi bitirince sanat eğitimi almak için Paris’e gidiyor ve orada öğrenci eySAYFA 12 17 MART kuduğum Kitaplar MET N CELÂL olduğum olaylar sadece bana ait şeyler değil. Bu dönem hem ülke açısından hem de devrimci mücadele açısından önemli bir dönem. (...) Ben kendi adıma bir anı kitabı yazmayı düşünmüyorum; ama yaşadığım veya tanığı olduğum şeylerin, bir şekilde yazılı hale getirilmesinin gerekli olduğunu da kabul ediyorum. Belki böyle bir söyleşiyle bu ihtiyacı bir ölçüde karşılayabiliriz diye düşünüyorum.” Kitabın arka kapağında bu sözleri okuyunca hemen satın aldım. Çünkü, 68 ve 78 devrimci hareketlerinde çok önemli yerlerde, görevlerde bulunmuş, liderlik etmiş biri ilk kez döneme ilişkin anılarını anlatıyordu. 68 Kuşağı’nın özellikle lider kadrosu hayat hikâyelerini de, yaşadıklarını da anlatmak konusunda son derece isteksizdir, dostane sohbetlerde bile ayrıntılara girmez kişisel anılarla, daha çok hapishane yıllarında yaşadıklarıyla yetinirler. Hele halen siyasi mücadele içinde bulunan birinin anılarını anlattığı görülmüş şey değildir. Nadir örneklerde de amaç geçmişle yüzleşme, hesaplaşma değil, geçmişi anlatarak bugünkü siyasi faaliyet içinde kazanımlar elde etmektir. Oğuzhan Müftüoğlu’nun anlatımından bu niyetleri aşmış olduğunu anlıyoruz, ama bazı önemli eksiklerin, anlatılmadan geçilenlerin olduğunu da fark ediyoruz. Müftüoğlu’nun anlatacağım deyip de neden tamamen anlatmadığının nedenini merak ediyorum. Bunda şimdiki konumunun etkisi var sanıyorum. Adnan Bostancıoğlu da ortaya çıkan söyleşiden hoşnut olmamış olmalı ki kitabın önsözünde “Siyasi hayatını doğrudan ilgilendirmediği sürece özel hayatına ilişkin sorulara pek sıcak bakmadı. (...) Söyleşinin bazı bölümlerinin yayımlanmasını istemedi. (...) 1991 sonrasını kısa tutmak istedi” diye yazmak gereği duymuş. Müftüoğlu, yine de birçok ilginç, okumaya değer şey anlatmış. Onurlu, alnı ak bir devrimci portresi çıkmış. Lider konumunda birinin bakışıyla devrimci mücadelenin nasıl göründüğünün yanında özellikle 68 ve 78 devrimci hareketlerinin neden başarıya ulaşamadığı, 12 Eylül sonrasında devrimci hareketin neden ivme kazanamadığı gibi merak ettiğimiz konularda birinci elden bilgi sahibi olmamızı sağlamış. Ama, o günleri yaşamamış bir genç bu söyleşiyi okuduğunda kafasında nasıl bir devrimci mücadele canlanır, bu ne kadar gerçeğe uygun olur merak etmemek elde değil. Müftüoğlu’ndan da, o dönemi yaşamış diğer devrimcilerden de her şey unutulmadan, Melek Ulagay ve Oya Baydar’ın yaptığı içten söyleşi benzeri açık yürekli anlatımları bekliyoruz. Kaleme alınacak her biyografi, her anı geçmişi daha iyi anlamamıza, günümüzü daha iyi analiz etmemize önemli katkılarda bulunacak. Bir Dönem İki Kadın 12 lemlerine şahit oluyor. Bu havadan öyle etkileniyor ki okulunu bırakıp devrimci harekete katılmak için Türkiye’ye dönüyor. İstanbul Üniversitesi’nin İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydolduktan sonra Doğu Perinçek’in liderliğindeki Aydınlık grubuna katılıyor. Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP)’nin aktif bir militanı oluyor. Örgütün, devrimin kırlardan şehirlere doğru gelişeceği inancına uygun olarak Doğa Anadolu’ya yollanıyor. İbrahim Kaypakkaya’yla, Bora Gözen’le yolları kesişiyor. 12 Mart 1971’de Malatya’da Kürecik’te izlendiklerini, yakalanacaklarını anlayınca Bora Gözen’le bir süre ülke içinde kaçıyor sonra da Filistin’deki arkadaşlarına katılmak üzere sınırı geçiyorlar. İsrail’in Filistin Kamplarına yönelik saldırılarından canlı kurtulamayacağını anlayınca eski eşinin yardımıyla Cenevre’ye gidiyor. 1974 affıyla Türkiye’ye dönüyor. Okulunu bitiriyor. Evleniyor. ODTÜ’de okutman olarak çalışmaya başlıyor. 12 Eylül’ü Barış Derneği Davası’ndan tutuklu ressam Orhan Taylan’ın eşi olarak yaşıyor. Hayatta mı değil mi endişesiyle, hapishane kapılarında bir dakikalık bir görüşme için eza görerek geçen yıllar... Oya Baydar ve Melek Ulagay’ın yolları birkaç yıl önce Barış Girişimi için buluşmaları ile kesişiyor. Kısa sürede dost oluyorlar ve 60 yılı aşan bir zaman dilimi içinde aynı yerlerde, benzer olayların içinde, paralel yaşamlar sürdürdüklerini anlıyorlar, bunları bir söyleşi biçiminde anlatmaya karar veriyorlar. Oya Baydar ve Melek Ulagay, Bir Dönem İki Kadın’da çocukluk yıllarından, 1940’lardan başlayıp 27 Mayıs, 68 olayları, 1 Mayıs’lar, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, Berlin Duvarı’nın yıkılışı gibi önemli tarihlerden geçerek, sıcak bir söyleşi havasında karşılıklı yaşam öykülerini anlatıyorlar. Devrimci mücadelenin nasıl geliştiği, üyesi oldukları sol örgütlerin yapısı, işkence, hapishane, kaçaklık, sürgünlük, mültecilik gibi konuların ayrıntılarına giriyorlar. Başkalarının kendilerinde saklı mahremiyetine önem vererek ama çok da sakınmadan özel hayatlarını da işin içine katıyorlar. Böylelikle oldukça açık yürekle anlatılmış iki yaşam öyküsü çıkıyor ortaya. Karşılıklı söyleşmenin verdiği bir rahatlık var kuşkusuz ama söyleşinin aynı şeyleri tekrar etmek, konudan kolayca kopmak gibi handikapları da var. Bir Dönem İki Kadın ülkemizdeki siyasilerin geçmişi deşmek, anılarını anlatmak konusunda ne denli ketum olduklarını düşünürsek önemli bir adım. Merakla, zaman zaman macera romanı tadı alarak, hızla okunan bir kitap Bir Dönem İki Kadın. BİTMEYEN YOLCULUK Bir Dönem İki Kadın’la aynı günlerde 30 yıldır sürmekte olan Devrimci Yol davasının bir numaralı sanığı Oğuzhan Müftüoğlu’nun anıları yayınlandı. Bitmeyen Yolculuk da (Şubat 2011, Ayrıntı Yay.) söyleşi tarzında yazılmış. Aynı gelenekten gelen gazeteci Adnan Bostancıoğlu sormuş, Oğuzhan Müftüoğlu cevaplamış. Oğuzhan Müftüoğlu 1944 doğumlu. 60’lı yıllarda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisiyken devrimci eylemlere katılmış. Mahir Çayan önderliğindeki THKPC’de mücadele etmiş. 12 Mart 1971 Darbesinde yakalanmış. 1974 affıyla birlikte tahliye edildikten sonra devrimci eylemlerini sürdürmüş. 70’li yıllarda önce Devrimci Gençlik, ardından Devrimci Yol hareketinin kurulmasında öncülük etmiş. 12 Eylül’de yakalanmış, işkence görmüş. 11 yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1991’de tahliye olmuş. Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) ve Birgün gazetesinin kurucularından. Halen siyasi faaliyetlerini sürdürüyor. Oğuzhan Müftüoğlu, niçin anlatmak gereği duyduğunu şöyle izah ediyor; “Bizim yaşadığımız dönem, 1960’lardan 2000’li yıllara kadar uzanan bir süre. 40 küsur yıl. Bu süre boyunca benim yaşadıklarım, tanık olduklarım, birinci dereceden sorumlu Oğuzhan Müftüoğlu 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1100 CUMH