Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Jale Parla’dan “Türk Romanında Yazar ve Başkalaşım” ‘Değişim karşısında yazarın iki seçeneği var!’ Edebiyat teorisyeni ve eleştirmeni Jale Parla, Türk romanında, başkişileri şair ve yazar olan, künstlerromanları (sanatçı romanları) incelediği Türk Romanında Yazar ve Başkalaşım adlı çalışmasında; başarılı, hem edebi rolüyle hem de entelektüel önderlik vasıflarıyla mükemmel yazarlar ve 19. yüzyıldan başlayarak romanda çok sık rastladığımız antikahramanlara denk düşen başarısız ve yarım yazar kahramanlara bakıyor. İkinci türe ağırlıklı olarak odaklanan Parla; Ahmet Mithat, Tanpınar, Oğuz Atay, Bilge Karasu, Latife Tekin, Sevim Burak, Hasan Ali Toptaş ve Orhan Pamuk’un romanlarında değişimin değil, topyekun bir başkalaşımın izini sürüyor. size göre? Benim bilebildiğim roman geleneklerinde, İngiliz, Fransız, ve Alman romanında yazar figürasyonuna Türk romanında rastladığımız kadar sık rastlanmaz. Bunun nedeni de Türkiye’nin kültürel yaşamında romancının, aydının bir türevi olarak düşünülmesi ve aydının yüklendiği misyonu paylaşmasının beklenmesi olmalı. şündüğüm romanlarının yakın okumasını yaptım. Başkalaşım hakkında özetle şunları söyleyebilirim: Başkalaşım, hem edebiyat hem de edebiyata komşu alanların, bilim evrim kuramında olduğu gibibenlik/kimlik felsefesi, antropoloji, din, psikoloji gibi alanların da ilgi konusudur. Benlik/kimlik başkalaşımlarını konu alan edebi yapıtları incelemekte başvurulacak yöntemler psikoloji ve felsefeden yararlanır. Öteki, ikiz, çiftil anlatıları, çift cinsiyetlilik öyküleri özellikle psikanalitik eleştiri ve incelemeye davetiye çıkaran öykülerdir. Totemizm, cezbe, beden değiştirme, kurt adamlık, vampirlik gibi deneyimler antropolojinin ilgi alanına girer. Ruhun beden değiştirmesi eski dinsel bir inançtır. En yaygın başkalaşım motiflerine gelince bunlar insanın hayvan, bitki, kaya ya da bir eşyaya, bazen insan başlı at, yüzü ve vücudu kadın, ayakları ve kanatları kuş olan canavarlar, deniz kızları gibi yarı insan yarı hayvan figürlere, bazen bir sanat yapıtına, bir alete, robota, kuklaya, mankene, kimi zaman da panteist bir buluşmayla evrenin tümüne dönüştüğü fan tastik deneyimlerdir. Homi Bhabba’nın “melezleşme” kuramı bu handikapa nasıl bir gerçekçi ve yaratıcı çıkış yolu sunar (mı?) Geleneksel yapı ve kalıpların başkalaşım bağlamında ezberlerinin bozulması kuşkusuz kaçınılmaz olmakla birlikte günümüzde hız ve mevzi kazanaduran emperyalist işgal düşünülürse gezegen hayli ölçüde melezleşmemiş midir ve sanat da payını almamıştır bundan? HOMİ BHABBA, OĞUZ ATAY VE MELEZLEŞME! Homi Bhabha’nın “melezleşme” kuramının taklit yoluyla sınırlı bir dönüşümü, isterseniz başkalaşımı anlattığını söyleyebiliriz. Ve bu elbette, sizin de dediğiniz gibi, günümüzde hayli melezleşen bir dünyayı, isterseniz buna küreselleşme diyelim, açıklamakta oldukça işlevsel, gerçekçi bir kuramdır Bhabha’nınki. Benim üzerinde durduğum başkalaşım arzusunda ise bir gözü karalık, sınır tanımazlık, sonunu hesap etmeden geçirilecek bir dönüşüme özlem var. Bhabha’nın açıklaması bu gözü karalık ve sınır tanımazlığı kapsamıyor, bu bakımdan bence yetersizdir. Ayrıca şu da var. Bir saptama olarak doğru olabilir. Ama melezleşme her durumda, herkesin arzulayacağı bir şey olmayabilir. Sanat da zaten her durumda ve herkesin arzulamayacağı hayallere yer vererek verili gerçekliğin ötesine geçer. Bu bağlamlarda bir Oğuz Atay yapıtları ve yaklaşımıyla melezleşme ve başkalaşım azmi konularında yapıtlarında ne noktaya ulaşmıştır? Her yazar başkalaşım izlek ve motiflerini farklı kullanır. Oğuz Atay’da eşyanın bağımsızlaşıp pasif özneyi tehdit ettiği görsel başkalaşım sahneleri vardır; ama belki de daha önemlisi, onun dilde gerçekleştirmeye giriştiği başkalaşımlardır. Korkuyu Beklerken’de başkalaşımla simgelenen derin varoluş endişesi, başlığı bile başkalaşıma işaret eden Tutunamayanlar’da çoktan başlamıştı. İnsanın eşyaya, mankene, “disconnectus erektus”a dönüştüğü çok tehditkâr bir dünyayla alay etmek üzere Atay dili de başkalaştırır; sözcükleri birleştirir, anlamsız ritmler yaratır, mektup ve dilekçe karışımı bir üsluptan çıkacak ironik bir dil arayışına girer. ETKİLEŞİM... BAUDELAIRE, TANPINAR, PAMUK! Geleneksel yapı ve kalıplar bozulup yetersiz kalınca deneyimin anlık etkisinin büyük bir önem kazandığına da dikkat çekiyorsunuz çalışmanızda; “Baudelaire’in romantik dekansıdır bu. Ve bunun Tanpınar’daki etkisi çok barizdir” diyerek. Bunu, bağlamında Türk başkalaşımında Tanpınar eşiğini ve koşutunda Tevfik Fikret’in “La Dans Serpantin”inin başkalaşım kanalıyla dekadansa yaklaşma anlarını açar mısınız? Tevfik Fikret’in bu şiiri aslında başkalaşıma yaslanan bir metafor kullanır; sanatı bir yılan dansı olarak tasvir eder. Başkalaşım türleri içinde hayvana dönüşmek yaygındır; yılana dönüşmek kötücüllüğü, cinselliği, güvenilmezliği, ama bütün bunların barındırdığı cazibeyi içerir. Serpantin yılankavi demek, şiirin imgeleminde de yılankavi bir hareket canlandırılır. Tevfik Fikret, bu şiire yılana başkalaşımın sanatsal, sembolik, doğal bütün çağrışımlarını yükler. Bu aynı zamanda yeni bir şiir anlayışına da çağrıdır. Ama aşırı ve yabancı bulunmuştur. Tanpınar’ın başkalaşım imgeleri¥ ni kullanması ise farklıdır. Tanpı Ë Gamze AKDEMİR “Aman yarabbi! Dünyanın sonu geldi. Yazalım albayım. Başka çaremiz yok.” (Tehlikeli Oyunlar, 359) “Zihnim şimdi beni yeni bedenlere dönüşmüş biçimleri anlatmaya çağırıyor.” (Ovidius, Metamorphoses) ürk romanında başkişi olarak yazar figürasyonlarını incelediğiniz Türk Romanında Yazar ve Başkalaşım adlı çalışmanızda, yazar figürasyonlarının iki tür ya da tip altında toplanabileceğini ve kitabınızda vurgunun ikinci tür yazar figürasyonlarında olduğunu ifade ediyorsunuz. Bunu anlatır mısınız ilk soruda? Evet, birinci türde, toplumun gizli vicdanı olarak biçimlendirilen ideal yazar figürasyonları var ki bu tür yazarkarakterler üzerinden metnin ideolojik angajmanlarına, yansıttığı dünya görüşüne ulaşmamız öngörülüyor. Bir de eksik, yenik, başarısız, iyi tanımlanmış bir öneri ya da tutarlı bir dünya görüşüyle buluşamamış yazar tiplemeleri var. Kitabımda vurgu ikinci tür yazar figürasyonlarında çünkü bu yazarlar vasıtasıyla o metnin toplumun eksikliklerini daha derinden kavramamızı sağladığını, çözüm önerileri yerine sanatsal arayışı öne çıkardığını düşünüyorum. Nitekim, eksik ve aciz yazar figürasyonu içeren metinlerin yazın tekniği açısından daha deneysel metinler olduğunu saptamak mümkün. Türk kültüründe içinde yazar ya da yazan figürasyonlarının bulunduğu romanlar, bulunmayanlardan çok mudur SAYFA 4 ? 15 ARALIK T ‘DEKADANS, MARAZİ YÖNLERİ ÖNE ÇIKAN BİR TÜR ROMANTİZM’ Modern Türk edebiyatının başkalaşıma duyduğu ilgi ne zaman başlamış ve somutlaşmıştır ve dekadans karamsarlığının bundaki payı nedir? Ayrıca başkalaşım ve değişim dönüşüm değil kuşkusuz arasında nasıl bir çizgi, eksen söz konusu? Bu ilgi, benim araştırabildiğim kadarıyla, Serveti Fünun’la başlar. Dekadansın, marazi yönleri öne çıkan bir tür romantizm olduğunu düşünürsek, bu tür eğilimlere yatkın Serveti Fünun şair ve yazarlarının dekadan sanata duydukları ilgi bizi şaşırtmamalı. Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah’ının Ahmet Cemil karakteriyle, ama yalnızca o da değil, diğer öykülerinde yarattığı hastalıklı, şiddete yatkın, aşırı duyarlı karakterleriyle Türk romanında dekadan/estetik öznenin kurulduğunu öne sürüyorum kitabımda. Başkalaşımın aciz yazar figürasyonuyla birlikte giden bir teknik olduğu saptamasını yaparken çalışmamı Serveti Fünun’la kısıtlamadım; Halit Ziya’dan Orhan Pamuk’a bu temaya ilgi Jale Parla kitabında, eksik, yenik, başarısız, iyi tanımlanmış bir öneri duymuş yazarların ya da tutarlı bir dünya görüşüyle buluşamamış yazar tiplemelerine temsilci olduğunu dü vurgu yapıyor... 2011 ¥ na şım değişm çime k da eşik roluş b insanla sınırlar Tanpın nin öne yan sür Orh perdele sini bu Pam Tanpın modern ilişkisi, kendi t masınd çirdiği getirme Eks sine ça Murat da’sını Mu laşım v bir aray lojik yö karakte yaşadığ terlerin meleri ğının d bilen b ranlığın Bu ç yaslanı iki seçe gibi de linde y neden letmek ilişkin yon üst çizmek Diğe eğiliml tipleme bir değ tahayyü nek hâ romanı da hâlâ ‘PAM KAH YAK Çal adlı rom niz Ah madan ölçülü miyle y eşik atl bağlam niz önc Ahm mükem bulunu sunduğ diyorum şırtıcı v likli inc Yaza man ol lemlem romanı lumsal ni, prat okuruy tipleme parken bir yan sel olm le yalnı genel a CUMHURİYET KİTAP SAYI 1139 CUMH