06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Leyla Erbil’den ‘Kalan’ EN Yazarlar Derneği’nce Nobel Edebiyat Ödülü’ne (2002) ülkemizden aday olarak gösterilen ilk kadın yazar olan Leylâ Erbil, bir şiirroman niteliğindeki yeni yapıtı “Kalan”la buluşuyor okurlarla. Toprağın altındakilerle üstündekilerin arasında olduğu, zamanın okul duvarlarında asılı duran tarih cetvelleri gibi aktığı ‘’Kalan’’, 1940 ve 1950’li yılların İstanbulu’nda, masalsı bir evde başlıyor, küçük kız çocuğu Lahzen’in dilinden anlatılagelerek. İlkel insanda yerleşmiş ve kendilerinden farklı gördüklerine yaban hayvanı gibi bakan, hatta öldüren ve “çalılık ruhu” olarak tabir edilen batıl korkunun günümüzdeki reel izdüşümleri metaforlaşıyor yapıtta derken... Gogmogog adlı bu yayılmacı, ele geçirmeci, barışa ve huzura ot tıkamacı bu çalı adamların o pek sevdikleri yakma ritüelleri büyüteç altına alınıyor. “Kalan” bir manifesto... Hınç da var duygusunda kitabın dört başı mamur, hırs da... Iskalamadan, sonuna kadar giderek, sınırsız, ketsiz bir lügatla, omzu dik başı ilerde ama asla eğilmeyerek bükülmeyerek seslenerek yazılı... Yaralı insanlığa şefkatli ama realistçe odaklı… Tirad gibi, mesel gibi, tarihle hesaplaşarak, geçmiş ile gün arasında yıldız kapısı açarak, yazılı... Bir çizgi ötesi, uzam aşırı daha, bir ezber bozan daha... Derken bedeller... Yüce Musa, Yüce İsa, Yüce Muhammed adına! Yüce yüce yüce! Libidosuna, egosuna kurban içi boşaltılmış tüm o yüce yüce yüce idealler, öğretiler, inançlar silsilesi... İda dağları, asma dalları, maskeli arıları, yedi katı, mumya zamanların kulaktan kulağa neredeyse bütünüyle özünü yitirmiş, çürütülmüş uygulamaları... İnsanoğluna miras dini anlatılardan İshak’ı kesme fetişi sonra... Sıklıkla karşınıza çıkacak dikkat! Ve devrimci yüreğini avucuna alıp posasını çıkarmaya azmetmiş o sakallı ve poturlu keşişlere de epey lafı var Erbil’in. Ustayı taklit ederek ezber bozarak özel noktalama işaretleriyle devam edersem,,, virgüllü ünlem, virgüllü soru işareti, üç virgül, iki virgül üst üste... Tadını çıkarın, gerçekten çok güzel oluyor. Leylâ Erbil ile yeni yapıtı “Kalan”ı bir konuştuk pir konuştuk. SAYFA 16 15 ARALIK P ‘Tarihimiz bütün tarihler gibi yakım, yıkım ve soygunlarla dolu’ Ë Gamze AKDEMİR “şu televizyonu da artık açmayacağım o adamın benden başka ilah yok vaazlarını,,, bana ibadet et zikrim için namaz kıl buyurmalarını,,, musa’nın sopası gibi bir yılan bir asa olan diline aptallar inansın desem,,, bu toplumun değişmemesinden, ilkelliğinden mutluluk duymaya başladığımı itiraf ettim,,, dibe vurunca anlayacaklardır desem,,, (…) lahzen ne güzel gülüyorsun dese bana zeyyat,,, sonra rosa’ya hadi zeyyat’a farandola öğretelim, unutmadın değil mi desem,,, hiç unutmadım dese o da,,, böylece sonuna kadar üçümüz bir arada onun gelmesini beklesek,,, kimin dese rosa,,, devrimin desem,,, devrim mi! diye şaşsa,,, hâlâ mı dese,,, evet hâlâ desem,,, öyle ise bir şeyler yapmaya başlamalıyız dese rosa,,, olur yaparız değil mi zeyyat desem,,, elbette yaparız ölmedik ya dese…” “tanrının gırtlağına bin çeşit kuş sesi taktığı adamı dinliyorsunuz siz de radyodan ‘şimdi basbariton ruhi su’dan aryalar’ anonsuyla! birden atıldı basbariton ruh su radyodan dönemin saygın baritonları tarafından ‘gırtlağı ermeni gomonisti gırtlağı’ymış meğer durmadı gene de ruhi su aldı sazı eline: (...) ‘dağdan tahta indirenin mezarına götürenin talkınını bitirenin imamın da anasını...’” zim geçmişimizde sıklıkla rastlanan bir model oluşturur bilirsiniz. tarihimiz bütün tarihler gibi yakım, yıkım ve soygunlarla doludur. Alt tabakanın kendilerine vaatlerde bulunan liderlere hemen kanması olayıyla ilgili sanırım bu söylediklerim. “KOLAYA KAÇMAYAN BİR KUŞAK VAR EDİYOR KENDİNİ ON YILLARDA” Psikanalizden kaleminizi asla sakınmamanıza rağmen yapıtlarınızda psikanalize sadece roman kişilerinin şahsi iç sorgulamaları veya bunalımları, cinsiyet, siyasi görüş, devrim sorgulamalarıyla kısıtlamayarak toplumsal perdeye genişçe yayarak yaklaşan kılan bir yaklaşımınız var… “Bir Mektup Aşkları”nda ve “Kalan”da da olduğu gibi mesela toplumbirey diyalektiğini inatla (iyi ki de öyle) önceleyerek bireyle geniş perdeden ilgilisiniz… Ulus halinde yaşanan ve paylaşılan sorunlar, sorunsallar, ortak tarih paydalarını da bu duyguyla ele alıyorsunuz… Bu duyguyu, yaklaşımı mutlaka sormalı… sorunuzu doğru anladımsa, bizim gibi ülkelerde birey/ bireyleşme olgusu özel çabalarla rastlantısal olarak gerçekleşebiliyor... çünkü düşünce özgürlüğü bulunmuyor. insanlar verili olanı dışlayıp kurulu düzeni köklü bir eleştiriden geçirmeden yaşamı sürükleyerek kendine yabancılaşan sürü toplumunu oluşturuyor... düşüncenin özgürleşmediği ilkel korku toplumlarında da sadece inanca yaslanılıyor. böyle toplumlarda bireyden söz etmek zor. bence “birey” ancak “tin”in korkusuzca kendini aşabileceği koşullarda gerçekleşir. Dilin geleceğini nasıl öngörüyor ve dilde ve özellikle devrimci dilde ne gibi bir seviye, bir üst retorik ve bir farkındalık düşlüyorsunuz özellikle genç kuşaklar adına? ben bazı genç kuşak yazarların çizgisini olumlu buluyor ve onaylıyorum. kolaya kaçmayan bir kuşak var ediyor kendini son yıllarda. ancak bu tam tersine de dönebiliyor kimi zaman. bilişim teknolojisine bizden daha erken egemen olmalarının ne getirip ne götürdüğünü ise zaman gösterecek. Tabulu ideolojilerin ve tabulu edebiyat bilirkişilerinin topuna karşı hele ki günümüzde nasıl bir çift lafı daha vardır oturmuş kalıpları bile isteye ve pek de güzelce yerle bir ederek yazagelmiş edebiyatçı, aydın, savaşçı Leylâ Erbil’in özellikle bu söyleşide dile getirmek üzere? “Kalan” bir manifesto... Hınç da var duygusunda kitabın dört başı mamur, hırs da... Söz konusu bahislerin bütününe dair yaklaşımınız imtinasız yine hep olduğu gibi… Iskalamadan, sonuna kadar giderek, sınırsız, ketsiz bir lügatla, bedenini öne doğru omuzlarıyla savurarak, şevkle, yurtsever bir heyecanla, öfkeyle, hınçla, yuhla, helal olsunla, vecdle, şefkatle, iyilikle, şerle, huzursuzlukla, huzurla, ak ile pak ile, kara ile, vicdan ile yemyeşil çayırlardan ve dahi gri tımarhane odalarından ve dahi göklerden ve daha yerlerden dikilerek, diklenerek, omzu dik başı ilerde ama asla eğilmeyerek bükülmeyerek seslenerek yazılı... Tirad gibi, mesel gibi, tarihle hesaplaşarak, geçmiş ile gün arasında yıldız kapısı açarak, yazılı... Bir çizgi ötesi daha, uzam aşırı daha, ezber bozan daha... Erkin, yanan çağın derdi var yine Leylâ Erbil ile... Yakın takipte çünkü Erbil, enselerinden tutmuş, sıkmış, sarsıyor ha babam... Sevilmiyorsunuz Leylâ Hanım farkındasınız... Biz okurlarınız değil kastettiğim malum... Açar mısınız “Kalan”daki bu duyguları, yola çıkışı, bir kez da ¥ ¥ ha to ezberle me hes düpedü yaklaşım sevg la beni telikler ilgilenm elbette da! Kitaptan… karşısında şok geçirdiğinden söz eder. (insan ve sembolleri. c.g.jung. okuyanus yayınları) ayrıca bizimkinden başka bir bilinç taşıyan bu insanlar “çalılık ruhu” diye başka bir ruh taşıdıklarına da inanırlar, kendilerinden farklı gördüklerine yaban hayvanı gibi bakarlar ve öldürürler de! “kalan” adlı kitabımda bu çağrışımla, günümüzde de bazı insanların o tür bir bilinç aşamasında kalmış, oradan çıkamamış olabileceklerini dile getirdim. kendilerine yabancı gelene karşı bu “çalılık ruhu”nu halâ taşıyanlar, korunma içgüdüsüyle saldırganlaşırlar. buna örnek olarak da “madımak otelini” allahü ekber sesleri içinde yakan sofulara gönderme yaptım. halkın animist olaylara yakınlığı bu durumu hep körüklemiştir. kitapta gogmogog adlı çalı adamlar var. bunlar, bahçesinde kalmalarına izin verilen evi yavaş yavaş işgal eder gecekondularını kurarak kuşatırlar evi; bugünkü istanbul’un ya da ülkenin kuşatılması gibi. giderek ev sahiplerini fatih camiine tıkarlar yakmak amacıyla ama bazı nedenlerle yakamazlar. o nedenler de kitabın ileriki sayfalarında açıklanıyor. yakma olayı bi alan”ın tanıtım toplantısında şöyle demiştiniz: “Ben, klasik ölçülerin dışında bir şey yapmak istemiştim, ama yayınevi tarafından roman olarak yazıldı. Kitapta bir imge var. O imge, Yecüc ve Mecüc’ü gösteriyor. ‘Çalılık ruhu’ denilen kavramdan çıktı. Çalılık ruhunda ilkel insanların bilinciyle kendi bilincimiz arasında bir fark var. İlkel insan, kendisi gibi düşünmeyen, kendisinden farklı bulduğu şeyi yaban hayvanı gibi gören kişidir. Ben çalılık ruhunu bizim oradan hayatımıza getirerek mesela Madımak Oteli’ni düşünüyorum. Oradaki insanlar da ilkel bilinçten kurtulamamış kişiler. Kendilerinden farklı olanı öldürmeye kadar giden insanlar.” Bunu anlatır mısınız ilk soruda? c.g.jung, ilkel insanda antrapologların “misoneizm” adını verdiği bir batıl korkuya değinerek onların yeni olaylar 2011 “K Kitaptan... “KİM ALİM YOK “Ka “sevgili Yaralı i odaklı dinden belalar doğasın mini, b akıllısı, si, safla zengin, emekçi evet giz hın cez ha çook hibi ulu zebella zayıfı m for bom demok ve ham komple bedelle Muham bidosu tüm o y inançla ları, ma manlar tünüyle gulama mayın! denlerl ma lük nın? hak kede ya gan olm vermey bu den kurtlar sayısal bu ülke lukları muyuz ‘BİZİ GÖR “Ka ıskalam Faşist d Müslüm kısası t rinde.. le geld nasıl ha nelde g cemaat zim on gözleri sakız e patlata güveler kilitlen nasınd kostüm kan sah nın diy yüreğin ya azm rin yan mışlık CUM ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1139
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle