Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Haydar Karataş’tan ‘Gece Kelebeği’ ’ Gecenin romanı Haydar Karataş’ın Gece Kelebeği adlı romanı, karanlık bir gecenin romanı. O gecede ne ay var ne de bir yıldız. Kapkaranlık bir gece. Üstelik uzun mu uzun. Dersim Katliamı sonrası, bu topraklara çöken karanlık günler, aylar, yılların öyküsü. Ë Ali BALKIZ ldürülenler öldürüldü, sürgün edilenler sürüldü, ya geriye kalanlar? Kadınlar, çocuklar ve sakatlar. Geriye kalanların yaşam savaşı. Devletle, birbirleriyle ve doğayla sürdürdükleri çetin bir savaş... Hem birbirlerine mecbur hem de rakip insanlar. Yakılmış köyler, yıkılmış evler, el konulup götürülmüş hayvanlar; ne ekilecek bir tarla var ne sağılacak birkaç keçi, koyun, ne patates, pancar ne de buğday. Bir avuç arpanın, bir avuç altın değerinde olduğu günler. Bir avuç altının beş para etmez değerinde olduğu yıllar. Altın yenilmez ki; ot yiyorlar, ağaç kökleri, yaprakları. Lakin kış uzun. Her şey kar altında. İyi ki yazdan kuruttukları otlar var. Bir de ayılardan arta kalan yaban armutları. Yastıkları, döşekleri, yorganları meşe yaprakları. Giysileri yırtık pırtık palas (çuval). Evleri meşe kovukları, sel çukurları, mağaralar. Umutları bahar. Ama bahar aynı zamanda asker demek ve elbette çekirge sürüleri. Askerin postallarla ezdiği arpa tarlasının üstünden bir de çekirge sürüleri geçince, gelinen yer yine gece ve açlık demektir. Romanın iki kahramanı var. Kocası ve oğulları öldürülen Fecire Hatun (Fecire: Zazacada gün atımı anlamına geliyor) ile babasının kesik başını görünce dili tutulmuş olan küçük kızı Gülüzar. Annekızın yaşadıkları. Annenin kızına söğüt dallarından örerek yaptığı oyuncak bebek Perperıka Söe’nin (gece kelebeğinin) çevresinde Gülüzar’ın dilinden (gönlünden) anlatılan bir dönem ve bir coğrafya. Şiirsel bir dil. İnsanı sarıp sarmalayan, alıp o yıllara götüren, yiyip içtiklerinizi boğazınıza düğümleten, hem bir roman hem bir belgesel hem tarih hem sinema hem de insan. İnsan türünün bütün özelliklerinin, güzellikleri ve çirkinlikleriyle belirginleştiği koşullar. Hainler, muhbirler, işbirlikçiler, hırsızlar ve kahramanlar. Aklı başından gidenler, delirenler, intihar edenler, kokmuş cesetler, bir ineğin, bir keçinin sütünü paylaşanlar. Açlık paylaşılır mı? Açlığı paylaşanlar. Aç Kürtler, aç Ermeniler ve dil bilmeyenler, devlet adamlarıyla konuşamayanlar. Her şeyi bilebilirsiniz. Ama dil (devletin dilini) bilmiyorsanız, hiçbir şey bilmiyorsunuz demektir. Muhacirlerden tercümanlar. Tercüme bedeli kaç köyü, kaç çocuğu ölümden kurtaran bir inek ise eğer, ne ağır bir bedeldir bu. Fecire Hatun’un küçük kızı Gülüzar’a anlattığı masallar; kutsal dağlar, ziyaretler, ocaklar, mumlar, cemler, ozanlar, dedeler, sazlar, semahlar, turna kuşları ve yer yer geriye dönüşlerle Seyit Rıza ve müsahiplerinin başına gelenler. Onur Öymen’in, “Analar Ağlamadı mı?” sorusu ile yeniden anımsanan Dersim coğrafyasında o yıllarda yaşananların bir kez daha gündeme gelmiş olması, konuya dair yapılan yayınlar, diziler, belgeseller, anma etkinlikleri; bu tür katliamların bir kez daha yaşanmaması adına, devletin özür dilemeye, kendi tarihimizle yüzleşmeye çağrılması; Başbakan Erdoğan’ın bu konuyu bile istismar etmesine karşın yararlı oldu. Haydar Karataş’ın bu romanını da, yazınsal anlamdaki değeri dışında, bu çerçevede de değerlendirdiğimizde oldukça katkı sağladı. Tüm bunlara karşın romanda bir güzele, “İyi ama yanağında ben var” deyişinde olduğu gibi hatalar da yok değil. Romanın, küçük kız Gülüzar’ın dilinden aktarıldığına değinmiştik. Yazar zaman zaman bunu gözardı ediyor. Dersim Dağlarında, açlık, yokluk, korku içinde, elinde söğüt dalından oyuncağı ile annesinin peşinden koşan, Türkçe de bilmeyen Gülüzar’ın yerine, kendisi konuşuyor. Örneğin, “Şimşekler, gök gürüldemeleri ile beraber fındık büyüklüğünde dolu yağmaya başladı” diyor. Oysa Gülüzar, “fındık” nedir bilmiyor, “ceviz” dese, “meşe palamutu” dese anlaşılabilir ama o coğrafyada ne fındık var, ne de Gülüzar fındığı tattı, tanıdı. “Koyunumuz, ben ve annem. Tek varlığımız koyunumuzdu. Hayatta kalma hayalimiz onun memelerindeki sıvıya bağlıydı.” Gülüzar, “sıvı” yerine “süt” derdi. “Konuşmuyordu, koyuna deh dahi demiyordu.” Koyuna, “hadi yürü” anlamında “deh” denmez. At, eşek ve katır’a “deh” denir. “Katırlar (...) boyunlarındaki heybenin içine doldurulmuş yonca otunu yerlerdi.” “Yonca otu” değil, “yonca.” Ayrıca; yonca, heybenin dışına da doldurulmaz ki. Son bir şey: “karlar” değil, “kar.” Gece Kelebeği, bir yandan da Hasan İzzettin Dinamo’nun Savaş ve Açlar romanını anımsatıyor. Asıl sürpriz, romanın sonunda. Onun tadını okuyucuya bırakmak isterim. ? Gece Kelebeği/ Haydar Karataş/ İletişim Yayınları/ 256 s. 3 KASIM 2011 ? SAYFA 19 bâbilgiler 4 yılın75 yılNişaman ür’r Rile bir ilginlenan tir, yazplıkla oyutlaratıklasıraen bu orlayıcı amanla yeniir kayarı; kor ve ayıya oğuların er, bey engin en kük oğulaman aktarllarınklı detı küldiğie bu ağını a bir a sevolan ”ı okuamıyor n öz Ö asına rmiş. / laklanasına Anası sacın kurtunın elidili1133 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1133