Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K 14 Şubat Dünya Öykü Günü için, BUYAZ (Bursa Yazın ve Sanat Derneği) adına Şaban Akbaba’dan aldığım çağrıyla başladı her şey. Gerçekten bu tarihte 2. Bursa Öykü Günleri için Bursa’da oldum. Bursa serüvenim de böyle başladı… Daha öncelerde Metin Güven’le, Alper Akçam’la, Ramis Dara’yla, Hakan Akdoğan’la, Serap Gökalp’le, Kemal Selçuk’la merhabamız, söyleşmelerimiz olmamış değildi. Kimileri ayaküzeri de olsa. Hatta Akçam’ın aracılığıyla Bursa’da düzenlenen bir sanat festivaline çağrılmış, katılamamakla birlikte, “matematiksel estetiğin yazınsal estetiğe dönüştürülemezliği” üzerine kaleme aldığım bir bildiriyle etkinlikte yer almıştım. İki kez de kitap fuarına katılmıştım söyleşiler için. Akatalpa’yı izliyordum ya, Bursa, yazınsal açıdan bir bilinemezlik kentiydi yine de benim için. Öykü günlerinde Bursa kentine, kent kültürüne de giriş yapmış oldum, en azından başlangıç anlamında… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Kentlilik kültürü açısından Bursa ve yazın... yıkıcı etkilerini en aza indirebilmek de belli ölçüde sağlanabilir./ Geriye bakmak gerilemek değildir; geçmişi irdelemek, kendimizi keşfetmeye ve geçmişten güç almaya bir başlangıç da olabilir.” Kent bilgisi, kültürü, kentlilik, kenttaşlık bilinci denilen olgu bu değilse nedir? Ancak bu aşamaya varabilmek için toplumbilimsel açıdan Batı’nın Rönesans’la, Aydınlanma’yla yakaladığı düzeye ulaşmış olmak, kentin tüm kurumlarıyla modern ölçekte yaşama geçmesini beklemek gerekiyor. Türkiye’de bunun adı cumhuriyettir hiç kuşkusuz. Raif Kaplanoğlu da kitabının “Önsöz”ünde, “bunun bir siyasal tarih çalışması olmayıp bir kent kültürü tarihi” olduğunu söylerken bu gerçekliği vurguluyor bir bakıma: “Bugün yaşadığımız kültür ve uygarlığımızı, elbette cumhuriyete ve cumhuriyet devrimlerine borçluyuz. Ülkemizin son 7080 yılda yaşadığı değişim ve gelişmeler, cumhuriyet öncesinin yüzlerce yıllık gelişmesinden daha fazladır. Ancak hiçbir toplumsal gelişme yoktan oluşmaz, geçmiş kültür ve uygarlığın üzerine bina eder. En basit anlatımıyla, Meşrutiyet’in modern okullarından biri olan Şemsi Efendi okulu olmasaydı Atatürk’ün cumhuriyet fikirleriyle yetişmesi çok güç olabilirdi.” Muhlise Yıldız Güvendirer’in “Atatürk’ün Bursa Nutku’nu Anlamak ve Devrimlerin Korunmasında Örgütlü Düşüncenin Rolü” (Bak.: Bursa Araştırmaları, Güz 2009, s.26) başlıklı yazısı da bir yol açıcı metin olarak alınabilir bu bağlamda. Şu kısacık özet bile Bursa’nın kent kültürü için bir dayanak oluşturmuyor mu sizce de? BURSA’DA KENTLİLİĞİN ÖLÇÜTLERİ... Ortak payda kentlilik ise kentsel değerlerin bulgulanıp geliştirilmesi bir zorunluluk olacak demektir… Ne var ki Çivici Konağı 1964’te “yerine apartman yapılmak üzere müteahhide veril(irse)” (Özdemir; 5), “Projesini Alman mühendisler(in) yaptı(ğı) Sultan Reşat döneminde (8 Temmuz 1911) temeli atıl(an)” (Bak.: Hacı Tonak; Nâzım Hikmet’ten Deniz Gezmiş’e Bursa Cezaevi”, Bursa Araştırmaları, Kış 2008, s.19), Nâzım Hikmet’in varlığıyla bambaşka değer kazanan Bursa Hapishanesi, onca karşı koymaya karşın yakın zamanda, “1 Aralık 1992 tarih ve 699 sayılı kararla” (Özkılınç; 177) yıkılırsa bu ortak payda nasıl var edilebilir Bursa’da? Buna benzer kimbilir nice örnek söz konusu… Yıkılanlar, yok edilenler bir yana ileride nelerin köküne kibrit suyu ekeceğiz; ilkçağ, ortaçağ barbarlığını yeniden canlandıran ruh hezeyanıyla neleri yakıp kurutacağız, izini silip süpüreceğiz bilmiyoruz… Böyle körleme gidişle kentlilik paydası var edilebilir mi hiç? Mimar Mithat Kırayoğlu’yla, Çekirge Mahallesi Muhtarı Mehmet Taşkeser’le Servinaz Kaplıca Otelinde gezinip Hüsnü Güzel Çay bahçesine geçiyoruz. Servinaz ki, Piraye Hanım’ın bir faytonla çıkageldiği bir otel. Hüsnü Güzel ki, Nâzım’la Piraye’nin dinlendiği, küçük Memet Fuat’ın havuzunda oyunlara daldığı bir çay bahçesi… İkisi de sırt sırta vermiş şimdi zamana karşı. Oturup yüzlerce yıllık çınarların gölgesinde çaylarımızı yudumluyoruz geçmişi belleğimizin süzgecinden geçirerek. Sönmez ailesi, yörede geniş bir alanı satın almış. Kırayoğlu’nun tasarımıyla otel yapılacakmış. Ancak Kırayoğlu, Nâzım’ın kaldığı odanın korunacağını, buranın küçük müzeye dönüştürüleceğini söyleyince bir soluk koyuveriyorum. Nâzım, buracıkta olsun çınarlarıyla yaşamayı sürdürecek demek ki… Ne diyelim; buna da mı şükür? Bir kenti, kentlilik ölçeğinde değerli kılan niteliklerin ba Şaban Akbaba olmasaydı Güney Özkılınç’ı tanıyamaz, onun tam da o sıra sıcağı sıcağına yayımlanmış Nâzım’ın Bursa Yılları (Evrensel, Şubat 2010) adlı “anıbiyografi” kitabıyla buluşamaz, bunun önümde açtığı bir başka olanak kapısı fırsatını da yaşayamazdım belki. Sonradan okurdum kitabı elbette. Nitekim okumakla kalmayıp ona “Kitaplar Adası”nda da yer açtım. Ne ki belgesel çekmek için yine de etkilemeyebilirdi beni bu. Bursalı yazıncılarla yaşadığım birliktelik çok başka biçime dönüştü böylece kısa sürede. On gün sonra yeniden Bursa’daydım. Bu kez belgesel ekibimizle birlikte. Güney Özkılınç’ın danışmanlığında çekimlerine başladığımız belgesel için sıklıkla Bursa’da alacaktık soluğu artık… Rastlantıyla yakalanan böyle fırsatlar her zaman çıkmıyor insanın karşısına. Bunun gibi uzunca bir süre belirli aralıklarla gittiğinde bir kente, içeriden bakışla bir başka biçimde tanıyabiliyor insan orayı. Şu aralar Bursa da işte böyle benim için… BURSA; BİR MÜZE KENT... Güney’in aracılığıyla kenti sokak sokak, nokta nokta tanımanın ötesinde Bursa’da bir kent kültürünün oluşmasında gönüllü çabalar sürdüren, bu anlamda kentine emek veren, bundan mutluluk duyan insanları da tanıdım… Araştırmacı yazarlar Nezaket Özdemir’i, Raif Kaplanoğlu’yu anabilirim bunlar arasında. Mimarlığı ile kent kültürünü aynı paydada buluşturmuş Mithat Kırayoğlu’yu, babasından sonra bu geleneği yirmi beş yıldır da kendisi sürdüren Çekirge Mahallesi Muhtarı Mehmet Taşkeser’i ekleyebilirim bunlara… Andıklarım ilk ağızda hemen sayıverdiklerim kuşkusuz… Yeni gidişlerimde tanışacaklarımız da olacak ayrıca. Bu kişilerden hem kentle ilgili çalışmalarını, hem de anılarını dinleme olanağı bulabilmek de güzeldi… Adlarını andığım, anamadığım nice değerli Bursalının, Bursa severin katkısıyla kafamdaki Bursa’ya da harç taşıdım. Bursa’yı tanıyıp, kafamda onu yeniden yapılandırarak kendi kentim kılmaya çalıştım. Yeter ki öğrenmeye açık olun siz… Nezaket Özdemir’in Çekirge Köşkleri (Sentez, 2007), Raif Kaplanoğlu’nun Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Bursa/ 18761926 (Avrasya Etnografya Vakfı, 2006) adlı kitapları, Bursa’ya kuşbakışı göz atabilmek, coğrafi, tarihsel uzamında kenti kabaca tanıyabilmek, Bursa’da kent kültürüyle ilgili bir taban oluşturabilmek açısından adı anılabilecek yapıtlar. Özdemir, amacının “bir yerel tarih çalışması” (98) olduğunu söylediği kitabının “Giriş”inde, kent kültürü dediğimiz olguyla yüzleştiriyor bizi: “Bir kent, parçaların oluşturduğu bütünlük olarak algılanır. Bu bütünlüğü ayrıştırmak, bütünlüğün gerisindeki elemanları irdelemek kent tarihinin mikro boyutta ele alınması anlamına gelir. Bu boyutta bir çalışma kentin rafine edilmesidir. (…)/ Bir biçimde kentlerin dilini çözmek gerekir. Çünkü bir kent yalnızca yollar, binalar, coğrafi alanlar ve o alanlarda yaşayan insanlardan ibaret değildir. Kentlerin de bir yaşamı, doğal özellikleri, öz değerleri, zenginlikleri, felaketleri, şansları ve şanssızlıkları vardır.” “Gelişme ve büyümenin kaçınılmazlığı karşısında, değerlerin korunmasına yönelik önlemleri alamayışımızın getirdiği yozlaşmayı ortak sorunumuz olarak kabullenebilmek bir başlangıç noktası olabilir mi? (…) Değerlerimizi keşfederek ve geliştirerek ortak paydaya hizmet etmekle, daha yaşanılası bir kent oluşturmak mümkün. Bu sayede sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirebilmek ve kültür emperyalizminin şında, yaşayan tiyatro topluluğu ile oyun sergilemeye elverişli salonu geliyor bana göre. Çünkü tiyatrolar, kentlerin düş kurma işlikleri, bu nedenle ilk kurtarılması gereken değerleri. Bursa, bu çerçevede ülkemizin en önemli kentleri arasında yer alıyor. Çünkü modern tiyatronun Bursa’daki tarihine bir göz attığımızda, karmaşık bir varoluş kavgası vermekle birlikte bunun oldukça gerilere gittiği görülüyor. Uğur Ozan Özen, Bursa Devlet Tiyatrosu’nun ellinci kuruluş yıldönümü için hazırladığı yazısında bir özetçe olarak şu bilgiyi aktarıyor: / “…Bursa şehrinde çağdaş tiyatro temsili 1879’da yapılmıştır. (…)/ İstanbul’da tiyatro, Güllü Agop’a tekel hakkı verilerek devlet tarafından desteklenirken; 1882 yılında ‘tiyatro ile uğraşmak’ Ahmet Vefik Paşa’nın valilikten azlinin nedenleri arasındadır./ Şehirde tiyatronun tekrar etkin hale gelmesi ise 1932 tarihinden sonra Halkevleri tiyatro komitesinin çalışmaları sonucu olmuştur.” “1946 tarihinden başlayarak 1950’ye kadar çalışma alanlarındaki faaliyetler azalmış… 1957’de ödenekli tiyatro kurulana kadarşehirde tiyatro etkinliğini kaybetmiştir.” Yukarıdaki bilgilerin yer aldığı, yaklaşık on yıldır yayınını sürdüren Bursa Araştırmaları dergisi de (Bak.: Kış 2010, s.27) kuşkusuz kentteki paydaşlıkta önemli bir değer! YARATICILARIN BURSA’YA KAZANDIRDIĞI DEĞER... “Kent tarihi ve kültürü dergisi” olarak yayınını sürdüren “Bursa Araştırmaları”nın yanında sesini tüm Türkiye’ye duyuran yazın dergileri de yaşıyor Bursa’da. Geçmişte Yeni Biçem vardı, günümüzde Akatalpa sürüyor. Bunlara bir yenisi daha eklendi. Bir kitap dergisi olarak Çinikitap da varlık gösteriyor artık kentte. Görülüyor ki yazıncılarıyla yayımladıkları dergiler, yapıtlar, hatta yaşam alanları bir kentin kentlilik paydasında önemli değerler arasında. Nâzım’ın on yıl boyunca kaldığı Bursa Hapishanesi de elbette! Şu yakınlarda yitirdiğimiz şair Metin Güven’i de düşünürsek, bu değerlere sahip çıkmanın da bir kentlilik gereği olduğu kestirilebilir kolayca. Sonuçta, yaşanan nice yıkıma karşı, yine de son on, on beş yıldan bu yana, oldukça dikkat çekici bir yükselişin gözlendiği söylenebilir Bursa’da. Bursa odaklı yazınkültür dergileri, tiyatro yapmaya yönelmiş topluluk sayısındaki görece artış, kitap fuarları, öykü günleri, yazar örgütlülüğü bağlamında BUYAZ’ın kuruluşu kent kültürünün gelişip serpilişinde önemli uğraklar olmalı. Bursalı yazıncılardan yayılan bu yüksek kentlilik bilinci üzerinde nece durulsa yeridir. Kentte etkinlik gösteren şairlerle yazarlara topluca göz atıldığında ise pek çok ada rastlanıyor. Eksiklikler taşıyacağını bilmekle birlikte dosyamdaki adlara bakarak bunları anmadan geçmeye gönlüm razı olmuyor yine de. Şaban Akbaba, Hakan Akdoğan, Yılmaz Akkılıç, Nursel Aras, Muhsine Arda, Yücel Balku, Necla Çandağ, Bahri Çokkardeş, Ramis Dara, Nuri Demirci, İhsan Deniz, Melih Elal, Nadir Gezer, Serap Gökalp, Tenzile Güler, Metin Güven, Süreyya Güven, Hilmi Haşal, Mehmet Kaplan, Raif Kaplanoğlu, Aysel Karaca, Erdem Katırcıoğlu, Alev Kutluözen, Hüsam Kurt, Mustafa Muharrem, Nezaket Özdemir, Cüneyt Özkurnaz, Güney Özkılınç, Şafak Pala, Kemal Selçuk, Hacı Tonak, Meriç Utku, Serdar Ünver, İhsan Üren, Yusuf Yağdıran, Betül Yazıcı, Şenol Yazıcı, Serap Yenilmez, Halide Yıldırım, Halime Yıldız, Pelin Yılmaz vb. Yukarıda andıklarımdan bir bölük Bursalı yazarla, verimleriyle birlikte olacağız ileriki haftalarda…? SAYFA 29 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1072