Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
30 yıl sonra... Herkesin bir 12 Eylül’ü var Ömer Asan’ın yayıma hazırladığı 12 Eylül Sabahı, darbenin ilk saatleri ve ilk etkilerini anlatıyor. Aynı olaya farklı pencerelerden bakanların söyledikleri önünde sonunda bir noktada buluşuyor; Türkiye’nin o sabahtan başlayarak geri döndürülemez biçimde değiştiği görüşü ağır basıyor. Ë Ali BULUNMAZ oğru söylüyor Adalet Ağaoğlu; “darbelerin darbesi” 12 Eylül. An’a darbe vuran, anıları alıp götüren; üstüne, karanlık ve ucube anılar seren bir gün. Sadece başlangıç. Sabahın dördünde hem de, erkenden. 12 Eylül Sabahı, o erken saatlerden bir akis; darbelerin darbesinin, darbe üstüne darbe indirdiği bir ülkenin tarihinde kara bir yaprak: “Hesaplaşalım” derken, ona yeni bir kardeş getirmeye hazırlananları var eden tarih, gün, saat… Herkes kendi 12 Eylül’ünü yaşadı 30 yıl önce, o 12 Eylül herkesin oldu sonra; kimse “ben” diyemedi. Ortaklaşa acıların, karartmaların, hapisliklerin; ayrı ayrı ama yan yana ölümlerin işaret fişeğiydi o gün. 12 Eylül Sabahı, bunun kitabı biraz da. Gerçek balyozun hikâyesi… Unutmak ölmenin yarısı, yalan yanlış bilmek bir koma hali, olup bitenle hesaplaşmak yerine ona sarılmak ise ihanetin kendisi. Ama şunu hiç gözden ırak tutmamalı: Karanlıkla hesaplaşacaklar, o karanlıktan geçenler; onunla ya da onun sayesinde var olanlar değil. 12 Eylül Sabahı’nın yazarları, o tünele girenler biraz da… 12 Eylül sabahı herkesin; hayatta olanların, olmayanların ve hayatta kalamayanların. Sürüklenilen sapa yolda 12 Eylül, hemen öncesi ve sonrasıyla daha bir önem kazanıyor böylece; pek çok şeyi anlamsızlaştırarak. Sokak kapısını, pencereyi açar açmaz tankla tüfekle yüzleşmek; ölüm sessizliği, anlamsızlığın başlangıcı… Didem Görkay, bu anlamsızlığı özetlemiş bir cümleyle: “12 Eylül arkasında hiç unutulmayacak acılar bıraktı, bir de ömür boyu babasının gittiği yaşta kalacak küçük kızlar…” En darbeci benim edasıyla “başaran bizim çocukların” başının Türkiye’yi tutuşturduğu, kimilerinin şuursuzca “iyi oldu” dediği, kimilerinin hayatının eksenini kaydıran o sabah, geleceği çaldı. Kitaptaki her hikâye, her gerçek hikâye bunu anlatıyor aslında. Toplum mühendisliğinin en önemli uygulamalarından birinin başlangıcıydı o sabah; etkisini yıllar boyu sürdürecek, beyinleri boşaltacak, insanları apolitikleştirip arabeskleştirecek... Selçuk Şahin’in kitapta belirttiği gibi “demokrasi ve hukuk dışı her davranışı kabullenmeye hazır” bir kitle yaratacak tam bir darbeydi yapılan. Beşibiryerde “bizim çocuklar”, acaba neyin altına imza attığını, ülkenin geleceğini nasıl yok ettiğini biliyor muydu o sabah? Hem evet hem de hayır. Asıl trajik olan da bu zaten; 12 Eylül Sabahı’nda, o günü, gerçekleşen darbenin ilk saatlerini kendi penceresinden aktaranların yazılarından çıkan sonuçlardan biri bu işte: Darbeye uyanan bir ülkenin uyutulması… Evet, herkesin bir 12 Eylül’ü; uyandığı bir darbe sabahı var. 30 yıl önceydi; 30 yıl sonra bir daha, bu defa topsuz tüfeksiz, askersiz ve köteksiz olanını yaşamak mı? Ona da hayır… ? 12 Eylül Sabahı/ Yayıma Hazırlayan: Ömer Asan/ Heyamola Yayınları/ 334 s. D 12 Eylül: Türkiye’yi “hizaya” sokan darbe... Yannis Ritsos Rumluk, Yaşlı Kadınlar ve Deniz Yunan şiirinin en önemli isimlerinden biri olan, çektiği sıkıntıları, ülkesindeki savaşı ve sonrasındaki yoksulluğu, hayatı boyunca bir gölge gibi yanında taşıyan, şiirlerine aktaran Yannis Ritsos’un Rumluk,Yaşlı Kadınlar ve Deniz ismiyle okuyucuyla buluşan şiirleri, topraklarını işgal edenlere karşı direnen, onurları için savaşan erkeklerin mücadelesini dile getiriyor. Ë Didem GÖRKAY itsos’un işgal ve iç savaş yıllarında yaşadığı acıları, yaşanan yoksulluğu ve ezilen halkın çekmek zorunda kaldığı sıkıntıları, özgürlük, eşitlik uğruna verilen mücadeleyi dizelerine aktardığı “Rumluk”un orijinal adı “Romyosini.” Halk anlamına gelen Romyosini, “Rumluk”un önsözünü kaleme alan Özdemir İnce’nin de belirttiği gibi gerçek bir sevginin şiiri. Rumluk, Ritsos’un halkına ve bütün insanlığa duyduğu sevginin, naif bir dille dizelere dökülüşü. Ritsos bu şiirini yazarken pek çok şairden farklı olarak kendi halkının yanı sıra, insanlığı ve bütün halkları hümanist anlayışla kucaklar. Ritsos’un “Rumluk” ve “Yaşlı Kadınlar ve Deniz” isimli şiirleri geçtiğimiz günlerde Kırmızı Yayınları tarafından basıldı ve okuyucuyla buluştu. Bu şiirinde topraklarını işgal edenlere karşı direnen, onurları için savaşan erkeklerin mücadelesini dile getiren Ritsos, “hepsi açtır bunca yıl, susuzdur, ölmekteler/ karadan ve denizden kuşatılmış durumda/ kavurmuş tarlalarını sıcak, tuzlu su basmış evlerini/ yıkmış kapılarını rüzgâr, meydandaki/ birkaç leylağı köklemiş/ paltolarının deliklerinden girip çıkmaktadır ölüm/ acıdır dilleri servi kozalağı gibi/ gölgelerine sarınıp öldü köpekleri/ dövmekte şimdi yağmur kemiklerini” dizelerinde de olduğu gibi kullandığı imgeleri adeta okuyanın gözleri önüne getiren bir görsellikle bezemekte bu uzun şiirini. Ritsos, yaşanan bütün acılara rağmen umudunu hiç kaybetmediğini şu dizelerle dile getirir: “Ve tomurcuklanacak nar ağacı/ bebeğin ilk gülüşü gibi pırıl pırıl gün ışığının bağrında/ ve sonra taşa oturup yüreklerini okuyacağız bütünüyle artık/ okurcasına ilk kez dünyanın tarihini.” Ritsos 1958 yılında Sisam Adası’nda kaleme aldığı “Yaşlı Kadınlar Ve Deniz” isimli şiirinde ise kadın imgesinin önemli bir yere sahip olduğunu gösterir. Çağlar boyunca pek çok görevi üstlenen kadın, her şeyden önce insanlığın sürekliliğini sağlar. Yaşlı bir anneden, genç ve güzel Helena’ya bütün kadınlar sonsuzluğun, Yannis Ritsos R varoluşun simgesidir. Tiyatroya da uyarlanan “Yaşlı Kadınlar Ve Deniz” şiirinde Ritsos güz başlangıcında, geceye direnen bir günbatımında evlerinin önüne oturmuş denizci çocuklar hatta torunlar yetiştirmiş yedi yaşlı kadının deniz, yalnızlık, sessizlik, ölüm, yaşam, hakkındaki düşüncelerini kaleme alır. Deniz onlar için bir yaşam biçimidir, hayattır, sahip olduklarını ona getiren ama onlardan da alandır. Deniz hayatlarındaki belirleyici unsurdur, sonsuzluktur. Yaşamlarındaki tüm zorluklara rağmen mutlu olduklarını belirten kadınlar denizin hayatlarındaki hâkimiyetini kabul etmişler, kendilerini onun hırçın kollarına bırakmışlardır. Denizle özdeşleşen hayatlarının, yetiştirdikleri çocukların, yaşadıkları güzel günlerin ardından yaklaşan sona doğru geçmişe bir özlem duyarlar. Özdemir İnce’nin ve Herkül Millas’ın özenli çevirisi ile Kırmızı Yayınları sayesinde okuyucuyla buluşan Rumluk Yaşlı Kadınlar Ve Deniz her okuyucunun kütüphanesinde mutlaka bulunması gereken bir eser. ? Rumluk, Yaşlı Kadınlar ve Deniz/ Yannis Ritsos/ Çeviren: Herkül Millas, Özdemir İnce/ Kırmızı Yayınları/ 120 s. SAYFA 22 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1072