22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Robert Winston, BBC’de yayımlanan Tanrının Öyküsü adlı belgesel diziyi, dinleri çıkış noktaları ve temel esaslarıyla birlikte ele alarak, insanın bu Tanrı fikrine nasıl ulaştığını gösteren Tanrının Öyküsü bir kitaba dönüştürüyor. Altını çizdiği yerler kadar eleştirdiği noktaları da belirtmekten çekinmeyen Winston, kişisel deneyimlerini aktarmayı ve yüzyılımızın din algısıyla bağlantılar kurmayı da ihmal etmiyor. Ë Sinan KÖSEOĞLU irminci yüzyılın başlarında fizikte kaydedilen gelişmeler, insan aklının zaten epeydir, sski Yunan’dan bu yana kuşkulandığı “mutlak doğru” kavramının iyice şüphe götürür hale gelmesine yol açtı. Görelilik ve kuantum kuramlarının felsefeye yansıması, “mutlak doğru” kavramının yerine “uygunyararlı” kavramının konmasına ve nedensonuç diyalektiğinin tartışılır hale gelmesine yol açtı. Bu gelişmelerin ayırdına varmış önemli çağdaş bilginlerden biri olan Robert Winston, Tanrı’nın öyküsünü nasıl bir yöntemle araştırdığı konusunda bize şu cümlelerle ipu Robert Winston’dan ‘Tanrının Öyküsü Y cu veriyor: “Ben bir tanrıtanımaz değilim. Tanrı’nın doğasını anlamış gibi yapmıyorum; ahlak kurallarımızın insan yapısı olup olmadığını, bir genetik programın parçası ya da Tanrı’nın armağanı olup olmadığını bilmiyorum. Ruh kavramını tam olarak anlamıyorum ve ölümden sonra bir yaşam olup olmadığı hakkında da hiçbir fikrim yok ama Tanrı’nın var olabileceğini kabul etmeye hazırım.” Winston’un araştırma yönteminin ardında yatan yaklaşım bence hem bilimsel kuşkuculuğun hem de yukarıda özetlediğimiz yeni bilimsel iklimin çok iyi bir örneği. Evet, artık hiç çekinmeden “mutlak doğru” diye bir şey yok diyebiliyoruz, sadece “uygunyararlı” olan var. Hiçbir kuram, varsayım, fikir zamandan ve mekândan bağımsız şekilde var olamaz. Bu felsefi önermenin, bundan 2 bin yıl önce ortaya çıkmış bir inanç sisteminin 2 bin yıl sonrası için de doğru kabul edilemeyeceği ya da Tanrı diye bir şeyin olmayabileceği görüşünü destekler. Çünkü Tanrı bir “mutlak”tır. Tanrı’nın varlığı iki kere ikinin dört etmesi gibi bir şeyse eğer, bu varsayıma fazla güvenmemek gerekir, çünkü iki kere iki Tanrının öyküsü insanın öyküsüdür Hayatın öykülere düşmüş hali her zaman dört etmeyebilir. İki kere ikinin dört ettiğini söylemek belli bir zaman ve mekânda doğru. Bu nedenle iki kere ikinin dört ettiğinin doğru olduğunu söylemektense “uygunyararlı” olduğunu söylemek daha anlamlı. İnsanoğlu bilemediği, anlayamadığı, denetleyemediği doğa güçlerine tapmış, iman etmiş. Önceleri Güneş’i açıklayamamış, doğup batmasını kontrol altına alamadığı için ona tapmış. Bugün ise onun ne olduğunu bilir ve yarın belki de onun doğup batmasını kontrol altına almak isteyecektir. En nihayet, hayal etmek yapmanın yarısıdır. Arthur C. Clarke’ın Jüpiter’i patlatıp ikinci bir güneşe dönüştürme ve böylece uydularından birinde yaşama elverişli yeni bir dünya yaratma hayalinin yarın gerçek olmayacağını iddia edebilir misiniz? Biz bugün bunu becerebilsek Afrika’nın ya da Güney Amerika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan ve belki de güneşe tapan “ilkel” insanlar, ikinci bir güneşleri olmasını doğaüstü bir olay olarak algılayacaktır. ÖLÜME ÇÖZÜM: TANRI! Eskiden güneşe tapıyorduk, şimdiyse onunla ilgili hayallerimiz var. 100 bin yıl önce bunu hayal edebilir miydik? Eğer insan cenneti yeryüzüne getirmeyi hayal ederse onu da yapabilir. Cenneti öte dünyaya yerleştiren de belki kendisidir. Hasan Sabbah “kötü” niyetliydi. Başkaları belki bunu “iyi” niyetle yapacaktır. Önce gök cisimlerini, atmosferik olayları, sonra ağaçtan, taştan oydukları cisimleri, sonra da soyut kavramları Tanrı yapan belki de aynı insandır. Einstein’ın özel görelilik kuramını ortaya atabilmesini sağlayan şey hayal gücüdür. Einstein ışık dalgasının üstüne binmenin nasıl bir şey olacağını hayal etmiştir. Bu hayali onun 19. yüzyıl biliminin durağan evren anlayışını yıkmasını sağlamıştır. İnsanoğlu doğa yasalarını, evrenin yasalarını anlamakta ilerlediği sürece, hayal ettiği, aklına koyduğu şeyleri yapacaktır. Bunun sınırı hiçbir zaman olmayacaktır. Winston bu kitabında tarihöncesi avcıtoplayıcı toplumlardan modern uluslara dek her türlü insan toplumunda şu ya da bu biçimde bir Tanrı fikrinin var olduğunu belirtir. Yazara göre, Tanrı’nın var olup olmadığı tartışmaya açık bir konu olmakla birlikte Tanrı Fikri’nin varlığı tartışmaya kapalıdır, çünkü bu fikir her türlü insan toplumunda gerçekten vardır. Winston bu fikrin tarih boyunca insanları bazen böldüğünü bazen birleştirdiğini belirtir. İnsan belki de 100 bin yıl önce bireylerin ölümden sonra yeni bir hayata adım atıyor olabileceklerinden, 30 bin yıl önceyse kendisini aşan birtakım büyük güçlerin var olabileceğinden kuşkulanmaya başlamış. Kim bilir, Güneş’in doğuşunu ve batışını denetleme fikri gibi Tanrı fikri de insan imgeleminin bir ürünüdür? Tanrı fikri, belki de insan zekâsının ölüm denen soruna bulduğu bir çözümdür. İşin kötü yanı, bunun böyle olup olmadığını belki de hiçbir zaman kesin olarak bilemeyecek olmamız. ? Tanrının Öyküsü/ Robert Winston/ Çeviren: Sinan Köseoğlu/ Say Yayınları/ 504 s. NOT: 1071. sayımızda yayımladığımız “Tanrının öyküsü insanın öyküsüdür” başlıklı yazıdaki hatalar dolayısıyla aynı yazıyı tekrar yayımlıyoruz. Okurlarımızdan ve yazarımızdan özür dileriz. SAYFA 23 Yüreklerde iz bırakacak hikâyeler Ë Ümran AVCI ki eliyle direksiyona sıkı sıkı sarılan genç adam diğer yandan gaz pedalına yükleniyordu. Hız kadranı dayanacağı son noktadaydı artık. Yanında oturan kadınsa az önce ayrılmak isteyen sevgilisinin sözlerini düşünüyordu yalnızca. Ne yolu, ne kamyonla burun buruna gelen aracın kaza ihtimali geliyordu aklına. Kendini anlatamamanın sıkıntısıydı yaşadığı yalnızca ve ayrılık acısı. Gaz pedalına yüklenen adam kendisiyle ölüme razı olan bu kadını test ediyordu aslında. “Uğruna ölecek sevgiliyi” bulmanın mutluğu vardı artık adamda. Kafasındaki test, kendisini gerçekten seven kızın bu tehlikeli yolculuğa ses çıkarıp çıkarmayacağıydı ki, bu testi kazanmıştı sonunda. Ve…” Devamı İhsan Yılmaz’ın Sınanmamış Kadın adlı on bir öyküden oluşan kitabında. Soru şu: Delice sevdiğimiz insanla ölümü göze almak mı, yoksa onunla yaşayıp, onunla yaşlanmak mı? Aynı kitapta bir sınav daha var sevgiye ve sevgiliye dair. “Sınanmamış kadın iffetli sayılır mı?” sorusunu sorduracak olan ve kitaba adını veren kilit öykü: “Sınanmamış Kadın.” Cervantes’in Don Kişot adlı eserinden esinle yazılan ve sadakat testine tutulan kadının ve bu testi uygulayan kocasının öyküsü. Öykü bittikten sonra bu kez akıllara sökün eden şu: “Sadakat test edilmeli mi?” “Sadakat testini geçen mi erdemlidir yoksa böyle bir sınavı kendinde hak gören mi erdemden yoksun?”, “Şüphe her türlü karanlığa çeken bir girdap mıdır yoksa giderilen şüphe yeniden ve daha kuvvetle bağlanmak mıdır sevdiğine.” “Sevgilimin aşkını sınamaya hakkım var mı? Peki, ya buna cesaretim?” Edebiyat anlatılamamış duygulara “İ İhsan Yılmaz’ın Sınanmamış Kadın isimli kitabı on bir öyküden oluşuyor. Sadakat, cinsellik, kadınerkek ilişkileri, sevgi, aşk ve güven gibi temalar etrafında şekillenen öykülerden oluşan kitabıyla yazın dünyasına giriş yaptı İhsan Yılmaz. İhsan Yılmaz “iyi” geliyor. Yeterince anlatılamayan aşka tercüman oluyor çoğu kez. Bir hikâye okur ve “İşte” dersiniz, “İşte ben de tıp kı öyle seviyor, öyle özlüyorum…” Sonra da nasıl olur da böyle güzel anlatamadığınıza kahredersizin duygularınızı. Tıpkı, âşık olduğumuz zamanlarda sabah gözümüzü açar açmaz sevgilimizin aklımıza düşmesini “yeterince” anlatamamış olmanız gibi. İhsan Yılmaz “Kurşun Asker Orkestrası” adlı hikâyesinde muhteşem bir ironi katarak anlatıyor bu durumu. Gözümüzü açar açmaz aklımıza ilk gelen şeyin sevgilimiz olmasını 14 kurşun askerin âşık bir gencin kafasında kurduğu orkestraya benzetiyor. O orkestra ki, ellerinde keman, viyola, klarnet, trombet ve diğer çalgılar eşliğinde “Suzi”yi hatırlatacak parçalar çalıyor. Hiç susmayan bu orkestra hepimizin içinde aslında ve aralıksız çalmalarına rağmen başımızı şişirmeyen tek orkestra belki de. Hayatımızdaki acılar, yaşanmamışlıklar, yarım kalanlar… Edebiyat acıya da “iyi” geliyor. Anlatılamayan acılara da merhem oluyor çoğu kez. İhsan Yılmaz, “Nazlıcan Serin Yayla Çiçeği” öyküsünde hem yaşanan acıya ağıt yakıyor hem okurun merhametini sınıyor bu kez. Sonu ölümle biten minik Nazlıcan’ın yaşayamadığı, tamamlayamadığı bir çileli hayatla hem mevsimlik işçilerin dertlerine ortak ediyor okuru hem de vicdanını sorgulatıyor. Belli ki maksadı ağlatmak değil bu öykülerin, kanırtırcasına dramatize etmeden aslında yaşadığımız hayat seriliyor gözler önüne. Öykünün bu kadar ihmal edilip yok sayıldığı bir dönemde Milliyet Haber Araştırma Müdür Yardımcısı olan deneyimli gazeteci İhsan Yılmaz’ın kitabı edebiyat dünyasına yeni bir soluk getirdi. İyi ki İhsan Yılmaz, hem okuru hem yayıncısını sınadı ve bir öykü kitabıyla “merhaba” dedi yazın dünyasına. İyi ki de dedi. ? Sınammamış Kadın/ İhsan Yılmaz/ Postiga Yay./ 160 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1072 Robert Winston
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle