Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ çağ toplumu olma davası hâlâ bir sorundur. Bilhassa bütün halk çocuklarının müspet ilimlere dayanan ilk eğitimden geçirilmesi bir zorunluluktur. Atatürk devrimlerinin savunulmasında üç değişmez ilke vardır: Düşünce ve vicdan özgürlüğü, kadın hakları ve yeni yazı. Bir de şu var: tek meclis daima bir devrim meclisidir. Tek meclis kendi devrim meclisini kurduktan sonra memleket ihtiyacına ve zamanın anlayışlarına göre bir kuvvetler dengesi yaratmalıdır. Tek mecliste rejimin kararlılığından söz edilemez.” Konuştuğunuz isimler devrimleri tehlikede görüyorlar mıydı, geleceğe ilişkin öngörüleri nelerdi? Hayır, devrimleri tehlikede görmüyorlardı. 1951’de bütün yöneticiler devrimlerin oturmuş olduğu ve vazgeçilemeyeceği kanısındaydılar. Evet, 59 yılda nereden nereye geldik? Birçoğuna “Devrimleri bugün tehlikede görüyor musunuz?” sorusunu sormuştum. İşte aldığım yanıtlar: İsmet İnönü: “Devrimleri tehlikede görmüyorum. Devrim karşıtı akımlar ve istekler olduğunu fark etmemek mümkün değildir. Fakat milletimizin devrimleri koruyacağına inanıyorum.” İbrahim Süreyya Yiğit: “Hayır, devrimler tehlikede değildir. Milletimiz olgundur. Aklıselim bunları iyice kabul etmiştir. Eskiler, karşıtlar zamanla ortadan kalkmıştır. Tek tek olaylar devrimleri yıkamaz. Türk gençliği bunları koruyacak güçtedir. Gençlerimize güveniyorum.” Muhittin Baha Pars: “Atatürk’ü kaybetmemizden sonra devrimleri hazmedemeyenlerin bilinçleri altındaki tepki, özellikle 1946’dan sonraki demokrasi cereyanlarının yarattığı elverişli havada maalesef fırsat buldu. Bu suretle birçok gericilik olayına tanık olduk. Fakat derhal şunu kaydedeyim ki, bu yersiz yobazlık eserlerini biz birinci Meclis’te de görmüştük. İçki yasağı kanunu tartışılırken iki arkadaş Meclis’in oturum salonunun penceresinden “Ümmedi Muhammed, din elden gidiyor,” diye bağırmıştı. Fakat bu anlayış devrimlerin oluşmasına engel olmadı ve bundan sonra da olamaz. Bu gibi hayati esaslarda partilerin birleşmeleri gerekir. Partilerin müştereken mücadele edecekleri şey milletleri yıkan irtica hastalığıdır. Oy endişesiyle irtica konusunda taviz vermemek gerekir.” Rahmi Köken: “Son zamanlarda devrimlere karşı birçok üzücü saldırı olmuşsa da bunlar birtakım eski hoca döküntülerinin eserlerinden başka bir şey değildir. Türk milletinin tarihi deneyimi ve aklıselimi bu gibi gericilikleri önleyecek ve gençlik bütün kötülüklere engel olacaktır.” Ragıp Özdemiroğlu: “İrtica bu memlekette asla bir daha dirilmemek üzere ölmüştür. Artık memleketi tehdit edemez. Bilhassa laikliğe karşı gösterilen her tepki beni nasıl üzer, anlatamam. Fakat artık bu mikropların yayılma tehlikesi kalmamıştır.” “ATATÜRK İMAJA BÜYÜK ÖNEM VERİYORDU” Atatürk’ün geometri kitabı ve Agop Dilaçar... Dilimiz adına da çok önemli bir anı… Agop Dilaçar’ın Atatürk’ün Dil Devrimi konusunda anlattıkları gerçekten çok ilginç. Bugün bunları çok az insan bilir. Yirmiye yakın dil öğrendikten sonra dilcilik konusunda birçok eser yazmış ve Türk Dil Kurumu’nda yıllarca üye olarak bulunmuş olan Agop Dilaçar Atatürk’ün Geometri kitabını nasıl yazdığını anlatırken şunu dedi: “Atatürk, Geometri kitabındaki Türkçe sözcüklerin hepsini kendisi buldu. Hepsini efendim. ‘Açı’, ‘eksi’, ‘artı’... hepsini.” Agop Dilaçar’ın konuşmalarından ben şöyle bir anlam çıkarmıştım. Bir zamanlar Güneş Dil Teorisi diye bir kavram ortaya atılmıştı. Buna göre dünyada konuşulan dillerin birçoğunun kökeni Türkçeye bağlanıyordu. O zamanlar bu yolda birçok fıkralar üretilmişti. Örneğin Amazon sözcüğünün “amma uzun”dan geldiği, Niagara’nın “ne yaygara”ya dayandığı yolunda espriler yapılıyordu. O kavram çerçevesi içinde “müselles” (üçgen) sözcüğünün de Türkçe olduğu yolunda birtakım uydurma görüşler ortaya atılabilirdi. Dilaçar “Atatürk müselles halis Türkçedir,’ diyebilirdi. Ama öyle yapmadı. Türkçeciliğe yöneldi ve ‘üçgen’ sözcüğünü buldu” diyor. İhsan İpekçi’yle konuşmanızda Atatürk’ün kamera karşısında ve gerisinde yaşadıkları konu ediliyor. O süreci de özellikle sormak istiyorum... İhsan İpekçi’nin anlattıklarından Atatürk’ün imaja büyük bir önem verdiği anlaşılıyor. Filmlerde iyi bir görüntü vermek için çaba harcıyor. Örneğin Meclis’te çekilen bir film iyi çıkmadığı için Atatürk filmcileri Çankaya’da köşke çağırıyor, resmi giysilerini giyip terasta filmcilere poz veriyor. Yugoslav Kralı Alexsandr, İstanbul’a geldiği zaman çekilen filmi birkaç kez seyrediyor ve çekimdeki başarılarından dolayı İhsan İpekçi’ye Kral’ın kendisine hediye ettiği tabakayı veriyor. Bundan şu sonuca varıyorum. Atatürk resme ve filme çok değer veren bir insandı. Yaşamının çeşitli dönemlerinde, savaşlarda, törenlerde resim çekilirken poz vermeye önem vermişti. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren de filmciliğin gelişmesine katkıda bulunmuştu. Babanız, Mustafa Kemal ve mütareke yılları... Anlatır mısınız? Babamın işgal yıllarında İstanbul’da bir direniş örgütünde çalıştığını biliyordum. Ama bunları kendisinden hiç dinlemedim. Kartal’da oturduğumuz köşkü Rum çetelerinin bastığını ve babamın çete reisi Vitali’yi vurduğunu annemden ve çevredeki insanlardan dinlemiştim. Babam yaptığı işlerle hiç öğünmezdi. Babamla Atatürk arasındaki yazışmaları da Kaynak Yayınevi’nin “Atatürk’ün Bütün Eserleri” adlı dizisinde okudum. Atatürk’ü sizin de çeşitli kereler gördüğünüzü okuyoruz… Atatürk’ü ilk 1933’te 10. Yıl töreninde kürsüde İsmet İnönü, Mareşal Çakmak, Tevfik Rüştü ve Mareşal Voroşilof ile birlikte görmüştüm. Sonra birçok kez Atatürk’e tarihsel buluşmalarda rastladım. Örneğin Maltepe’de İran Şahı ile birlikte, sonra Moda’da Kral Edward’la birlikte. Birçok kez İstanbul’a gelişinde Haydarpaşa Garı’nda. Son olarak da Pendik tren istasyonu’nda. Onu biraz anlatayım. Kaymakam Bahir Öztrak, Kartal Gençlik Bandosu’yla birlikte bizi Atatürk’ü karşılamak için Pendik’e götürmüştü. 73 yıl oldu. 14 yaşındaydım. Atatürk’ü beklemenin heyecanını yaşıyordum. Tren durdu. Peron alkıştan inliyor ve halk “Yaşa ulu gazi,” diye haykırıyordu. Atatürk önce trenin penceresinde göründü, sonra trenden indi, ön sıradakilerle el sıkıştı. Ben de onların arasındaydım. Köylüler kendisine dilekçeler verdi. Heyecandan nefesimiz kesilmişti. Kendisini bu son görüşüm oldu. Atatürk’ü tanımış olmakla her zaman övündüm. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Bana Atatürk’ü Anlattılar/ Hıfzı Topuz/ Remzi Kitabevi/ 168 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1060