23 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ anlamın yapısal ilişkiler içinden doğup doğmadığı sorununa dayanıyor. Eğer yapının içinden doğuyorsa, edebi olanla olmayan metinler arasında bir ayrıma gitmemekte karşı çıkılacak bir durum görünmüyor. Ama anlam yapısal ilişkilerden değil de başka bir yerden geliyorsa, edebiyatın da yeniden düşünülmesi gerekir. ANLAMLANDIRMA ÇABASI Deleuze, “Anlam nedir” sorusunu yeniden düşünür ve Stoikler’in anlam mantığından hareket eder. Sözcükler anlamı ifade eder ama ifade edilen anlam, şeylerin bir sıfatıdır. Anlamı sözcüklerde aradığımızda, sonsuz ve verimsiz bir araştırmaya sürükleniriz; olayları şeylerde aradığımızda ise, hareketin ele geçirilemez bir süreç olduğunu fark ederiz (an’ları birbirine ne kadar yaklaştırırsak yaklaştıralım, orada her defasında algımızdan kaçan bir sürenin geçtiği ve olayların, şeylerin hiçbir yerine yerleştirilemeyeceği anlaşılır). Dolayısıyla anlam, sözcüklerle ifade edilmesine rağmen sözcüklerle aynı düzeyde değildir; aynı şekilde olaylar şeylerin başına gelmesine rağmen şeylerle aynı düzeyde değildir; olaylar cisimsizdir. O halde anlam/ olaylar ne sözcüklerde ne de şeylerdedir, sözcüklerin ve şeylerin yüzeyinde yaşayan ama özünde onlardan bağımsız olan paradoksal kendiliklerdir. “Gösteren” ve “gösterilen” terimleri, anlamı simgesel yapıya bağlamalarından ötürü bir kenara bırakılmalıdır. Deleuze ilginç olarak, Stoikler’de dilin hem yapısalcı olmayan, hem de temsil metafiziğine bağlanmayan bir kullanımını keşfetmiştir; bunun pragmatizm olduğunu söyler. Pragmatizmde konuşma edimleri iletişim amacıyla değil, bedenlere doğrudan etki etmek için kullanılır. Cisimsiz dönüşümler, cümlelerle ifade edilir ama bedenlere atfedilir. Amaç bedenleri temsil etmek değil, onları hareket ettirmektir. Dil ise belirli bir zamanda tüm konuşma edimlerinin toplamıdır. Örneğin “mahkum ediyorum” veya “seni seviyorum” dendiğinde, bedenlerde cisimsiz olayetkiler gerçekleşir. Böylece “gösteren” ve “gösterilen”in yerine, Deleuze ve Guattari’nin neden “ifade” (expression) ve “içerik” (content) terimlerini kullandığı açık hale gelir. İfade (anlatım düzenlemeleri), içerik (bedensel düzenlemeler) hakkında değildir; onunla aynı düzeydedir. O halde içerik veya ifadenin herhangi birisi öbüründen önce gelmez ve ifade, içerik ile ilgili olmasına rağmen onu temsil etmez. Bu iki akışı aynı düzlemde buluşturan diagramatik öğeyi soyut makine (abstract machine) olarak adlandırırlar. Soyut makinenin, birini diğerinin önüne koymadan bu bağlantıyı gerçekleştirmesi gerekir. Örneğin Foucault’nun hapishane incelemesinde, hapishane teknolojisi (içerik) ile bağlantılı ifade biçiminin, “hapishane” sözcüğü değil, suç, suçluluk ve cezalarla ilgili söylemsel uygulama düzeyi olduğu görülür. Deleuze ve Guattari’ye göre, dil temsil etmeyi bırakıp pragmatik bir nitelik kazandığında, dilin varyasyonları ya da minör kullanımları (atipik, agramatik vb) da dil kurallarının önüne geçmelidir; kurallardan önce varyasyonlar, “Bu ifade ne anlama geliyor” sorusundan önce “Bu ifade ne işe yarıyor” sorusu gelmelidir. Dilin kurallı, gramatik ve temsil edici, özetle majoriter kullanımı da bir değişkendir ve yine süreklivaryasyonun içinden çekilip çıkarılmıştır. Dolayısıyla majoriter kullanım da aslında pragmatiktir ve bir politikadan bağımsız düşünülemez. Bu yüzden majoriter kullanımı kimin istediği sorulabilir (hangi güç?). Ama sorun daha derindedir, önemli olan major veya minör kul lanımlar arasındaki fark değil, major dili yurtsuzlaştırma, ya da minör oluşa sürükleme sorunudur. Deleuze ve Guattari bir şeyi ne olduğu ile değil, Spinoza’yı izleyerek kaçış çizgileriyle (line of flight) tanımlarlar; o halde minör kullanım dediklerinde, bundan kesinlikle romantik ya da neoromantik bir sonuç çıkarılmamalıdır; çünkü kaçış çizgisi, söz/yazı karşıtlığı gibi bir karşıtlık mantığına dayanmaz. Burada edebiyatın yeniden düşünülebileceği bir ortam bulabiliyoruz. Deleuze ve Guattari’nin Kafka incelemesi, dildeki pragmatizm üzerine odaklanır. Major edebiyat olarak tanımladıkları tarz, içerikten ifadeye doğru yol alır; yani işleyiş biçimi, içeriğe uygun anlatımları bulma sorunudur. İfadeler, içeriği metinlerde temsil etmek üzere kurulur. Minör edebiyatta ise ifadeden içeriğe gidilir bu yine de bir idealizm içermez, çünkü diagramatik düzey kendini hem ifade hem de içerik olarak sunar, bu tarz ise yerleşik biçimleri bir kaçış çizgisi boyunca sürükleyen anlatımdır; temsile izin vermez ve içeriği yurtsuzlaştırır. Sanatçının yaptığı şey, karşısında duran hayvanı sanat eserinde açıklamak ya da temsil etmek değildir; ama majoriter kurallardan kaçan minör ifadelerle birlikte içerik olarak da bize hayvanoluş’u (becominganimal) vermektir. Deleuze’a göre hayvanoluş’un hayvanı taklit etmeyle bir ilgisi yoktur; tersine hayvanoluş, insan ile hayvanın bir yakınlığı, her ikisini birden yakalayan asimetrik bir evrimdir. Oluş süreci, bedenleri aynı olayda birleştirir; öyle ki insan hayvanoluş’a sürüklenirken, hayvan da kendinden başka bir şey haline gelir. Örneğin Melville’in Kaptan Ahab’ı balina oluşa sürüklenirken, balina da metnin içinde katlanılmaz saf bir beyazlığa dönüşür. İfade, içeriği yurtsuzlaştırmıştır. Oluş’lar, duygu (affect) olarak da adlandırılabilir ve Deleuze ve Guattari’ye göre oluş’lar dışında bir güdü yoktur; bunlar arzunun işleyişleridir ve sanatçı kendiliğinden veya dirimselliğinden değil, bedenine etkiyen güçlerle oluş’lara yakalanır (hayvanoluş, kadınoluş, çocukoluş vb.). Demek ki bütün sorun oluş’ları metnin içinde yaratma etkinliğidir ve sanatçı duyarlılığından söz edildiğinde de kastedilen budur. O halde edebiyat eserleri için “Ne anlama geliyor?” diye sorulamaz, ama onlar hakkında “Değerli midir?”, “Metinde hangi duyguları yaratmıştır?”, “Okura güçlü duygular iletmiş midir?” gibi sorular sorulabilir. Bu bağlamda Deleuze, özellikle İngilizAmerikan edebiyatına önem verir. Burada, yorumlama askıya alınıp kaçış çizgileri çizilmeye başlanmıştır. Bir kaçış çizgisi çizmek için İngiliz ampirizminden çıkarttığı basit bir önerisi vardır: “dır”ın yerine “ve” bağlacını koymak. Deleuze’a göre minör edebiyat, bir “ve” ile başlar. “Ve” bağlacı, yorumlamaya imkân bırakmaz ve heterojen terimlerin olayını çizer. Öyleyse bir kaçış çizgisi çizmek, yaşamdan kaçmak demek değildir; tam tersine yaşamı üretmek anlamına gelir ve arzu hakkındaki olumsuz önermeleri görmezden gelmektir: Arzu durmaksızın üretir ve gerçeği üretir. Dil, temsil edilemez arzunun kendini kuralsızlık olarak sunması nedeniyle değil, çünkü arzunun zaten temsil edilme talebi yoktur arzunun işleyişiyle minör oluşa sürüklenir. Yani sorun duyguyu vermektir, yoksa kuralsızlığı değil. O halde “Postmodern edebiyat nedir?” ya da “Postmodern edebiyatın hatası nedir?” yerine belki de “Postmodern bir edebiyat var mıdır?” diye sormak gerekiyor. ? Postmodern Edebiyat Kuramı/ Niall Lucy/ Çeviren: Aslıhan Aksoy/ Ayrıntı Yayınları/368 s. SAYFA 11 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1060
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle