Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O kuduğum Kitaplar METİN CELÂL çevrilmemiş ve tüm eserlerine kaynaklık eden Günlük’ünün yanında 1925’te yayınladığı Kalpazanlar (Çev. Tahsin Yücel, 2. Basım 2009, Can yay.) ve 1914 tarihli Vatikan Zindanları sanıyorum kendi onayıyla da en önemli eserleri sayılıyor. Birçok eseri roman başlığıyla yayınlanmış olmasına rağmen Gide, sadece Kalpazanlar’ı roman olarak nitelemiş. “Bach’ın füg sanatıyla müzikte gerçekleştirdiğini, edebiyatta gerçekleştirmeyi amaçladığını” söylemiş Kalpazanlar dönemi için oldukça modern bir eser. Aynı zamanda hem roman, hem roman üstüne düşüncelerini ve romanın yazılış sürecini anlatan bir yapıt. Gide bir yandan romanı anlatırken diğer yandan romanın başkahramanlarından Edouard’ın anlattıkları ile yazılma sürecine de bizi şahit ediyor. Yine Edouard’ın günlüğünden aktarılan sayfalarla romanın bir anlamda anlatılmayan yüzünü de bize gösteriyor. Kahramanlarının kendi aralarındaki tartışmalarla da roman sanatına nasıl baktığını bize anlatmış oluyor. Kalpazanlar’ın 1925’te yayınlanmış olduğunu göz önüne alırsak dönemin roman anlayışına tamamen aykırı bir yapı bu. Bir eseri yaratma sürecinin anlatılmasının da bir eser olabileceği düşüncesi kuşkusuz daha sonra eser verecek olan RobbeGrillet gibi Yeni Romancılar için ufuk açıcı olmuş. Kalpazanlar yapı itibarıyla, kullanılan teknikleriyle “Postmodern roman nedir?” diyenlere örnek verilebilecek bir yapıt. Kalpazanlar konusuyla da oldukça ileri görüşlü ve sarsıcı. Gide, yasak aşklar, zina, eşcinsel ilişkiler gibi olguları ele alarak aile hayatını ve aileyi dayatan ahlak görüşlerini sorgulamakla kalmıyor, derinden eleştiriyor da. Kalpazanlar bize bu ahlakı dayatanlar ve onu uygulayanlardır. Roman Bernard’ın gayri meşru bir çocuk, bir piç olduğunu öğrenmesi ile başlar. Annesinin gizli bir aşkının ürünü olduğunu öğrenen Bernard evi terk eder ve arkadaşı Olivier’in yanına sığınır. Olivier, ağabeyi Vincent’in evli bir kadınla aşk hayatı yaşadığını ve kadının hamile olduğunu anlatır. Duygusal olarak yakınlık hissettiği üvey dayısı, Edouard’ın geleceğinden söz eder. Edouard, Vincent’in beş parasız terk ettiği Laura’ya yardımcı olmak için gelmektedir. Bu arada Olivier’i göreceği için de sevinçlidir. Edouard, Olivier’le yakınlık kurmayı başaramaz ama Bernard’la aralarında bir ilişki başlar. Çocuğu yakınında bulundurmak amacıyla sekreteri olarak göreve alır. Laura’yı da alıp İsviçre’ye giderler. Bu arada Bernard, Laura’ya âşık olur. Sayfalar ilerledikçe ilişkilerin iyice karmaşıklaştığını, herkesin bir şekilde birbiri ile bağlantılı olduğunu görürüz. Ve hemen herkes bir şekilde birbirini aldatmakta, kalpazanlık yapmaktadır. Kalpazanlar çok kahramanlı, çok fazla ayrıntılı bir roman. Hemen her satırının ince ince işlenmiş olduğu görülüyor. Bu çok kahramanlı hikâye bir de yenilikçi roman teknikleri ile işlenince ortaya oldukça ilginç bir yapıt çıkmış. Kalpazanlar’ın Türkçedeki son baskısının tükenmesi için 20 yıl gerekmiş. Önceki baskı 1989 tarihini taşıyor. Andre Gide’in birçok eserinin defalarca basıldığını göz önüne alırsak en önemli ve en keyifle okunan eserinin bu kadar gözden ırak kalması, az okunması şaşırtıcı. ? 40 Hadis lümü 70 sayfaya ulaşıyor. Bu tip bölümlerin okuru kitaptan koparttığını düşünüyorum. Sanıyorum ilk romanların biyografik olma handikapı bu romanda da işlemiş, her şeyi anlatma arzusuna biçim biraz feda edilmiş, sarkmalar olmuş. Selçuk Orhan’ın 40 Hadis’i hem konu edindiği çevreyi yansıtışı, kahramanlarının gerçeklikleri, inandırıcılıkları ile hem de anlatım biçimi ve yapısıyla ilgi ile okunmayı hak ediyor. KALPAZANLAR Andre Gide modern klasiklerden. 1869’da Paris’te doğmuş.1951’de yine Paris’te ölmüş. Bir yanıyla 19. yüzyıla, edebiyatın temelini atan büyük yazarlara Balzac’a, Zola’ya bağlı, diğer yanıyla modern edebiyatın ilk öncülerinin kuşağından, Proust’un çağdaşı. Yaşamöyküsünde de benzer bir durum var. Dindar, kurallara bağlı, ahlakçı, evli barklı bir görünümde ama sapkın sayılan ilişkilere de açık. Yaşadığı dönem için oldukça cesur sayılabilecek bir tavırla eşcinselliğini de beyan etmekten sakınmıyor. Zamanla toplumun özgürlüğünün bireyin kendini tanımasına ve özgürlüğünü sakınmadan yaşamasına bağlı olduğunu savunan görüşler ileri sürüyor. Genel ahlaka karşı çıkıyor. Bu nedenle de Katolik kilisesi André Gide’in eserlerini 1952 yılında Yasak Kitaplar Listesi’ne koymuş. 1947’de kazandığı Nobel Ödülü ile yazarlığını taçlandıran Gide bizde daha çok Pastoral Senfoni, Dünya Nimetleri gibi eserleriyle tanınıyor. Hemen tüm edebiyat alanlarında elliden fazla eser veren Gide’in sanatsal ilgi alanının ne kadar geniş olduğunu belirtmek için Türkçede yayınlanan son eserinin Chopin Üzerine Notlar (Can Yay.) olduğunu belirtmek yeterli sanırım. Türkçeye henüz tam olarak Selçuk Orhan 40 Hadis, İslamda otorite sayılan din bilginlerinin Peygamberin hadislerinden seçtikleri 40 Hadis ve şerhlerinden oluşan kitaplarmış. Bazı hevesli kimseler de kendi 40 Hadis kitaplarını yazarlarmış. Öykü kitaplarıyla tanıdığımız Selçuk Orhan da kendi 40 Hadis (Nisan 2010, Kırmızı Yay.) kitabını yazmış. Selçuk Orhan’ın 40 Hadis kitabının benzerlerinden farkı her şerhin bir romanın bölümleri olması. Roman öncelikle adıyla ilgi çekiyor. 563 sayfalık kalınlığıyla da itiyor. Okumaya başladığınızda ise akıcı dili ve ilginç konusu ile kendine bağlıyor, okutuyor. Selçuk Orhan 90’lı yıllarda kültür, sanat, siyaset alanında faaliyet gösteren İslamcı entelektüellerin hayatlarından yola çıkıyor. Roman, Ankara ve İstanbul’da iki ayrı koldan, iki ayrı zamanda ve iki kadın kahramanın odağında gelişiyor. Onların yaşadıkları, ilişkileri ile kahramanlar çoğalıyor, olaylar ve tabii anlatı birçok kanaldan akmaya başlıyor. Sayfalar ilerledikçe aynı olayların farklı kahramanların anlatımıyla farklı bakış açılarıyla anlatıldığını görüyoruz. Ama bu biçimsel uygulama okumayı zorlaştırmıyor. Sadece hiçbir olayın tek bir bakış açısından anlaşılamayacağını, yani gerçekliğin herkese göre değişken olduğunu gösteriyor. Nazan, hayatı babasıyla sorunlarıyla, ona tepkileriyle biçimlenen bir genç kadın. Maddi olarak oldukça iyi durumda olan baba kendini dine ve cemaate adamış, hayatta da bunun karşılığını almış ve matbaalara, okullara, işyerlerine sahip olmuş, bir dönem milletvekili seçilmiş, banka kurmuş bir adam. Babanın yaşamı bize cemaatin örgütlenmesini, çalışma SAYFA 12 yöntemlerini, insan ilişkilerini, okullar ve yurtlar aracılığıyla gençlerin nasıl yetiştirdiğini yansıtıyor. Nazan, kitaplar arasında annesiz ve yalnız büyümüş, küçük yaşta şiir yazmaya başlamış, şiirdeki başarısı ona muhafazakâr entelektüel çevrelere girmesini sağlamış. Onun yaşadıklarını izleyerek bu çevrelerde insan ilişkilerinin nasıl geliştiğini, kadınlara nasıl yaklaşıldığını öğreniyoruz ki bilindik durumdan farklı değil. Nazan da güzelliği ve gençliği ile sık sık erkeklerin ilgi odağı oluyor. Nazan’ın kısa süre imam nikâhıyla evli kaldığı 70’li yılların şairi Niyazi Gümüş’ün kızı Zeynep ikinci kadın kahraman. Onun da babasıyla gerilimli bir ilişkisi var. Bu gerilim özellikle Niyazi Gümüş’ün karısını terk edip kızı yaşındaki Nazan’la evlenmesi ile iyice artmış. Zeynep bu gelişmeyi evle ve babayla bağını iyice gevşetmek için bir bahane olarak kullanmış. Özgürlüğünü ilan etmiş. Zeynep, Boğaziçi Üniversitesi’nin Felsefe bölümünü kazanmış. Orada sol eğilimli bir grubun oluşturduğu tiyatro kulübüne katılıyor, oyunculuğu öğreniyor ve sonuçta dizilerde ve reklamlarda küçük roller oynayarak hayatını kazanmaya başlıyor. O da Nazan’ınkine benzer şeyler yaşıyor, insan ilişkilerinin, kadına yaklaşımın iki çevrede de pek farklı olmadığını görüyoruz. 40 Hadis’in kırk bölümünde edebiyat çevreleri, siyasi dergiler, cemaatlerin öğrenci yurtları, bekâr evleri gibi mekânlarda yaşanan ilişkilerle, olaylarla yazar tüm kahramanlarının temel meselesi olan Tanrı’ya inanç’ı sorguluyor. Yaşananlar roman kahramanlarının kendi kendileriyle yüzleşmelerine, hayat biçimlerini, ilişkilerini sorgulamalarına ve nihayetinde inançlarına daha sıkı sarılmalarına ya da inançlarını kaybetmelerine neden oluyor. 40 Hadis akıcı bir dille yazılmış demiştim, gerçekten de kolay okunuyor. Tek handikapı çok fazla kahramanının olması. Yazar onların hayatlarına odaklandıkça zaman zaman romanın ana akışından kopup, hikâyenin ayrıntılarında kaybolduğumuzu hissediyoruz. Genelde 510 sayfalık bölümlerde gelişen romanın bazı bölümleri oldukça uzun tutulmuş. Örneğin “Nazan’ın Uzun Eski Geçmişidir” bö André Gide, 1947’de kazandığı Nobel Ödülü ile yazarlığını taçlandıran Gide bizde daha çok Pastoral Senfoni, Dünya Nimetleri gibi eserleriyle tanınıyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1060