05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kalitesi, saygınlığı olan bir yazarın okuru kollamak gibi bir temel sorunu yoktur. Yoksa bu “bestseller” denilen piyasa romanlarına döner iş. Yani Kafka olacağınıza Mario Simmel ya da Coelho olursunuz. “ÖNEMLİ OLAN ELEŞTİRİ DUYGUSUNU KAYBETMEMEK” ¥ zetmeli? Gözetmeli mi ya da? Yazıyorsunuz ki roman, tür olarak, tam da böylesine bir ekonomik, politik ve ideolojik ortamda medyanın ilgisini çeker hale geldi ve köşe yazarları roman eleştirmeciliğine soyundu... İtirazlarım var evet. Türkiye’de özellikle 12 Eylül darbesinden sonra Türk basını her işten anlamaya başlayan yazarlarla doldu. Her düzeyde söz alıyorlar. Mesela çok muhalifi değilim, kitapta da belirtiyorum ama sosyolog olarak tanınan Nuray Mert adlı bir kişiliğin roman eleştirisine soyunmasını ve orada bir tutum belirtmesini pek doğru bulmuyorum. Edebi ölçütleri sandığımız kadar ciddiye alan yaklaşımlarda bulunmuyorlar. Mesela “harika” diye yazıyorlar. Niye “harika”, neye göre “harika”? “Harika”nın ölçüsü ne? Sonra “benzersiz bir üslup” diye yazıyorlar. Bir eleştirmecinin dikkatli olması lazım bu tip iddialı sıfatlar atfederken. Roman ve siyasete dönersek; “emperyal kanon”dan bahsediyorsunuz kitapta. Anlatır mısınız? Şimdi günümüz Türk romanının, belki dünya romanının da rahmi ABD’dir. Tam da bu yüzden, Marx ve Goethe’nin hayal ettiği özgür ve bütünleşmiş bir dünyaya özgü “dünya romanından” değil “emperyal kanon”dan söz ediyorum. 1980 sonrası Türk romanı, emperyal kanonun empoze ettiği erotik ya da pornografik, tarihsel kişi ve olaylar, suç ve suçluluk, özel yaşam, homoseksüellik gibi öğeler üzerinde yoğunlaşarak, sınıfsal olguları ve politik düzeyi dışlayarak ideolojik bağlamda esas olarak hegemonik ilişkileri destekledi. Yani siyaset romanda bütünüyle göz ardı edildi. Evet bütünüyle göz ardı edildi. Yayınlananlara bakınca bir içerik çözümlemesi yapmak lazım. Siyasetin neresiyle ilgileniyoruz? Ergenekon diye bir kıyamettir gidiyor. Mevcut politik durum neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar. Şimdilerde AKP iktidarının geliştirdiği söylemler çıktı. “Açılım”, “maçılım”... Ne açılıyor? Açılıyormuş vehmediyoruz ama hiçbir şey açılmıyor. Başbakan toplantılar yapıyor yazarlarla çizerlerle. Peki ne sonuç alınıyor? Hiç. Gösteriden öteye gitmiyor. Oraya davetli olan arkadaşlar kendilerini hakikaten yazar sayıyor falan. Bunlar tek yanlı gelişmeler hep. Belirli bir politikanın sürdürülmesi ve onun yaygınlaştırılması çabasından başka bir şey değil. Herhangi bir meseleye doğru dürüst bakıldığı inancında değilim. Şimdi Kürt meselesi basit birşeye döndürüldü. Bunun arkasında bir sınıf meselesi yok mu? Kürt Proleteryası ne oldu, nereye gitti? Bir Kürt devleti varsayalım bir gün burada kurulursa bundan asıl nemalanacak olan kim? Çalışan, emekçi Kürtler mi bunlar? Yo hayır. Kürt diye nitelediğimiz insanların birtakım para etrafında kümelenmiş gruplar yararlanacak. İşin bu taraflarına bakmıyoruz. Türk ede biyatının da, siyasetinin de en büyük Tarihin ve İnsanın Sonu’nun ilan eksikliklerinden birisi sınıf meselesiedildiği bir zamanda, ben hâlâ Kurtunin bir yana bırakılmasıdır. Bir edebiluş düşüncesine ve Bloch’un söz ettiği yat eseri elbetteki sınıf meselelerini Umut İlkesi’ne bağlıyım. Ama bu çözmez ancak işaret eder, bir gözlem umut, vaat edilmiş değildir. Tarihin de bulunur, sıradan insanların farkına bir doğrultusu ya da amacı yoktur. varmadığı olayların altını çizebilir. O Tarihi yapan insandır. Marx’ın sözleda yapılmıyor. Türkiye bu kadar milriyle “Tüm ölü kuşakların geleneğini yon nüfuslu bir ülke. Bunun ne kadarı tüm ağırlığıyla duyumsayarak” bu taçalışan sınıflara bağlı belli. Bu insanlarihin nasıl olması gerektiğine karar rın maceraları, kaygıları, kederleri, severecek olan kitlelerdir. Yine Marx’ın vinçleri, yalnızlıkları yansıyor mu rosözleriyle “Devrim korkusunu hatırmanımıza? Yansımıyor. Bugünkü latmaya değil de ruhunu yeniden bulTürk romanı bir anlamda günü kurtamaya çalışarak.” rıyor. “İNSANIN İÇİNDE MERAK Roman, Tarih, Onaylama yazınızBÖCEĞİ DE OLACAK” da “Artık, suç doğallaştırılmış, top Bu arada köy romanları konusuna lumsal ve bireysel yaşam için gereksigelirsek... nim haline getirilmiş bulunuyor. Ro Şu açıktır ki Türkiye’de bugün, man da artık bir yozlaşmanın araştırılhâlâ bir köylü sınıfı var. Köylülük masını değil dünyanın adaletsizliğinin kaybolmadı, biçim değiştirerek devam betimlenmesini ve bundan haz alınediyor. Kent kültürüyle çok iç içe geçmasını öngörüyor” diyorsunuz. Romiş durumda olsa da sonuçta bir köymancılar bağlarını koparttı yani, gölü sınıfı ve kendi serüveni var. Türk bekten kesildi... romanı artık bu tip şeylerle ilgilenmi Bence en azından bağlarını koparyor. Bu da bir moda işte. Cinsel, ruhmış görünüyor. Kendileri söylüyor zasal meseleler bunlarla uğraşıyor sanki ten bizim o romanla ilgimiz yok diye. cinsel ve ruhsal meseleler kendiliğinOrhan Pamuk “Türkçeyi değiştirdim, den doğuyormuş varsayıyoruz. Halkahvehane Türkçesi yazmıyorum” dibuki hepsinin bir kökeni, nedeni var. yor. Bu bir yazarın iddiası tabii katılı Ekopolitik… rız, katılmayız. Yeni romancıların çok Tabii, Yusuf Atılgan’ın Anayurt iyi Türkçe kullandıklarını sanmıyoOteli‘ndeki Zebercet’i mesela. Belirli rum. Eskiler çok mu iyiydi tartışabilibir tarihsel dönemde yetişebilen, oluriz ama şimdi geçmişteki büyük edebi şabilen bir tip. O koşullar onu yaratıekoller gibi ekoller yok. Realizm, Nayor. Piçlik duygusunun onda yarattığı türalizm gibi bütün edebiyatçıları etetkiler nasıl yansıyor? Bunların ancak kileyebilen akımlar yok. Şimdi daha belirli gerçek tarihsel bir ortama ihtiçok kişisel biçim arayışları var, modayacı vardır. Zebercet niçin Aylak lar var. Her moda da kötü demiyoAdam’da yok da, ancak Anayurt rum. Oteli’nde varolabiliyor? Çünkü top Kitabınızdan bu bağlamda bir lumsal koşullar, olgular onu, orada alıntı: “Bir yazar, öncelikle kendini doğuruyor. özgürleştirmeye uğraşır. Önyargıları, Bakhtin örneğini veriyorsunuz peşin hükümleri aşmak kolay değildir. Emperyalizm, Roman ve Eleştiri’de. Öyle yaptım. Taraf olmadım değil, ol Edebiyat eleştirmeni ve düşünürü dum, hâlâ da tarafım. Ama bir ‘topos’a sahip oluş, yazarı bir mümin yapmaz. Özgür düşünmek için çaba harcadım” diye yazıyorsunuz. Tabii tarafım. İnsan önünde sonunda bir yerdedir, bir taraftır. Toplum meselelerinde siyasete bağlı, solda duran bir yazar ve Marksist olmaya çalışan birisi olarak saydım kendimi hep. Edebiyata girdiğim günden bu yana da aynı doğrultuda gittiğimi düşünüyorum. Edebiyatın son kertede sadece insanları eğlendirmek amacı gütmediğine, edebiyatın da bir sorumluluğu olduğuna inanan bir insanım. Dün öyleydim bugün de öyleyim. Müminden kastım da tabii ki tek bir doğru olduğunu öne süremem. Doğru değişkendir. Önemli olan eleştirel olmak, eleştiri duygusunu kaybetmemektir. Eleştirel olabilen insan karşısındaki gerçekliğin orasını burasını Günümüzün okuru da kolay temalar peşinde koşan, yorulmak kurcalar, doğru mu diistemeyen bir okur. Bunda tabi televizyonun da etkisi var, görselleşmiş bir kültürün içindeyiz. ye düşünür. olarak geliştirdiği kavramlarla yüzyılımızın en önemli adamlarından biridir Bakhtin. Diyalojik toplum diyor yani birbiriyle çatışan fikirlerin egemen olduğu, bunların kendilerini belli edebildiği toplum biçimleri ve anlaşma biçimlerinin varlığı üzerine söyledikleri çok önemlidir. Resmi ideolojinin hışmına uğramıştır tabii. Beş yıl toplama kampında kalan, taşraya sürgün edilen, hastalığı nedeniyle döndüğü Moskova’da da kenarda yaşayan, 1975’te bir yaşlılar evinde ölen Bakhtin’in düşünceleri Stalin sonrasında da resmi ideoloji karşısında hep muhalif kalmıştır ya da hep öyle bir kimlik altında algılanmıştır. Stalin döneminin düşünsel, yazınsal birçok öğesi sonraki kültürel yaşamın ideolojisine içselleşmişti çünkü. Kitabınızda da diyorsunuz ki “Ben Türk solunun içinde büyüdüm, o düşünce içinde biçimlendim ve hep orada kaldım. Çağımın, günümün düşünce akımlarından uzak kalmamaya uğraştım, Türkiye Marksizmi’nin tıkanma noktalarını, temel sorunlarını zamanında anlamaya çalıştım.” Uluslararası Marksist hareket içinde düşünürsek, edebiyat alanındaki ilk sorgulamalar, hiç kuşkusuz, çok önceden, özellikle daha Troçki zamanında, hatta belki de Rus Biçimcileri’nin eleştirilerinde görülmüştür ama, asıl anlamda, Stalin’in ölümünden sonra, Garaudy, Fischer, Aragon gibi yazarlar tarafından “kıyısız gerçekçilik” başlığı altında formüle edildi. Türkiye’de bu tartışmalar 1960’tan sonra etkili oldu, yankı ve taraftar buldu. Benim, Toplumcu Gerçekçilik, daha doğru kullanılışıyla Sosyalist Gerçekçilik konusundaki tartışmalara müdahil olmam 1963’e uzanır. Dönemin dergilerinde bazı yazılarıma rastlanabilir. Ama bu konudaki ilk ciddi çıkışım, Stalin sonrası bazı Sovyet kuramcıların, Sosyalist Gerçekçilik kuramını, Glasnost ve Perestroyka söylemlerinin egemen olduğu günlerin koşulları bağlamında revize ettikleri söylenebilecek kitaplarının Türkçeye çevrilip yayımlanmasından sonradır. Şimdi Marks’ın sorunları güncel politikaya da çok bağlı sorunlar yani Stalinizm olayını da anlamak lazım. Stalinizm denen olgu ne getirdi dünya Marksizmine? Nerelerde engeller oldu? Niçin Troçki gidiyor, kaçıyor, öldürülüyor 1948’de falan. Bunları bir arada düşünmek lazım, kuşkuya düşmek lazım. İşte Troçki’yi okuyacaksınız, mektupları okuyacaksınız, doktrinleri okuyacaksınız ondan sonra da romana geçeceksiniz. Bunlar nasıl gözüküyor romanda? Hepsi bağıntılıdır. Bakhtin mesela birdenbire ortaya çıkmıyor hepsinin sosyoekonomik, sosyopolitik nedenleri var. Zebercet gibi... Tabii, tabii. Bakhtin niçin yasaklanıyor Sovyetler’de. Rabelais ve Dünyası’nı (Rabelais and His World) okumak, onun ortaya koyduğu fikirleri görmek, hicve verdiği önemi anlamak, gülmenin etkisi nedir, toplumda ne gibi değişimlere yol açabilir tüm bunları düşünmek lazım. Yani insanın içinde merak böceği de olacak. ? [email protected] Emperyalizm, Roman ve Eleştiri (Bütün Yapıtlarına Doğru5) /Ahmet Oktay/ İthaki Yayınları/ 702 s. SAYFA 5 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1058
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle