Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ali Teoman’dan ‘Café Esperanza’ İçinde ‘umut’ olan kitap 2009 Ekim’inde Fransa’daki “Türk Yılı” etkinlikleri kapsamında Strasbourg’a çağırılan Ali Teoman, bu ülkede kaldığı süre boyunca Café Esperanza’yı kaleme almış. Anlatı, hayali bir mekân olan Café Esperanza’da farklı kültürlerden gelmiş üç arkadaşın var oluş, sanat, hayat ve özellikle de “umut” üzerine yaptıkları sohbetler üzerine kurulmuş. Yazar, bu anlatıda kullandığı Türkçeyle de dikkat çekiyor. Anlatı, ilkin Fransızca olarak basıldı. Şimdi ise yazıldığı dilde, yani Türkçede. “tıkız” olan metinde Ali Teoman, var oluştan yaşama, sanattan felsefeye, edebiyattan dini inanışlara pek çok konuyu irdeliyor. Yazarın kitapta ele aldığı ve neredeyse her satırında bize kendini göstermeye çalışan, her cümlenin sonunda “ben buradayım” dercesine okuruna el sallayan bir diğer olguysa “umut.” Bu olgu o kadar sinmiş ki metnin içine, okuyucu da karakterler gibi her sayfaya yeni bir umutla geçiş yapıyor. Yaşamı, tamamen “umut etmek” üzerine odaklayan yazar, karakterlerine de bunu aşılamış. Anlatıdaki karakterler, yaşamlarını kendi umutları üzerine kurmuş. Aslında, tüm bunların ötesinde, anlatının ana hatlarının çizildiği Café Esperanza bile, bir “umut kapısı” olarak imgelenmiş metinde. Tıpkı, yaşamın her anının bir umut ışığı olabileceği hissi, metnin her kelimesinin yanı başına sıkıştırıldığı gibi… Café Esperanza’nın kapısından içeriye kafamızı uzattığımızdaysa, üç kişinin baş başa vermiş, bir şeyler hakkında konuştuğunu görüyoruz. Mekân günlük yükünü almış, turistler, müdavimler hepsi içeri doluşmuş gülüp eğleniyor. Garsonlar siparişleri yetiştirebilmek için harıl harıl koşturuyor; fakat tüm bu koşuşturmanın, eğlencenin arasında bu durağan üç kişi çarpıyor gözümüze. Tüm bu devinim içinde farklı bir duruşları var çünkü onların. Bunlar, Altuğ, Xeno ve Rapazinho; yani, bu anlatının kahramanları. Üçünün de ortak özellikleri Strasbourg’da öğrenim hayatlarına devam etmeleri ve bu oturdukları mekân: Café Esperanza. Bir de, hepsinin kendilerine göre içlerinde büyüttükleri umutları var tabii. Gerek karakterleri, gerekse uğraş alanları olsun, birbirlerinden hemen hemen çok farklı bu anlatının kahramanları. Anlatı da, karakterler arasındaki bu türden farklılıklar üzerine kuruluyor zaten. Karakterler arasındaki bu tezat, metnin ana hatlarını oluşturuyor. ÜÇ FARKLI İNSAN Anlatı, üç farklı karakter üzerinden; fakat tek bir kişinin “bilincinden süzülerek” okuyucuya sunuluyor. Altuğ, anlatıdaki bu bilincin sesi olarak öne çıkıyor ve metnin anlatıcı rolünü de o üstleniyor. Altuğ, Strasbourg’a Mühendislik Okulu’nda yüksek lisans eğitimi almak üzere gelmiş bir gençtir ve iki yıldır bu kentte yaşıyordur; ama okulla pek alakası olmayan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Vaktinin çoğunu Café Esperanza’da ya da şehirde barlar turu yaparak geçiriyordur. Altuğ’un yaz(ama)dığı romanı vardır bir de. Üşendiğinden, masa başına oturmak zor geldiğinden sürekli ertelediği bir romandır bu. Okuyucu, tüm metne onun bakış açısından, onun sesinden hâkim oluyor. Altuğ, söyledikleriyle değil de, daha çok içinden geçirdikleriyle dışa vuruyor fikirlerini. Café Esperanza’daki en sivri karakter olarak Doğu Avrupa’dan gelmiş Xeno ön plana çıkıyor. “Tuzu kuru” bir karakter Xeno. Ailesinin gönderdiği parayla Strasbourg’da yaşamını rahatlıkla sürdürüyordur. O da tıpkı Altuğ gibi bir roman yazma uğraşındadır; ama bu konuda Altuğ’dan farklı olarak üşendiğinden değil, sürekli yeni şeyler keşfederek tasarladığı kurguyu sil baştan etmesinden bitiremiyordur romanını. “Kendi ülkesinde felsefe diploması almış ve doktora yapmak için on yıl kadar önce buraya gelmiş. Geliş o geliş. O zamandan beri ‘yapıtı’ denli müzmin bir hal almış tezini yazıyor” (s. 27). Xeno’nun anlatıdaki sivrilişi, bu özelliklerinden öte, “çok bilmiş” tavırlarında yatıyor. Karşısındakini küçük gören halleri, her şeye söyleyecek bir söz bulması ve anlatıda öne çıkan yaşamındaki bazı simlerini satmaya çalışan, yaptığı çalışmalarda her türlü insan sıvısını kullanarak değişik ürünler veren bir ressam Rapazinho. Diğerleri gibi bir roman yazmıyor o ama sadece yazmıyor. Onun romanı, “yaptığı resimler.” Umudu kırılan insanın yaşamdan nasıl koptuğuna örnek olarak koyulmuş Rapazinho anlatının içine. Bu metnin en silik karakteri olarak görülse de Rapazinho, yazarın kendisine yüklediği bu derin anlamla önem kazanıyor. Kendi resimleri üzerine kurduğu düşleri, beslediği umutları Xeno ve Altuğ’un, kendilerinin de neden yaptıklarını bilmedikleri bir şakayla, galeri sahibinin önünde eridiğinde, Rapazinho için her şey son buluyor; çünkü bu kötü şakayla tutunacak bir umudu kalmıyor. Rapazinho da, bu iletisini okurun kafasına işledikten sonra, anlatıdaki görevi son buluyor. Umutsuz insana, yaşamda bir yer verilmediği gibi, bu satırlarda da yer verilmiyor. MÜKEMMEL “DİL İŞÇİLİĞİ” Ali Teoman, tüm anlatı boyunca “umudu”, karakterlerinin üzerinde bir sahne ışığı gibi gezdiriyor. Anlatıdaki üç karakterin de umudu, öncelikle kendi romanlarını bitirebilmektir. Ancak bu bir türlü mümkün olmaz. Xeno’nun yapbozları, Altuğ’un üşengeçliği ve Rapazinho’nun da “fırçasıyla yazdığı” romanın imkânsızlığı buna engeldir. İşte tüm bu engeller, aslında bütün sorunların ortadan kalkması anlamına geliyor Café Esperanza’da. Bu düşsel mekânda geçen anlatıda Ali Teoman, üç romanın yazıl(ama)ma sürecini anlatıyor. Yazar, bunu yaparken okuyucunun zamanmekân algısıyla da oynuyor yer yer. Ali Teoman’ın tüm yapmak istediklerini aslında kendi yarattığı karakteri Altuğ o kadar güzel anlatıyor ki, bize çok söz düşmüyor. Altuğ, kendi yazacağı romanın nasıl bir şey olacağını şöyle anlatıyor: “Her şey karakterlerden birinin bilincinden süzülerek veriliyor. Her üç karakterin de derinliğine inilmeye çalışılıyor böylece, yorum okuyucuya bırakılarak her birinin ruh hali didikleniyor ve gözler önüne seriliyor. Ne mi oluyor böylece? Basit: Yaşam anlatılmış oluyor tabii” (s. 70). İşte, Café Esperanza’da da olaylar, tıpkı Altuğ’un tasarladığı romandaki gibi işliyor. Üç karakter üzerinden yaşam anlatılıyor. Yazarın, anlatıdaki mükemmel “dil işçiliğine” de ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Ali Teoman, kullandığı Türkçeyle, içinde büyük bir umudu barındıran bu kitaba daha da bir anlam kazandırıyor. Café Esperanza, bu güzel yanıyla da, okuyucuya yoğun birkaç saat geçirme fırsatı sunuyor. ? Cafê Esperanza/ Ali Teoman/ Sel Yayıncılık/ 78 s. SAYFA 21 Ë Eray AK li Teoman yazdıklarıyla, belli bir okuyucu kesiminin dikkatini çekmiş bir yazar. Özellikle “elit okuyucu” diyebileceğimiz kesim, onun yapıtlarını takip eder durumda, çünkü onun öykü ve romanlarında ele aldığı konular, öyle “basit”, günlük, gelip geçici dertler değil. İnsanlığın var oluşundan bugüne dek düşündüğü, yanıtlarını aradığı soru(n)lar üzerine kalem oynatıyor Ali Teoman. Yazar, Türkiye’de belirli bir kesimi “kendine intisâb ettirdikten” sonra, yavaş yavaş yurtdışında da tanınmaya başladı. Önce Kanada’da bir edebiyat dergisinin Türk yazını özel sayısına alındı, daha sonra Almanya’da “Büyükhanımın Kedileri” adlı öyküsü, hazırlanan bir antolojide kendine yer buldu. Bunların dışında, yakın zamanlarda Ali Teoman, edebiyatın anavatanı olarak bilinen Fransa’da düzenlenen ‘Türk Yılı’ etkinlikleri çerçevesinde, Ekim 2009’da üç aylığına Strasbourg’a davet edildi. Amaç, yazarın Strasbourg’da bir ürün vermesiydi. Bir ülkenin, bir şehrin tanıtımını yapmak için çok güzel fikir değil mi? Ali Teoman, Strasbourg’da bulunduğu üç ayın sonunda, Café Esperanza’yı yayımladı. Anlatı, ilkin Fransızca olarak basıldı. Şimdi ise yazıldığı dilde, yani Türkçede. A “TIKIZ” BİR METİN Café Esperanza, yetmiş sekiz sayfalık, kendini tek solukta okutan, okuyucusunu da içine çeken kısacık bir anlatı. Ancak bu anlatının kısa olması ve tek solukta okunması, yazarın sığ sularda yüzdüğü, sıradan konulara değindiği anlamına kesinlikle gelmiyor. Bu kısacık ama kısalığının tam aksine, bir o kadar tezatlar, onu metnin içinde sivriltiyor. Özellikle, kendini gerçek bir “tanrıtanımaz” olarak tanımlayıp ardından katedralde gizlice ibadet etmesi, onun en çarpıcı zıtlıklarından. Anlatıda Xeno’nun, Altuğ ve Rapazinho ile tartışmaları üzerinden okura sunulan kavramlar da oldukça dikkat çekiyor. Bu tartışmalarda din, aşk ve var oluş, nedensellik gibi kavramlar irdeleniyor. Anlatının en silik karakteri olarak ise Brezilya’dan çok küçük yaşta Fransa’ya gelmiş ressam Rapazinho yer alıyor metinde. Rapazinho, anlatıda dişe değer bir yer kaplamasa da, yazarın vermek istediği “umutsuz yaşam olmaz” iletisini okuyucuya taşıyan karakter o. Xeno tarafından “üçüncü sınıf bir ressam” olarak niteleniyor. Sokaklarda gezerek re CUMHURİYET KİTAP SAYI 1058