24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ diye değerlendirmenin yanlışlığını düşünürüm. Onun II. Meşrutiyet’teki rolünü ve katkısını yadsımamak gerekir. Damat özelliğiyle en üst komutanlığa gelmesinden sonraki davranışlarındaki yanlışlıkların yalnızca dönemin toplumsal olaylarıyla açıklanmasını da doğru bulmuyorum. Romanın asıl konusu olmadığı için pek girmedim ama seferberlik ve sonrası dönemde diğer İttihatçı yöneticiler gibi yanlışlıklara boğulmuş olduğunu da söylemek gerekir. Onun bu davranışını ve ruhsal durumunu da olaylar içinde ve yeri geldiğinde yorumlamaya çalıştım ve gördüm ki Sarıkamış dramındaki sorumluluğu büyüktür. Tabii büyük devletlerin, doğru deyişle emperyalist ülkelerin Osmanlıyı parçalama planları ışığında dönemin bir yöneticisi olarak sorumluluğu vardır. Onun bu büyük sorumluluğun üstesinden gelecek güçte olmadığı kanısındayım ve cephedeki çeşitli durumlarda kahramanların bir kısmı aracılığıyla bunu vurgulamaya çalıştım. ÇARIKLI ERKÂNI HARP! Her bir karakter eleştiriyor Osmanlıyı, ulemayı; değme siyasetçilere taş çıkartarak hem de... Kir, görmezden gelen, öte yana devrilen gözleri yakıyor... Boşuna “çarıklı erkânı harp” denmemiş köylümüze. Nâzım Hikmet’in dediği gibi, “Topraktan öğrenip kitapsız bilen” köylümüz, romanda da “Hoca Nasreddin gibi ağlayıp Bayburtlu Zihni gibi” gülmektedir. O, “Kayalar kesip yol eyler abıhayat akıtmaya.” Böyle bir toplumun bireyleridir romanın kahramanları. Demircisi, manifaturacısı, imamı, subayı, başçavuşu, dedesi, ninesi, gelini, leblebicisi, çiftçisi ile kırsal kesimin insanlarıdır ve hiçbir şey bilmedikleri sanılır ama çok şey bilir onlar. Onların yaşadıkları toplumsal dramımızın özüdür. Onların, o sıradan insanların yaşamı bilgeliğe varacak ölçüde algılayışları örnek alınası insani davranışlardır. Onların yaşadıklarından aktarılan kesitler, bir yandan boyun eğiş ama bir yandan da yanlışı değiştirme çabaları bugünümüzün de davranış örneği olarak alınması gereken çabalardır. Ben Anadolu’nun bu gerçek bilge ve gerçek kahraman insanlarından romanı yazarken bile çok şey öğrendim. Çelişkiler ne çoktur hele o dönem... Halifeye laf söylemek ne mümkün ama söyleyen de söyleyene hani... Hata, yanlış, aymazlık, kir gözüne gözüne insanların... De ki insanoğlu ders almayı bilmez... Yok öyle yerin dibine batırmak da... Hani Osmanlı’nın boynunda da ilmik sıkı mı sıkı... Zaten romanda cepheler tek değil, dost, düşman karşılaştırılmalı analiz gibi bilgi bilgi üstüne... Hani öyle ki tümden yerin dibine batıramıyor insan, kıyamıyor da yani... Mesele yoksul milletin sırtına yapışan asalakları defetmek de... Düşman dediğin bir değil, bin değil ki... Asıl düşman içimizde... Ne diyor Kâzım; “Şimdi gövdemize yükleniyorlar. Gövde de içeriden çürümüş, bir yandan içerideki kurtlar, bir yandan başımızdaki sultanlar yiyip bitirmişler. Gövde parçalanırsa bu kadar insan ne yapar, nereye gider? Balkanlar’dan, Arabistan’dan dönenlerin bir umutları, gidebilecekleri anayurtları vardı. Bizim gidecek yerimiz de yok. Ayağımızda da derman kalmamış. En kötüsü de içimizde güzellik kalmamış. Kalanlar kirletmiş toprağımızı. Bunun için mi koşarak gittik cepheye? Bunun için mi gözünü kırpmadan ölümün üzerine atladı binlerce insan.” Öner Bey, sen sade o dönemi anlatmazsın, çok sonrasını da tarif edersin sanki... Neden değişmedi torunların torunları? Evet, insanoğlunun ders almayı bilmediğini de anlatmaya çalıştım. Dediğiniz gibi halifeye, Osmanlıya ülkeyi o duruma getirdikleri için çok yüklendim. Amacım yerin dibine batırmak değil elbette. Onun boynundaki emperyalizmin sıkı mı sıkı ilmeğini anlatmak muradım. Bunu gerçekleştirmek için, yer yer bilgilendirme amacıyla romandan ödün verdiğim de oldu. Gerçekten de “Mesele yoksul milletin sırtına yapışan asalakları defetmek...” Haklısınız, düşman dediğin bir değil, bin değil ki... Asıl düşman içimizde... Kirlenme de böyle başlıyor, insanla, insanın içinde. İşbirlikçileri olmasaydı emperyalizmin Kızılderilileri yok edebilir miydi, Zencileri köleleştirip kıtalar ötesine taşıyabilir miydi, ya da günümüze gelelim Irak’ı işgal edebilir miydi? Bu gerçek hem dünün hem bugünün gerçeğidir. Zamanı aşarak dünden bugüne gelmesiyle klasikleşen romanların yaptığı da böylesi gerçekleri aktarmasıdır asıl olarak. Kir’de vurguladığım yakın tarihteki insani kirlenmenin bugün de söz konusu olduğunu yalnızca işbirlikçiler kabul etmez. Kâzım Çavuş’un romanın sonlarına doğru söyledikleri, bir bilinçlenmenin ürünü olarak da değerlendirilmeli. Bu sözler, aynı zamanda yurt gerçeğinin ve yurt savunmasının nasıl zorunluluk haline geldiğinin ve kısa bir süre sonra bir ulusal kurtuluş savaşının başlayacağının da habercisidir. Bir romancının, tarihin dersler çıkarmak, deneyler kazanmak amacıyla öğrenilmesi gerektiği kaygısıyla dünü anlatmayı denediğimi ve dünü anlatırken aslında bugünü de anlatmış olduğumun okuyucularımın bilincinde yer edeceğini düşünüyorum. Bu düşünceyle romanın son bölümüne yıllar sonrasını, onların torunlarının çocuklarını yerleştirdim ve kirlenen büyük çoğunluğa karşın sayısı az da olsa aynı arınma savaşımının hâlâ sürmekte olduğunu da duyumsatmak istedim. Tabii bu duyumsatma, aynı zamanda daha sonraki yıllar Türkiye’sinden kesitler anlatılacağının, okuyucularımın yeni yeni romanlarımla buluşacağının da işareti olsun istedim. “KURTULUŞ’U UNUTMA!” Adı “Kir” ama yolu “temiz” okuduğum şunca kalın romanında en ehil laflardan biri de kuşkusuz Mustafa Kemal Paşa’nın teslim olmayan azmi. Ne diyor Gazi Paşa “Milletin kurtuluşunu yine milletin kendi azim ve kararı sağlayacaktır...” Kim güvendi onun kadar yokluktan pek çoğunun ayağında çarık olmayan, bir bulgura mahkum bitap bir ulusa bu kadar çok... Azmi imliyor “Kir”i en çok değil mi? Ve Kurtuluş’u unutma diyor, onlar mümkünsüzü mümkün kılabildiyse sen bugünün şartlarında mislini mümkün kılabilir, özgürlüğünü, hür iradeni ele alabilirsin diyor… Uyan diyor… Romanın birçok yerinde çeşitli vesilelerle yinelediğim bir söz bu. Özellikle vurgulamak istemişim demek ki. Mustafa Kemal’in, romanın sonlarında sıkça yer alan azim ve kararlılıkla ilgili sözü, aynı zamanda bir umudun ve uyanışın da simgesi olarak okuyucuyu daha sonraki zamanlara götürsün istedim. Mustafa Kemal’in bu sözünün, o dönemde toplumu bayramla buluşturmasının temelini oluşturduğu elbette daha sonraki dönemde görülecektir. Bir açıdan Kir’in devamı olarak planladığım Bayram adlı romanımda “bıçak sırtındaki memleket”in nasıl kurulduğunu, bu kurtuluşta “milletin kurtuluşunu yine milletin kendi azim ve kararı sağlayacaktır” anlayışının ne kadar haklı ve insana olan güvenle dolu olduğunu anlatacağım. Kir’de, bugünü yaratan dünün yaşam parçalarını ve insan durumlarını aktarırken kurtuluşun hiç de kolay gerçekleştirilmediğini, insanın insan olma kavgasının kolayına verilmediğini, bu kavgada asıl olanın insana güvenmek ve kararlılık olduğunu insanlar ve davranışlar aracılığıyla aktarmaya çalıştığımı söylemeliyim. Azim ve kararlılıkla ilgili bu saptamayı yaptığınız, amacımın ne olduğunu açıklama şansı verdiğiniz için teşekkür ederim. Tabii ki Kir’le ilgili tüm saptamalarınız, romanı ciddi biçimde değerlendirmiş olduğunuz için de teşekkür ediyorum. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Kir/ Öner Yağcı/ Cumhuriyet Kitapları/ 400 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle