Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Dan Franc’ın yirminci yüzyıl sanatını konu alan çalışması: Bohemler Bohemler, adlarını bildiğimiz, resimlerini gördüğümüz, yaşamları üzerine bir şeyler okuduğumuz ya da duyduğumuz ve çağımızla bütünleşmiş ressamların, sanatçıların, şairlerin dünyasına ortak ediyor bizleri. lar yüzyıla damgasını vuracak yapıtlar üretiyorlardır peş peşe. Ama henüz değerleri bilinmiyordur onların. Yapıtları alıcı bulamıyordur. Karın tokluğuna satıyorlardır dünya sanat tarihinin başyapıtlarını. “Yirminci yüzyılı taşıdım/ Atalardan kalma huysuzluk”. Dostluklar, aşklar, kıskançlıklar, kırgınlıklar, küslükler, çekişmeler, eleştiriler, kavgalar... bu efsanevi kentin göbeğinde ve herkesin gözü önünde oluyordur. YİRMİNCİ YÜZYILI YAŞADIK... “Yirminci yüzyılı yaşadık/ O çağa bu çağa gömüldük”. Dan Franck’ın Bohemler kitabı yüzyılın başının Paris’inde şairlerin, ressamların, sanatçıların yaşamını ele alıyor. Onlar bu yüzyılın ertelenmiş olup olmadığını düşünüyorlar mıydı bilmiyorum ama sanıyorum onlar her şeyden önce “sanat yapıtı” üretiyorlardı. Geleceğe damgasını vuracak Dan Franc resimler yapıyor, şiirler yazıyorlardı. Bir yandan da yoksullukla, parasızlıkla, açlıkla mücadele ediyorlardı. YapË Gültekin EMRE tıkları resimleri alan yoktu. Ya da çok ucuza kapatıyordu galericiler, eş dost. elih Cevdet, “Yirminci Onlar ise çağa damgasını vuracak yapıtyüzyılı yaşadım/ Ertelarla boğuşuyordu. Birbirlerini derinlenmiş bir yüzyıldı bu” den etkiliyorlardı ya da bu etkilenmediyor. Diyor ya, doğru den kurtulmak için birbirlerinden uzak da söylüyor. Milenyum öncesi yaşaduruyorlardı. Afrika sanatını keşfedinanlar öteki yüzyıllardan çok farklıyorlardı günün birinde ve yapıtlarında dır. Giderek hızlanan bir tempoda Afrika figürleri, maskları yer almaya dünyanın olumlu/olumsuz değişbaşlıyordu birden bire. Yapıtlarında Afmesine tanık oldu insanlık. Geçtiğirika dönemi gün ışığına çıkıveriyordu miz yüzyılda sanatçılar, dünya sanat tariyepyeni bir buluş olarak. Kavga ediyorhinin belkemiğini oluşturan yapıtlar lardı kıyasıya, birbirlerinden nefret ürettiler. Öte yandan iki dünya savaşıyla edercesine. Sonra da ellerindeki avuçlasarsıldı yeryüzü ve insanlık tarihi. Sosyarındakini birbirleriyle paylaşıyorlardı. list ve kapitalist sistemler karşı karşıya Meyhanelerde çılgınlıklar yapıyor, çok geldi. Pratikte sosyalizm sarsıntı geçirdi, içiyorlar, çoğu zaman aç yatıyorlardı. Berlin Duvarı yıkıldı. “Yirminci yüzyılı Gerçeküstücü, Kübist, Dada ve Avantaşıdım/ Tedirginliğimizin zorbalığıdır gard hareketinin hem içinde hem de sanrılar”. İşte bu yüzyılın can alıcı kenti, karşısında yer alıyorlardı. Ama bir yanParis’tir. Sanat dünyasının merkezidir ve dan da Gerçeküstücü, Kübist, Dadaist, dünya sanat çevrelerinin gözü oradadır. Avangard yapıtlar üretiyorlardı. YenilikÇünkü bu büyülü kentte Picasso, Moçi, çağa damgasını vuran sergilerde olay digliani, Vlaminck, M. Ultrillo, Louis çıkarıyorlardı. Her hareketleri neredeyAragon, Apollinaire, Max Jacob, Matisse eyleme dönüşüyor, olay oluyordu. se, Kiki, Man Ray, Hemingway, Barque, Paris’in gizemli dünyasını belirliyorlardı Breton, Tristan Tzara, Cocteau, B. Cenyapıtlarıyla, davranışlarıyla, yaşamlarıydrars, Desnos, Diego Rivera, Gümrükçü la. Kiralarını ödeyemiyorlar, atölye tutaRousseau.. yaşamakta, çalışmakta, üretcak para bulamıyorlardı. Modellerine mektedir. “Yirminci yüzyılı yaşadım/ âşık oluyorlar, ayrılıp ayrılıp yeniden Parlak suyunda boğulmuş sahipsiz”. Bu barışıyorlardı. Birbirlerini tehdit ediyorbüyülü kent pek çok ressama, modele, lar, kıskançlıktan çatlayacak hale gelişaire, yazara, galeri sahibine, eleştirmene, yorlardı. Genelevlerden çıkmıyorlardı. gazeteciye, yayıncıya da ev sahipliği yapEsrar içiyorlardı. Düşlerini resimlerine maktadır aynı zamanda. Montmarte ve katık ediyorlardı. Modelleri sevgilileri Montparnasse semtleri, sokaklar, caddeoluyordu. Onları çok kıskanıyorlardı. ler, müzeler, galeriler, barlar, evler, atölEve kapatıyorlardı ve başkalarıyla göyeler.. yukarıda adı geçen ve hepsi de borüşmeyi yasaklıyorlardı. Onlar sanatçıyhem yaşamın içinde çıkış arayan sanatçıdı, çağa damgalarını vuruyorlardı ve buların mekânlarıdır. Bir yandan da monun farkında değillerdi. Gelenek ve modern sanatın tarihi yazılıyordur hiçbiridernizm arasında gidip geliyorlardı yanin farkına varmadığı bir biçimde. Avanpıtlarıyla. Toplum dışlıyordu onları, gard sanatın biçimlendirdiği bu sanatçıdavranışlarını kınıyordu ama bir yandan da yapıtlarıyla farklı yerlere geliyorlardı. Müzeler yapıtlarını satın alıyordu yavaş yavaş. Tanınmaya başlıyorlardı. Amerika’dan onların ürettiklerini satın almak için birileri geliyordu Paris’e. Dünyaya açılıyorlardı hiç farkına varmadan. Kendilerinden söz ettiriyorlardı yapıtlarıyla. Çağa damgalarını vurmaya başlıyorlardı kalıcı bir biçimde. Her birinin kendine göre bir öyküsü vardı. Biyografileri farklıydı ama pek çok yanları ortaktı. Çağdan, yaşamlarından rahatsızlık, huzursuzluk duyuyorlardı. “Empresyonizm, zamanında toplumun ve eleştirmenlerin tepkisini çekmişti. Neoempresyonizm fovların iticiliklerine karşı daha donuk renklerle ortaya çıkmadan önce bu akımı iyice silik hale getirmişti ve bu fovlar da daha sonra kübist ucubelerle tahtlarından indirilmişti. Şiirde romantikler parnasçılar tarafından, parnasçılar da Blaise Cendrars’ın ‘belli bir sınıf içine dahil ettiği’ sembolistler tarafından aşılmıştı.” Her gelen kuşak bir öncekinden farklı bir yol izliyordu eskileri yerinden ederek. Diller, kültürler, yaşamlar, renkler... iç içe geçip gidiyordu yeni buluşların etkisinde. HERKES’İN PARİS’İ “Kimileri biçimleri ön plana çıkararak resim yapıyordu. Kimileri yeni sanat arayışları için biçimleri kırıyordu. Dilleri ve kültürleri karışan inanılmaz çeşitlilikte malzeme kullanan İspanyollar Gris ve Picasso, Hollandalılar Van Dongen, İtalyanPolonyalı Apollinaire, İsviçreli Cendrars ama aynı zamanda Fransızlar Braque, Vlaminck, Derain ve Max Jacob kuralların dışına çıkıyor, resim ve şiiri çok ağır zorlamalardan kurtarmaya çalışıyorlardı.” Montmarte’de bunlar olup yaşanırken Seine nehrinin öte yanında “Montparnasse’ta İtalyan Modigliani, Meksikalı Diego Rivera, İskandinav Krogh, Ruslar Soutine, Chagall, Zadkine, Diaghilev, Fransızlar Léger, Matisse, Delaunay –ve diğerleri sanatsal mirası” zenginleştirmekle meşguldüler. 1920’lerde ise Amerikalılar gelir Paris’e. Sonra da Romen Tzara, İsveçliler ve başka Ruslar... “Yeni uluslardan sanatçılar” akın eder şehre. Kent, gerçek anlamıyla dünyanın, kültür, sanat, sanat tarihi merkezi olup çıkar. “Ressamlar, şairler, heykelciler ve müzikçiler” birbirine karışmıştır. “Bütün ülkeler, bütün kültürler. Klasikler, modernler... Zenginler.. tüccarlar. Modeller ve ressamları. Yazarlar ve editörler. Beş parasız dolaşanlar ve milyarderler.” Hepsi Paris’te bir araya gelmiştir. Herkesin Paris’e geliş nedeni farklıdır, doğal olarak kimsenin Paris’i kimseninkine benzemez. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Picasso dışındaki ressamların pek çoğu büyük bir yoksulluk içinde yaşıyordu. Savaşın hemen ardından ise arabalar, evler almaya başladılar, rahata ve paraya kavuştular. “Yeteneksiz, bohem ressamlar” dönemi kapandı böylece. Apollinaire 1. Dünya Savaşı’nın bitmesine iki gün kala öldü ve onun ölümüyle birlikte ise “öncüler dönemi” de tarihe karıştı. 1920’de ölen Modigliani, Villon ve Murger “başıboş yaşamlar dönemini” sona erdirdiler. GEÇMİŞİN MİRASI Geçmiş sanatçılardan ve onların yaşamlarından ayrıntılı söz etmek bugünün ressamlarına, heykeltıraşlarına ve onların çalışmalarına daha farklı bakmak demektir. Geçmişin mirası üzerine kurulmuştur bugünün sanat dünyası. Geçmişin zenginliği bugünün sanatçılarına yol göstermiştir. “Bohemler BateuauLavoir atölyelerinde doğmuş ve Ruche ve Montparnasse kaldırımlarında büyümüştür”. Acaba bugünün sanatçıları için de böyle bir kümeleşmeden, bohemlikten.. söz edilebilir mi? Bohemler, 3 bölümden –Montmarte Tepesi Artistleri, Montparnasse Savaşa Gidiyor ve Montparnasse Açık Kent ve bu bölümlerin alt başlıklarından oluşuyor: 70 alt bölümde de Bohem sayılan, dönemine hem ışık tutan ve hem de geleceğe kalıcı ürünler bırakmış sanatçıların üzerinde titizlikle duruluyor. Onların özel yaşamları, öteki sanatçılarla olan dostlukları, çekişmeleri, kıskançlıkları, ilişkileri.. bir bir ele alınıyor. Yaptıkları resimler, heykeller ve etkilendikleri kültürler, sanatçılar ve yapıtlarında bunların yansıması da göz ardı edilmiyor. Kendi sanatsal yaşamlarının dönüm noktaları da unutulmuyor elbette. Çağın akımlarına hangi noktada ve hangi yapıtlarıyla düğümlendikleri de gözler önüne seriliyor, pek çok ince ayrıntı okurun önüne saçılıp dökülerek. Hangi sanatçıyı ele alıyorsa bölüm, o sanatçıyla ilgili bir yazıdan birkaç cümleye, mektuptan bir bölüme ya da bir şiire de yer veriliyor söze başlarken. Aragon, “Aşk bir yaşamın özetlendiği yerdir, nasıl söyleyeyim,/ özetlendiği, geliştiği yerdir” derken Jaques Prevert, “Gökyüzündeki babamız, orada kalın” der. Man Ray, “...Ressamların yaptıklarını ben fotoğrafla yapmaya çalışıyordum, şu farkla ki, ben boya yerine ışık ve kimyasal maddelerden yararlanıyordum ve kesinlikle fotoğraf makinesinden yararlanmıyordum bunun için” derken Getrude Stein, “Siz gençler, savaşmış olan gençler, siz hepiniz yitik kuşaksınız” diyordu. “Vicdanım kirli bir çamaşır ve yarın onu yıkama günü” diyordu Max Jacob.. herkes bir şey söylüyordu ve hepsi bir şeyler söylüyordu... Bohemler, sürükleyici bir kitap. Adlarını bildiğimiz, resimlerini gördüğümüz, yaşamları üzerine bir şeyler okuduğumuz ya da duyduğumuz ve çağımızla bütünleşmiş ressamların, sanatçıların, şairlerin dünyasına ortak ediyor bizleri. Ayrıca sanatçıların fotoğraflarıyla da iyi bir aile albümüne dönüşmüş. Kitabın arkasındaki çok geniş kaynakça da göz doldurucu bence ve bu kitaba nasıl emek verildiğinin ciddi bir kanıtı. Yazarı bir “sanat tarihçisi” değil. Kendi dilini kurmuş bir yazar. “Başka bir roman yazma biçimi; yüzyılın, belleğinin gölgesinde kendini bulmaktan hoşlandığı takdirde sayfayı çevirirken ıssız bir adaya götüreceği kahramanların, yerlerin, yapıtların romanı.” Geçmiş yüzyılda, Paris’te, onca cümbüşün, karmaşanın, aşkın, dâhinin, kavganın, resmin, şairin, modelin.. arasında yaşamak varmış! ? Bohemler/ Dan Franck/ Sel Yayınları/ Ocak 2009/ 432 sayfa. M SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1010