24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Öner Yağcı ile ‘Kir’ üzerine ‘İyi ki siyasal bir roman yazmışım’ Öner Yağcı, son romanı Kir‘de 1914 Ağustos’unda başlayıp 1919 Ağustos’unda biten beş yıllık bir sevdaya, arayışa yöneltiyor ışıklarını. Amasya’dan Sarıkamış muharebelerine, Sibirya tutsaklığından Kuvayı Milliye’ye götürüyor okuru. Öner Yağcı ile son romanı “Kir”i bir Cumhuriyet kadını konuştu, zamanı ve mekânı parçalayarak, dönemin göbeğine ışınlanarak. Cepheyi sordu, tarafları, hasımları, köylüyü, ahvali sordu. Torunların torunları, Kir‘i mutlaka okuyun! Ë Gamze AKDEMİR urşun yarası, çatışmalar, cepheler, kahramanlar, inanılmaz hayatta kalışlar, cepheden bin bir bereli dönüşler... Oba oba, köy köy, bucak bucak, kent kent özü, toprağı pak kahramanlar... Bu romanı sizinle beraber onlar da yazıyor... Romanın bazı bölümlerini yazarken ağladığımı, bazı bölümlerinde hüzünlendiğimi, öfkelendiğimi, güldüğümü, sevindiğimi, umutsuzluğa düştüğümü ya da umutlandığımı söyleyebilirim. Etiyle, kanıyla bizim insanımızı anlattım çünkü. Yiğitliğiyle, korkusuyla, düşleri ve duygularıyla bizim insanımızın yakın tarihimizde yaşadıklarını ben de yaşamış gibi oldum. Bir kasabadaki yaşam, seferberlik emri, çetelerle karşı karşıya geliş, Sarıkamış dramı ve Rusya’da tutsaklık… Bunlarla ilgili, kuşaktan kuşağa aktarılan yaşamlarda anlatılan bizim hikâyemiz... Bu sevdalı yaşamlardaki kurşun yaraları da gerçektir, çatışmalar da, cepheler de gerçektir, yüz binlerce ölüm ve çok azının inanılmaz hayatta kalışı da. Tabii ki o kahramanların yurtlarına yıllar sonraki hüzünlü dönüşleri de… Evet, romanın onlarla birlikte yazılmış olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. sunu sordurtan bir gerçekliği yaşıyoruz ne yazık ki. İnsan gerçeği hep aynı. Özgürlükten ne anlaşıldığı konusu tartışılmalı elbette. Hâlâ feodalizmin değerlerinin fışkırdığı topraklarda insanların özgür insan olamadığı, hâlâ insanın insana kulluğunun, şeyhlerin, toprak beylerinin egemenliğinin söz konusu olduğu koşullarda bir avuç aydının çabasıyla bunca yol almamız bile büyük başarı bence. Cumhuriyet’le taçlanan bu başarı değil midir düşmanlarının on yıllardır sürdürdüğü karşı devrim atılımları, yok etme girişimleri. Bu, insanı aşağılayan gerçekliğin aşağı yukarı 100 yıl önceki Türkiye’de de var olduğunu bir roman kahramanının söylemesi, yadırganacak bir şey değildir. Osmanlının sonu belli bir maceraya sürüklendiğini, ülkenin yanlış yönetildiğini görenler ve yöneticileri uyaranlar o dönemde de olmuştu. Kir’in kahramanlarından Mümtaz Bey’in Harbiye’den yakın arkadaşı olan Enver Paşa’yı uyarmış olmasını da bu anlamda değerlendirmeliyiz. Bir yandan “hanı yağma”yı, bir yandan devletin parçalanıp paylaşılması doğrultusundaki projelerin hayata geçirildiğini görenlerin bir şeylerin yapılması gerektiğini düşünmeleri ve bu yolda uyarılarda bulunmaları çok doğal bir gerçekliğin göstergesidir. Bugün de aynı şeyleri yaşamıyor muyuz diye sorabilirim ben de. Bugünün sorunlarının hemen hepsinin varlık nedenlerinin yakın tarihimizde olduğunu anlatırken roman sanatının insanlık durumlarıyla bütünleşmenin iyi bir yöntem olduğunu düşündüğüm için Kir’i yazdım diyebilirim. Anadolu Türkünün omzundaki yükün ağırlığı da satırlar arasında… Hal, ortam böyleyken insanlar, insancıklar ne yer, ne içer, ne der, neye hayıflanır, neye kaygılanır’ın öykü öykü hallicesi de romanınız... Tam orada, orayı yaşatıyor satırlar... Dönemin tam göbeğine ışınlıyor okuru… Sonra köylüden yana, işçiden yana, haktan hukuktan yana bir roman Kir… Bal gibi de siyasi roman bir yönüyle (İyi ki de öyle), hem de en yetkin biçemde? Yurdun asıl yükünü omuzlayan insanların günlük yaşamları, dertleri, sevinçleri, sevgileri, kaygıları umutları… Anlatmak istediğim buydu. İnsanımızın çeşitli öğünlerde yediklerini anlatmaya çalışarak bir lokma ekmek uğruna çekilen “mihnet”leri sergilemek istedim. Eğer bu sergide o dönem insanımızın günlük yaşamını görebiliyorsak ne mutlu. Köylüden, işçiden, haktan hukuktan yana olmak, kısacası “insan”dan yana olmak edebiyatın zorunlu sorumluluğudur. Siyasi roman olarak değerlendirmenizden mutlu oldum. Romancılık anlayışımla örtüşen bir saptama bu. İlk romanım Kardelen’den, Turnalar’dan beri hep böyle yapmaya çalıştım. Gerek bu romanlarımdaki 12 Eylül dönemi, gerek Gökyüzüne Akan Irmak’taki ‘68 Kuşağı, 12 Mart dönemi, gerekse de 1990’lardaki çözülmenin ipuçlarını anlattığım Yediveren ve çocukluğumdan başlayarak yaşamımın tanıklıklarıyla yüklü olan Kaptan romanımda anlattıklarım, hep insan durumlarıyla siyasal durumların örtüşüp kesişmesidir. Kir’de de bunu yapmaya çalıştım. Aksi bir yaklaşımın Anadolu halkının savaşlara, kahırlara, baskılara nasıl göğüs gerdiğini anlatmasının olanaksız olduğunu düşünürüm. Sonuç olarak, evet, iyi ki siyasal bir roman yazmışım. K Okuduk, okuyoruz… Mümtaz Bey’den ne haber? Hayli endişeliymiş duyduk... Saklıyorlar bizden, ne zaman af çıksa hırsızı uğursuzu serbest kalıyor, bizimse cebimizde para yok... Neden böyledir bu? Hal kötü de ne kadar daha kötü oralarda bir anlatın... Bu dönemin zorluğunu anca yaşayan, yaşayanla konuşan bilir… Öyleyse anlatın… Mümtaz Bey, Harbiye’de Enver Paşa’larla birlikte okumuş bir yarbay. Anadolu’nun göbeğinden, Amasya’dan Harbiye’ye girmiş ve yetiştirmiş kendini. Kuşağının birçok subayı gibi Namık Kemal’in, Tevfik Fikret’in şiirleriyle coşmuş, yurtseverlik sevdasıyla dolmuş, ikbal hevesi olmayan bir yarbay. Gözü kara, İttihat Terakki’nin özgürlük savaşımında epeyce yararlığı olmuş bir subay. Ama 1908 Devrimi’nden sonra bir yandan çağdaşlaşma atılımları yaşanırken bir yandan da iktidar sarhoşluğuyla çürüme, kirlenme başlamış. Ülkeyi yönetenler, kimi yabancı devletlerin politikalarına alet olmaya, har vurup harman savurmaya başlamış. Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma almış yürümüş. Buna tepki gösterenler yetkisizlendirilmiş. Mümtaz Yarbay da böyle bir insan. Baştan savılmak için payitahttan Amasya’ya gönderilmiş. Yurtseverlik sevdasıyla da romanda anlattığım müthiş serüvene gönüllü olarak yürümüş: Onun Rum çeteleri temizleyerek göreve başlayan alayının, Sarıkamış’ta başına gelenlerle alaydan sağ kalan birkaç kişinin Ruslara tutsak düşmeleri, beş yıl tutsaklıktan sonra yurda dönüşleri ve Mustafa Kemal’le buluşmaları… ‘KİR, İNSANA YAŞATILANLARIN ÖZÜ’ Kir mi? Kir de neyin nesi? Yaşayan kirlenir elbet. Yozlaşır. Bunlar olur… Yok değilse neden? Yolu yordamı söyle de bilelim... Kimlermiş bu kadar kirlenen ve kirleten? Kir, insana yaşatılanların özü. İnsanın insan olma savaşımının özü. İnsan olma savaşımı, bu kirden arınma savaşımıdır. İdeolojiler, inançlar, felsefeler hep bunun için. Bu noktada Anadolu halkının tarihinden getirdiği güzellemelerin bir yordam olduğunu söyleyebilirim. Kimi kahramanların söyleşilerinde geçen uzak geçmişle ilgili öyküleri bunun için verdim romanda. Bunun için o yaşamın eski tarihine göndermeler yaptım zaman zaman. Yaşamı kirleten insandır ama kirden arındıracak olanın da insan olduğunu bilmeli ve insana güvenmeliyiz. Maksim Gorki’nin “İnsan: Ne onurlu sözcük!” sözünü hiç unutmam. Romanın sonunda, savaş kaçkınlarının kirlettiği dönemi anlatırken Amasya Genelgesi’yle insana yeni bir umut güneşinin doğmasıyla bu güveni ve insana olan umudu aktarmaya çalıştım. Bu kitap pek güzel Öner Bey... Hal çaresi var, yalan yok, ne olmuş ne bitmiş var... Ama hepsinden öncesi özü pek kahramanlar, ahval var... Her şey insanın özündedir diyor kahramanlar...Romanın özü de bu değil mi? Çok anlamlı bir kavrayış ve yorum bu, teşekkür ederim Gamze. Haklısınız, romanın özünün bu olduğunu düşünüyorum: “Her şey insanın özündedir.” Hal çaresi insandır, insandadır. İnsan durumlarını, davranışlarını anlattım. Aslında birilerinin yaptıklarını kahramanlık olarak anlatmadım, ama öyle anlar olur ki doğal insani davranışlar kahramanlık sayılabilir. Birileri şarlatanlıkları, sevgisizlikleriyle yaşamlarını sürdürürken, birilerinin insani davranışlarla var olmaları, insanın erdemli olabileceğini göstermeleri söz konusudur. İnsani davranışın kahramanlığa ulaşmasıdır bu. Sıradan Anadolu insanlarının yaşamın getirdiklerine karşı tavırlarını bu açıdan değerlendirmek gerekir. Enver Paşa’nın haleti ruhiyesine de atıf pek çok satır satır... Neler yapıyor Enver Paşa, kaça kaçına? Enver Paşa, yakın tarihimizin önemli kişiliklerinden biri. Önemli bir tarihsel kişiliği tümüyle iyi ya da tümüyle kötü ¥ CEPHEDEN NE HABER ÖNER BEY? Gelin sizinle bu sorudan itibaren değişik bir yöntem deneyelim; farz edelim ki bizler o zamanlarda yaşayan iki kişiyiz ve karşılıklı konuşuyoruz. Ben sorular soran bir kadın olayım, siz de savaştan dönmüş, Osmanlı’nın hiç de parlak olmayan durumunu iyi bilen bir zabit mi diyelim ya da er olun... İşte ilk soru: Oralarda durum ne Öner Bey? Cepheden ne haberler var şu sıralar? Cephede durumlar kötü Gamze Hanım... Büyük komutanlar kişisel hırslarına kapılmışlar ya da büyük devletlerin politikalarının oyuncağı olmuşlar. Ordu hesapsız kitapsız cepheye sürülür mü hiç? Bizi sürmüşler işte. Birilerinin yakınları olanlar rütbe üstüne rütbe alınca ordunun başına geçmişler ve savaşı oyun sanıyorlar. Giden onların canı değil çünkü. Evet, çok iyi yetişmiş subaylarımız; albaylar, yüzbaşılar, hatta teğmenler ve nice savaşlar görmüş başçavuşlar var ama elleri kolları bağlanmış bunların. Çünkü askerin ekmeği, elbisesi, çarığı yok; silahı, cephanesi yok. Asker aç karna, soğuktan dona dona, silahsız cephanesiz nasıl savaşır? Diyeceğim o ki Sarıkamış’ta bir facianın yaşanacağını uçan kuşlar bile biliyor. Öner Yağcı kaleme alıyor olanı biteni... İNSANLIK DURUMLARI Ne diyor Mümtaz Bey: “Kimseyle kişisel bir sorunumuz olmaz. Derdimiz memleketin genel durumudur. Memleket bıçak sırtında. Bunun için mi hükümeti aldık elimize? Kırk para borç alabilmek için devletin, milletin boynuna ip geçirilip ecnebilerin eline veriliyor. Yüreğim yanıyor. Uyku uyuyamıyorum. Payitaht’ta durmak zül oldu bana.” Bu ülkede hiç mi bir şey değişmez, daha o zamandan sakat ne çok şey var, insani öykülerde ne kadar açığa çıkıyor değil mi? Haklı Mümtaz Bey, memleket batıyor, Dersaadet ise aymaz ki ne... “Birazcık özgürlük verilince ilk faydalananlar irticacılar, devleti parçalamak isteyenler, dağlardaki eşkıya ve katiller oluyor” mesela... Romanda da öyle demiyor mu bir kahraman? Seferberlik ilan edilince kurduğu süvari alayının başında Erzurum’dan Sarıkamış’a giden Mümtaz Bey’in, savaş öncesi ve sonrası düşünceleri, ülkemizdeki aydınlanma kavgasını sürdürmüş olan her kuşak aydının düşünceleri olmuştur. Namık Kemal’lerde de aynı kaygı vardı, Tevfik Fikret’lerde de. Mustafa Kemal’ler de aynı kaygı vardı, Nâzım Hikmet’lerde de. Uğur Mumcu’larda da aynı kaygı vardı, Deniz Gezmiş’lerde de… Bu ülkede hiç mi bir şey değişmez soruSAYFA 16 Öner Yağcı ve Gamze Akdemir’le... CUMHURİYET KİTAP SAYI 1010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle