05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Murat Yalçın’la ‘Kesik Hava’ ‘Anlatının katlarında gezinmek’ Murat Yalçın yeni öykülerini Kesik Hava adlı kitapta topladı. Yalçın, her yeni öykü kitabında yeni öykü teknikleri deniyor. Bu kez hayat sahnelerini koyuyor ortaya yazar. Sahnenin arkasına okurunu götürüyor, orada okuru hayatla baş başa bırakıyor… Murat Yalçın’la yeni öyküleri üzerine söyleştik. Ë Erdem ÖZTOP urat Bey, yeni kitabınız Kesik Hava’yı konuşacağız. Gene öyküyle devam ediyorsunuz… Bunun belirli bir nedeni var mı? Edebi düzlemde çizgiden uzaklaşmıyorsunuz? Başka türlü yazamadığımdan sanırım. Yazdıklarımı, kıyısı kuytusu belli bir türün diyelim “öykü” diye bellenmiş, iyi kötü tanımları yapılmış bir türün içine sokma çabası gütmedim. Tersine, kısa öykünün yazılagelen biçimlerine baka baka, içinde kendi dilimin devinebileceği bir yapı tasarlama ereğindeyim. Biçimin dilden, dilin düşünceden, düşüncenin duygudan ayrı olmadığını kavrayınca birçok sorun geçerliğini yitiriyor. Beş kitabımdan dördünün kapağında “öykü”, birinde “anlatı” yazıyor. Okuyanlara sorarsanız, anlatıya “roman”, bazı öykülere de “şiir” diyebilirler. O nedenle tanımlara, türlere kafa yormak yerine yazabileceklerimi yazmayı yeğlerim. Zamanla, yazılanları yokuşa sürmenin yararsızlığını da gördüm, ondan... Bir de şunu söylemeli, yazar yazdıklarını çekiştirdikçe bir aymazlık belirtisidir bu bilmeden kendine setler çeker. Yazının uçsuz bucaksızlığının kalemimi esrikleştirmesini duymak, yazmakta olduğum anlatının uyanışını görmek yetiyor bana. İma Klavuzu’nda oldukça kısa anlatıma sahip öyküler varken, bu uzunluk Şen Saat ve yeni kitabınızda arttı. Her yeni kitapta farklı öykü teknikleri kullandığınızdan söz edebilir miyiz öyleyse? Aşkımumya’nın ardından Hafif Metro Günleri’ni yazıverdim. Gerçekten “yazıverdim” diyebileceğim tek kitabım bu. Yeri başka bende… İma Kılavuzu, öykünün göründüğü, filizlendiği yerde kesilen metinlerden kurulu bir kitaptı. Öyküyü çekiştirip, deyim yerindeyse, köşelere kıstırıp üstüne çöktüm… Şen Saat’te ümüğünü bıraktım, bekledim kendine gelsin, şöyle dilediğince dolansın. Yinelemeden sıkılırım, okurken de yazarken de. Arayan, aranan, yolunu yitirmiş, bildik bir yere gitmeyen kitaplar okumayı severim, onların izini sürerim. Yemiş, gövdede olmaz; dallarda, hem de uç dallarda olur. Beslenmek için ağaca tırmanmak yetmez, dallara uzanabilmek gerekir. SAYFA 4 Yeni kitaba dair konuşmaya kitabın ön ve arka kapağını saran limon diliminden başlayalım… Metaforik bir tanım yapmak gerekirse, ‘kesik hava’nın içeride ekşi bir tada dönüşeceğini mi imliyor örneğin bu kapaktaki resim? Kapak yayınevinindir ama yazarlar karışmaya pek meraklıdır. Kendilerinin içinde olmadığı çoğu işi beğenmekte zorlanırlar. Kapak tasarımcısı ortaya ne çıkaracak diye beklemeyi sevenlerdenim ama Kesik Hava’daki limon dilimi benden. Uzaktan ağzı sulandırsın, yenilir yutulur bir kitabı anıştırsın diye... Bir de karaya sarıyı yakıştırdığım, öyküyü limona benzettiğim için. Ekşimeyi, bozulmayı, “kesik”liği düşünmedim, sorunuzu doğru anladıysam. ONA GÖRE YAZMAK... Öykülerinizdeki anlatım ve kurgu ilk anda olmasa da ileri sayfalarda sersemletici ya da tedirgin edici bir hava katıyor! Rahatsız ediyor okuru… Öykünün birinde geçtiği üzere, okur av oluyor, gerisi hikâye… Okuru öyküye katık etmek de tutulacak yollardan biri. Okurun yanında durarak, yazmakta olduğum metnin yazarokuru olarak, içinde birlikte yaşayacağımız bir yuva kurarcasına yazmaya yatkınım. Böyle bir... “yakınlığa” diyelim, alışık olmayan okur tedirgin olabilir. Metnin özdenliği, yazarın bir kolunu omzuna koyuvermesi okuru bozar; o kolu ensesinden atar. Okurların çoğu öykünün içinde bildiği bir yerde gezercesine gönlünce gezinmek, istediği stilde yüzmek ister, yanı sıra da duygusal bir yolculuk bekler. Suyun içinden bir kolun çıkmasına tepki verir, yabancılaşır düpedüz. Kabaca söylersem, kaptırıp yazan biri değilim, kaptırıp gitmeyi isteyen bir okura söylenmiş bir kalıp sözdür “gerisi hikâye” de. Öykünün “hikâye olmayan yanı” çeker beni: Okurdan ayrı düştüğüm yer burası. Nedeni açık: Okur öykü okuduğunu biliyor, “ona göre” okuyor. Oysa ben yazarken düşünmem ne tür bir metin yazdığımı. “Ona göre” yazmak bana göre değil. Aslında hayat sahnelerini koyuyorsunuz ortaya… Sahnenin arkasına ise illaki gidiliyor; bunu da okur kendiliğinden yapıyor… Ve işte az önce de sözünü ettiğimiz üzere, okur sahnenin arkasına geçme tedirginliğini yaşıyor… Yazarken okur, okurken yazar olma alışkanlığının sonucu. Anlatının katlarında okuru gezdirmek… Bir emlakçının ev gezdirmesine benzer biçimde. Emlakçı çoğunlukla boş bir evi gezdirir. Ancak öyle hikâyeler anlatır ki siz çıplak bir yapının içinde dolaştığınızı anlamazsınız. Gözünüz boyuna eşya koyar boş odalara, giderek o evde sanki yaşamış da olursunuz. Bu anlamda, okurun anlatının içinde yaşadığına inanması önemlidir. Yazar bu inancı sağlamışsa ipliği iğneye geçirmiş sayılır. Artık ne diktiğinin, ne anlattığının bir önemi kalmaz. Yazarı, ne anlatayım diye düşünen biri sanmak gülünçtür gerçekten. Psikoloji eğitimi aldınız. Sizde mevcut olan bu alanın, edebiyatla buluşmasından kaynaklanıyor tüm bunlar diye düşünüyorum, katılır mısınız? İnsan M psikolojisinin tüm ayrıntılarına öykülerinizde rastlıyoruz… “Psikoloji” mekanik bir dal… O dala kondum ama çok durmadım, okulu bitirene dek kalabildim. İki arada bir derede kalmışlığıyla ancak ilgimi çekti. Yazıma katkısı, etkisi ne olmuştur, bilmiyorum. Kişi yazıyorsa, yazacaksa bütün bilimler, bütün konular, gözüne takılan nesnelerle bir olup yardıma koşar. Ormandaki hayvanları arkasına almış bir Tarzan, bir Zembla’dır yazar; yola çıktı mı hayvanat ona uyar, buyruklarını dinler. Yazının doğası gereği böyledir bu… Öyle düşünmeyi severim. Yazarların yalnızlığı, başlarının kalabalık oluşundandır. Murat Yalçın’ın yayımlanmış dört öykü, birde anlatı kitabı var. Kimileri yaşar kimileri yazar. İkisini birden yaptığını söylemek bir savdan öteye geçmez. Sorunuza bağlarsak, “insan psikolojisi”ne aykırı düşer. Semih Gümüş, kitabınıza dair yazdığı eleştiride, “çekirdek aile”nize bu kitapla katkıda bulunup Ferit Edgü’yü ekliyor… Bense Füruzan’la çıkıyorum karşınıza… Ne dersiniz? Ya da böyle, isimler üzerinden yola çıkışa karşı mı çıkarsınız? Bazı kitapları döne döne okuyorsak bize esin verdikleri içindir. Bu kitapların yazarları da gözdelerimiz olurlar. Kimini okur olarak, kimini yazar olarak severiz, etkileniriz. Etkilenme türlü biçimlerde, ama kesinkes olur. Etkilenmemeyi hiç anlamam. “Üslup flörtü” (biçem denemeleri) de her zaman yapılabilir. Gökten zembille inmiş yazar yoktur. Eleştirmenlerin başlıca işlerinden biri inceledikleri yazarların kaynaklarını araştırmak, karşılaştırmalar yapmaktır. Yazarın söyledikleriyle yetinmeden. Bu kertede yazar her şeyi bilen kişi değildir, raporunu başkasından alır. Bir de şu, yayımlamaya başladıktan sonra, tanımadığım yazarların okumadığım kitaplarıyla da benzerlikler kurulabildiğini görmüştüm. O kitapları sonradan okuyup “doğruymuş” da diyebilir kişi, buna da hiç şaşırmamalı. Bir eleştirmen bir yazarı başka yazarların yanına yöresine iliştirebilir. Bir dizi bağlar ortaya koyabilir, bu onun işidir. Bir saptamada bulunulduğunda merak eder, bakarım ben. Ona kesinkes katılmak ya da karşı çıkmak başka okurlara, eleştirmenlere düşer. Sözgelimi kitaplığıma baktığımda da hiçbir kitap orada rasgele durmaz: Yakın raflara okuyup durduklarımı, mer divenle ulaşılan uzak raflara okuyup geçtiklerimi dizmişimdir. Bir de kolilerde olanlar, bir daha dönüp bakmayacaklarım vardır ki onları evden de çıkarmak zorunda kalırım bazen. YENİ BİR DOSYA Bu arada Gümüş, az önce andığım yazısında, yazdıklarınız üzerinden yola çıkarak, gelenekçi öykü yapısıyla, yenilikçi yapının birlikte yeni bir öykü dili ortaya çıkardığını imler. Katılır mısınız? Sorunuzda çekilecek çok mandal var… Doğrusu bu kertede söz almayı istemem. Mandepsiye basmaktan çekinirim. Bunca yapıt dururken, ömrümüz onları okumaya bile yetmezken tutup yazmak, başlı başına bir sav. Ben, yalnız okumak isteyebileceğim metinler yazabilme uğraşındayım. Bunu yapabildiğim yerde “yeni bir öykü dili” de çıktığı söylenmişse gönenirim, doğal olarak. Peki, bundan sonra nasıl bir edebi düzlemde yol alacak kaleminiz? Birkaç yıldır “okuryazar notları” tutuyorum. Mola Taşları adlı bir dosya kucağımda, boy atıyor. Doğrusu masamı epeyi sardı bu kış. İçinden bir kitap çıkar mı, onu kestirmeye çalışıyorum şu sıralar. Kesik Hava, 2007 sonunda bitmişti, o gün bugündür elime ayağıma dolaştırdığım on öykü meme bekliyor. İşin tuhafı biri uzayınca öbürü kısalıyor, birbirlerinin üstüne basarak öne çıkmaya çalışıyorlar. İçlerinden biri irice duruyor; “roman” özü var mı, yazdıkça anlayabileceğim. ? [email protected] Kesik Hava/ Murat Yalçın/ Yapı Kredi Yayınları/ 128 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 999
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle