24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nihat Ziyalan’la ‘Tomurcuk Sevda’ üzerine ‘Samimiyetim, şiirimin ebesidir’ Nihat Ziyalan Sevgili Şiir’den sonra yine bir şiir kitabı ile okur karşısında: Tomurcuk Sevda. Şiirlerinde anılarının kapısını aralayan Ziyalan, tanıdık yüzlerle buluşturuyor okuru: Yılmaz Güney, Turgut Uyar, Attilâ İlhan, Özdemir İnce, Lale Belkıs... Ziyalan’la yeni şiir kitabını konuştuk. lirdim diyerek kendimi eleştiririm. Bu ölene dek böyle sürecek. Bir gün bile “güzel bir şey yazdım” diyemeden ölüp gideceğim. Adana Şehir Tiyatrosu ve Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan sonra Yılmaz Güney’in teşvikiyle başladınız sinemaya. Birlikte 150’ye yakın film çevirdiniz. Sizi sinemada çok zaman beraber gördük ve şiirlerinizde de ikinizi tekrar bir arada izleyebiliyoruz. Şiire trajik bir olaydan etkilenerek başlayan bir şairin şiirinde Yılmaz Güney’e çokça yer vermesinin sebebi de aynı şair tavrı mı? Yılmaz Güney ve Özdemir İnce benim ilk gençliğimdir. Yetmiş iki yaşındayım ama onlar dipçik gibidir içimde. Tıpkı Türkiyem, Adanam gibi. Yılmaz çok çekti. Kötüleyenler oldu. Ama ben onun ne kadar iyi yürekli güzel bir insan olduğunu çok iyi biliyorum. Genç yaşta ölümü beni kahretmiştir. Elbette şiirimin başrol oyuncusudur. Özdemir de. İLGİNÇ BİR TANIŞMA... Çocukluk arkadaşınız Yılmaz Güney’le ilginç de bir tanışma hikâyeniz var… Okuldan kaçıp Kanalköprü’de çimerdim. Yine öyle bir gün, bir kesekâğıdı hıyarla gittim. Suluboya resim yapma havalarındayım. Arkadaşlarıyla şaka yaparak suya atlayan biri dikkatimi çekti. Diğerlerinden farklı bir ışık saçıyordu. Gülünce turfanda patlıcan gibi burnu da gülüyor, dişlerinde yansıyordu. Aramızda şöyle bir konuşma geçti: “Resim mi yapıyon?” “He!” Böyle derken bir hıyar uzattım. Su sızan kara donuna silerek hatır hutur yerken kendini tanıttı: “Yılmaz!” “Nihat!” Kan kardeş olduk. Annelerimiz tanıştı. Beni heyecanlandıran bir kişilikti. Özdemir’e, hemen Mersin’e götürdüm. Ondan sonra sacayağı olduk. Ë Yasemin ÇEKER inema, öykü, roman, şiir gibi sanatın farklı dallarında emek vermiş birisiniz. Farklı sanat dallarıyla uğraşmanız sanki bir alan size yetmiyormuş ve farklı yönlerinizi farklı sanat dallarıyla ifade ediyormuşsunuz gibi bir his uyandırdı bende. Neden sadece sinema, şiir, öykü, roman değil de hepsi? Şiir yüz metre, öykü en fazla üç bin veya beş bin metre, roman maratondur. Söylemek istediğim şey hangisine uygunsa ona göre girişirim işe. Kuşkusuz buraya varmak için çok çaba sarf ettim, sarf ediyorum. Şiirle, öyküyle, romanla düşünmeyi öğrenmek yıllarımı aldı, alıyor. Tiyatroyla, sinemayla düşünmeyi öğrendim dediğim sırada bırakmak zorunda kaldım. Zaten ekmek parası için yaptığım işlerdi. Ama yine de; tiyatroda, sinemada sorumluluğu olan bir sanatçı olmayı yeğledim. Tıpkı edebiyatta olduğu gibi. Yanlış anlaşılmasın lütfen; hayatımın anlamıyla yükümlü sorumluluktan bahsediyorum. Şiir yazmaya Dumlupınar Denizaltısı’nın batışından etkilenerek başlamışsınız. Böyle trajik bir olay üzerine harekete geçen şair yanınız nasıl bir yol izledi? Dumlupınar Denizaltısı’nı Adana’nın Atatürk Parkı’nda; heykelinin altında, onun nezaretinde yazdım. O zaman, yerel Bugün gazetesi sanat sayfası yayınlardı. Sayfayı düzenleyen de eğitimci Çoban Yurtçu’ydu. Parktan dönüşte ona götürdüm şiiri. ‘Bekle’ diyerek önümde okudu. Sonra omzumu okşadı. Yılmaz Pütün’le birlikte Bugün gazetesinde ürettiklerimizi yayımlamaya başladıktan sonra, Vedat Günyol’un Yeniufukları’na da gönderdik. Vedat Bey, gençlere değer veren güzel bir insandı. Onun sayesinde edebiyatçı olduk. Ardından Pazar Postası gelir. Muzaffer İlhan Erdost şiirlerimi geri çevirmedi hiç. Ne gönderdiysem bastı. Meğer İkinci Yeni şiirler yazıyormuşum. Adım öyle anıldı bir süre. Oysa ben hiç kimsenin etkisinde kalmadan, ortak olmayan, kendi şirimi yazıyordum. Yaza yaza; yeni eserler vere vere, şimdiki şiirime vardım. İlerde bu da değişebilir. Çünkü şiir canlıdır. Oldum diye durursam şiirim tekrara düşer ve kurur. Tazelenmek için devamlı arayış içinde olmalıyım. Bu yüzden, ürettiklerimi hep eksik bulmuşumdur. Şiir, öykü, roman; ne yazdıysam, daha iyisini yazabiSAYFA 10 S Yeni şiir kitabınız Tomurcuk Sevda, Komşu Yayınları arasından çıktı. Kitapta Yılmaz Güney, Özdemir İnce, Memet Fuat, Turgut Uyar, Lale Belkıs, Tomris Uyar, Attilâ İlhan, Fatoş Güney gibi tanıdık isimlere rastlıyoruz. Şiirinizde görülen anlatımcı tavrın bir yansıması diyebilir miyiz buna? Aslında kitabın ismi Eve Götür Beni Nehir olacaktı, sonra değiştirdim. Bulunduğum yerden hayatımın bir geriye dönüşüdür Tomurcuk Sevda. Her şiirle hayatımın bir yaprağını geriye çevirerek baba evine dek gitmeye çalıştım. Kuşkusuz hayatımı; geriye gide gide harç yapıp tekrar dökerken, gerçekten yararlandım. Ama bunu gerçeği dönüştürerek yapmaya çalıştım. Daha önce söylenmemiş gibi bir tazelik yakalamak için çaba gösterdim. Samimiyetim, şiirimin ebesidir. Tomurcuk Sevda’yı okuyan Özdemir İnce’den şöyle bir ileti aldım: “Döşeğimde Yıldızlarla’yı yaşadık mı?” Ben, “Elbette yaşadık. Unuttun mu? Hatta yağmurlu bir gündü. Sen Mersin’den gelmiştin. Sabaha karşı fıçıdan şalgam içmiştik” diye yanıtladıktan sonra; gerçekten yaşadık mı diye, içime bir kuşku düştü. Şiir işte böyle bir şeydir. Yıllar önce Türkiye’yi bırakıp Avustralya’ya yerleştiniz. Tomurcuk Sevda şiirinizi “Ah! Mümkün olsa;/ geriye dönüş,/ dökülenleri, solanları,/ tazelemek diye bitiriyorsunuz. Derin Kesik, İki Ada, Ucuzluk gibi şiirlerinizde de sıla hasretine dair söyleyişler var. Birçok insanın takılıp kaldığı mazi hasreti sizi de çokça etkilemiş görünüyor. Gidişinize sebep neydi? Şiirlerinizde hissettiğimiz sıla hasretine bir son verip Türkiye’ye dönüş yapmayı düşünüyor musunuz? Seks filmleri çıkınca işsiz kaldım. O zamanki eşimden de ayrılmıştım. Film teklifi geldi ama “Soyunur musun?” diye. Hemen aklıma oğlum; annembabam, kardeşlerim geldi. Reddettim. Seks filmleri yapsaydım belki de çok param, evim olacaktı. Yapamadım. Rezil olacağımı anlayınca yurtdışına gitmeyi kafama koydum. Almanya’da kız kardeşim, Avustralya’da rahmetli erkek kardeşim vardı. İkisine de yazdım. “Almanya olmaz” dedi kız kardeşim. Avustralya gerçekleşti. Buraya göçtüğümde vatanım diye diye içimden ağlama hastalığına yakalandım. İki yıl içinde saçım sapır sapır döküldü. Keltoş biri oldum. Avustralya’da kaybolmamak için anadilime, yazmaya sarıldım. Her gün edebiyat çalışan, üretme gayretinde olan biri oldum. Burada evlendiğim Nedret de birincil aşkımın edebiyat olmasını kabul etmiş değerli birisidir. Birkaç gün önce Hüseyin Alemdar’la konuşuyordum, “Bunca yıldır bir birikimin olmuştur herhalde, gelsene artık” dedi. Yanıtım şu oldu: “Şair adamın birikimi şiiridir. Hiç param yok.” Burası çok güzel bir ülke. İyi de üretiyorum. Yurt sevgisi başka bir şey. Başımızı sokacak bir yerimiz olsa hemen göçerdik ülkemize. Ama yok. Dostlarımızda barınıyoruz tatile gittiğimizde. DÖRT EDEBİYAT OLAYI... Peki, Avustralya’da buradaki edebiyatı takip edebiliyor musunuz? Tabii takip ediyorum. Son dönemlerde dört edebiyat olayından çok etkilendim. İlki Özdemir İnce’nin Kırmızı Yayınları’ndan peş peşe çıkan dört şiir kitabı. Hele dördüncü kitabı Ağustos 1936 Annemin Karnında Son Bir Ay bir atom bombasıydı. Doğumdan önceki bir ayı, her gün bir şiirle dillendirmiş şair. 31. şiir şöyle başlıyor: “Ayrılık zamanı geldi, vedalaşalım!” Şimdi bunu yazarken bile tüylerim diken diken oldu. İkincisi bir roman. Emine Sevgi Özdamar’ın Turkuaz Yayınları’ndan çıkan Haliçli Köprü’sü. Aynı yazarın yıllar önce Hayat Bir Kervansaray’ını okumuş, yazarı izlemeye almıştım. Yeni romanı çıkar çıkmaz getirttim. Bir solukta okunan, fırlama bir dille ve hızda kotarılmış bir roman. Almancadan çevrilmiş. İlknur Özdemir’in çevirisi ama eser hiç çeviri kokmuyor. Şimdi bu romancı Türk mü Alman mı diye düşündüm. İleride Nobel alacak olsa hangi ülke üstlenecek bu onuru? Almanya’ya yerleşmiş olan bu değerli yazarın Türkçe yazmasını çok isterdim. Üçüncüsü Coleridge’in Yaşlı Gemicisi’nin Şavkar Altınel tarafından Türkçe çevirisi. Bence çeviri üstü bir çeviri. Yapıtın iki dilli basılması bazı okurlara karşılaştırmalı okuma olanağı sağlıyor. (Dördüncüsü) Bir de Sonsöz var ki; yazar Şavkar Altınel’in hayatını anlamamıza açılımlar getiren, yürek burkan bir metin. İşte bu Sonsöz’e bitişik olarak Yaşlı Gemici’den kısa bir süre sonra YKY tarafından basılan Tepedeki Yabancı okunmalı. Şiiröyküanıroman bileşimi içeren Tepedeki Yabancı beni büyüledi. ? Tomurcuk Sevda/ Nihat Ziyalan Komşu Yayınları/ Şubat 2009/ 70 s. Nihat Ziyalan, Avustralya’da kaybolmamak için anadiline, yazmaya sarılmış... Sağda, Ziyalan Yeşilçam yıllarında. CUMHURİYET KİTAP SAYI 999
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle