Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ derin bir umutsuzluğu ima eden bir finali olmasına rağmen, romanımın acı bir umutsuzlukla okunmasını istemem. Kullandığım ironik ve alaycı dilin de bir umudu, bir tazelenmeyi ima etmesini isterim. Bol karakterli bir roman yazdınız bu kez. Tek bir olayın etrafında değil, her kahramanın kendi olayına ortak ettiniz bizleri… Neden her bireye ayrı kurgu biçme gereği duydunuz da tek bir olay etrafına kahramanlarınızı yerleştirmediniz? Çünkü bu bir “olay örgüsü” romanı değil. Tek bir olay örgüsünden çok, birçok olay örgüsünün iç içe geçtiği, alışılmadık bir yapıyı tercih ettim. Her roman kurgusu bir tercihtir, ama bir biçimi tercih ederek bütün seçme hakkımızı da kullanmış olmayız. Belki bundan sonra yazacağım kitapta tam tersi bir yol izlerim. Özetle bu soruya verebileceğim doyurucu bir cevabım yok, zihnimde böylesi bir kurgu oluştu, böyle bir roman yazdım. Sadece bu. ANLAMADAN YARGILAMAK Ülkenin gidişatına çok güzel bir methiye bu roman! Güzel de değil aslında; sancılı bir dönemini anlatıyorsunuz. İronik bir dil takındığınız da oluyor, eleştirel bir dil de… Keşke ülke bu hale gelmeseydi de ben böyle bir roman yazmasaydım dediğiniz oldu mu hiç? Böyle bir cümle kurmak yazdığımı gereğinden fazla önemsemek olur. Ülkenin geldiği hali, dünyanın bugününü, zamanı, zemini anlamaya çalışıyorum ben, yargılamaya ya da üstünü çizmeye değil. Anlamadan yargılamak mümkün olamaz. Kaldı ki anlamak mümkün müdür? Hayır. Hayatı anlamak, sonu olmayan bir çabadan ibarettir, anlayacağımıza dair bir garantisi de yoktur. Yazdıklarımdan içler acısı bir manzara çıkıyorsa ve bu manzara gerçeğin dışına düşmüyorsa, roman işlevini yerine getirmiş demektir. Milan Kundera, Roman Sanatı adlı kitabında “Romanın eğilimi karmaşıklıkların eğilimidir” der. Ve ekler “...roman okuyucuya şunu söyler: Olaylar sandığından daha karmaşık.” Bu karmaşıklığı bugün bize hayat söylüyor, yaşadığımız çağ. Karşılaştığımız toplumsal olayları anlamakta başarısız olunca, olayların sandığımızdan daha karmaşık olduğuna karar vererek üstünde düşünmekten, anlamaya çalışmaktan vazgeçiyoruz. Roman bence tam da böyle bir yerde işlevseldir, anlamaya giden yolları kısaltır, hatta anlama arzusunu tahrik eder. Ülke gün geçtikçe kötüye gidiyor, kişilik bozuklukları gün geçtikçe belirginleşiyor, insanlar omurgalarını bile isteye yitiriyorlar! Ve bu türden karakterlerin tümü romanlarınızın birer kahramanı oluveriyor!.. Cümleniz insana ilk anda evet deme hissi uyandırıyor. Doğru, haklısınız, deme hissi.. ama biraz düşünürsek bunların hiç de yeni şeyler olmadığını görürüz. Günümüzden elli yıl önce yazılmış, rastgele bir romanı ele alsak ve bugünü unutup okusak, benzer yargılarda bulunabiliriz. Zaman bir sürekliliktir, roman sanatı da bu sürekliliğe bir yerinden girer ve aslında bir öncekinden pek de farklı olmayan yargıları yeni olay örgüleri ve yeni yaklaşımlar çerçevesinde bize sunar. Burada ilginç olan, omurgasını yitirmiş insan, bozulan dünya veya kötüye gitme gibi tespitler yeni olmadığı halde, bunu, hemen her defasında yeniymiş gibi algılamamızdır. Kimi zaman romanın başarısıdır bu, kimi zaman da aslında değişmeyen bu tespitleri bize yaptıran yeni durumların varlığıdır. Roman CUMHURİYET KİTAP SAYI 991 sanatı bu nedenle bir yanıyla kendini tekrarlarken, bir yanıyla da bizi yeniler, bu yolla: Bize yeniymiş heyecanı vererek. Yine bu nitelik kimi zaman öldüğü iddia edilen roman sanatının ayakta kaldığını, kalacağını gösterir bence. Biraz önce sözünü ettiğimiz kişilik bozuklukları farklı uçlara sapkınlık seviyesinde boy veriyor. Bunlar görsel ve yazılı medyada özellikle destekleniyor, katılır mısınız? Sizin de kahramanlarınız bu sapkınlıklara bürünmüş insanlar… Siz onların bütün hallerini ortaya koyuyorsunuz ve eleştiriyorsunuz… Günümüzden yüz yıl önce bugünkü görsel ve yazılı medya olsaydı, bu tespiti yüz yıl önce yapacaktık bence. Burada yeni olan şey, medya iletişim araçlarının yaygınlaşması ve varlığını sürdürebilmek için bu türden şaşırtıcı, akla sığdırmakta zorlandığımız hikâyeleri büyük şamata yaparak ortaya koymasının yarattığı bir tür dehşet duygusudur. Yaklaşımını eleştirmediğim sanılmasın, ama medya olmayan bir vahşeti veya sapkınlığı veya akıldışılığı yaratmıyor, varolanı bizi şaşkınlığa, kimi zaman dehşete düşüren bir açıklık, pervasızlık ve zararlı bir cüretle ortaya koyuyor. Bu kadarla kalıyor mu? Hayır, insan zihninin vardığı ve iletişimin olgunca yürümesini sağlayan insani barikatları, değerler sistemini yıkıyor. İnsanoğlunun naturasında bulunan vahşet ve sapkınlığa kaçma arzusu medyanın giderek geliştirdiği bir hikâye etme anlayışıyla tahrik ediliyor. Medya hikâyeye doyan seyircinin ilgisini canlı tutmak için, şirazesinden çıkan hikâyeleri giderek büyüyen bir iştahla işliyor. Çiğnemekte hiçbir sakınca görmediği zihinsel barikatlar, değerler sistemi böylece yıkılıyor. Bu açıdan bakıldığında hikayemedya ilişkisinin ciddi anlamda sorunlu olduğunu söylemek gerekir. GİDİŞATIN SONU... Gidişatın sonu nereye varır sizce? İnsanlar birbirlerini sapkınlıklarının sonucu öldürmeye de başladı!.. Eşler aldatılma sebebiyle birbirlerini öldürüyor; Issız Adamlar ülkede gittikçe fazlalaşıyor… Ülkenin başbakanı esip gürlüyor… Nasıl bir gelecek hayali içindesiniz, özellikle de böyle bir roman yazdıktan sonra? Gidişatın sonu hakkında hiçbir fikrim yok. Ama insanlığın yarattığı edebiyat tarihini göz önünde bulundurursak, bu sorunun tarihin başından beri sorulmuş olduğunu söyleyebilirim. İnsanlık her şaşırtıcı dönemin ortasında “nereye gidiyoruz?” sorusunu sormuştur. Küllerinden doğan anka kuşu hikâyesi de bu nedenle bir sonsuz umut vaadidir aslında. “Nasıl bir gelecek hayali içindesiniz” gibi gayet somut bir soruya verecek tek bir muğlak cevabım var, demokratik bir hayat. Çok klişe görünüyor değil mi? Evet, klişe, çünkü gerçekleşmiyor. Sonuç olarak sanırım yakın bir zaman sonra hepimiz romanınızın mekânına ziyaretlerde bulunacağız gibi… Gerçi tam da sevgililer gününde yandı bitti kül oldu ama… Yeniden inşası zor olmasa gerek! Deliler teknesinde her şey mümkündür, mübahtır… Küllerinden doğan anka Kuşu’nu tekrarlamanın tam yeri, son hücremize kadar yanmak yeni bir başlangıç olabilir. Mitolojilerin büyüklüğü de burada sanırım, galiba bir tek onlar sonsuz umudu vaat edebiliyor. ? erdemoztop@yahoo.com Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi/ Ayfer Tunç/ Can Yayınları/482 s. SAYFA 5