Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
...KISA KISA... Kaplumbağa Terbiyecisi Ë Yusuf ÇOTUR A dı, en özgün eserlerinden biri olan Kaplumbağa Terbiyecisi’yle özdeşleşen Osman Hamdi Bey, Tanzimat döneminin aydınlanmacı isimlerinden biri. Türk sanat, arkeoloji ve müzecilik tarihinde birçok ilke imza atan Osman Hamdi Bey’in hayatı yazar Emre Caner tarafından biyografik bir çalışmayla romanlaştırıldı: Kaplumbağa Terbiyecisi. Bugüne kadar Mustafa Cezar’ın 1971 tarihli “Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi” isimli hacimli çalışması, bir sempozyum ve birkaç makale dışında Osman Hamdi Bey’le ilgili kapsamlı bir araştırma veya bir roman bulunmuyor. Bu durum yazarın eserini daha anlamlı ve önemli kılıyor. Emre Caner, bu romanıyla Osman Hamdi Bey’i, tarihi olaylara, dönem kişilerinin gerçekliklerine bağlı kalarak sade bir dil ve akıcı bir üslupla okura sunmuş. Böylece bu alandaki büyük bir boşluğu doldurmuş. Roman, Osman Hamdi Bey’in Paris’e hukuk eğitimi için gönderilmesiyle başlıyor. Osman Hamdi Bey, çocukluğundan itibaren resim yapmaya meraklıdır. Resim yeteneği babasının da okuduğu Osman Hamdi Bey’in de başarıyla bitirdiği Instition Barbet’deki edebiyat öğretmeni Mösyö Dupre’nin dikkatini çeker ve Osman Hamdi’ye beğenisini bildirir. Bu beğeni, onun ömrünce yürüyeceği sanat yolunun ilk adımıdır. Yazar, Osman Hamdi’nin hayatındaki her gelişmeyi kronolojik sırayla tarihi bir doku içinde elde edilen bilgi ve belgeleri romana damıtarak ele almış. Biyografik romanların en önemli özelliği; ele alınan kişinin ruhsal ve fiziksel özelliklerinin yanı sıra çeşitli konulara karşı tavır alışı, tepkileri, duygu dünyası, düşünceleri, giyinişi gibi pek çok özelliğin verilmesi ve bu şekilde bir portre çizilmesidir. Emre Caner de Osman Hamdi Bey’in iç dünyasına oldukça başarılı yolcuklar gerçekleştirmiş. Osman Hamdi’nin dönemin baskıcı anlayışına karşı (büyük bir cesaretle) tepkilerini, düşüncelerini de karşılar. Bir yanda babasının en mutlu günü, diğer yanda çok değer verdiği bir büyüğünün sürgünü. Ne diyeceğini, yapacağını bilememenin kördüğümü. “Yine de dolu dolu sevinemedi babası için. Keşke Midhat Paşa’nın sürgün edilmesi sayesinde olmasaydı diye düşünmeden edemiyordu. O gece aklından geçirdiği her cümleye keşke diyerek başladı...” Osman Hamdi Bey, Instition Barbet’i bitirdikten sonra hukuk eğitimi için fakülteye kayıt yaptırır. Ancak, sanata özellikle resme olan ilgisi onu kısa sürede fakülteden soğutur. O, derslerinden çok, sosyal ve kültürel etkinliklere katılır, tüm sanatsal faaliyetleri takip eder. Bu tutku bir süre sonra onun hukuk fakültesindeki eğitimine ara vermesine neden olur. Hukuk eğitimi yerine resim eğitimi almaya başlar. KARIŞIK BİR DÖNEM Emre Caner rinlemesine tahlillerle ele almış. Osman Hamdi Bey’in çok sevdiği ve saydığı dönemin muhalif isimlerinden Midhat Paşa’nın sürgüne gönderilmesi sonucunda babası İbrahim Edhem Paşa sadrazam olur. Aynı güne denk gelen bu ince ayrıntı yazarın gözünden kaçmamış. Ahmet Hamdi Bey bu durumu, duygusal bir karışıklık içinde Edebiyatistan için elzem bir kitap Ë Selçuk ALTUN enelerce senelerce evvel sorduğumda, “7 bin imzalı kitabım var” demişti Haluk Oral. (Bu bağlamda, galiba ülkenin önde gelen iki koleksiyonerinden biridir.) O, kitapla ilgili efemera da (mektup, fotoğraf, pusula, afiş…) toplar. “Kaç efemeran var?” şiddetinde bir soru makbul değildir; bu bir kaleydeskoptaki renk taneciklerini saymaya debelenmeyi çağrıştırır. Onun efemera külliyatını anarken, gözümde Archimboldi’sel bir Babil Kulesi canlanıverir. Prof. Haluk Oral, (doğ.1957) kentin dinginnn bir köşesinde serpilen, bir butik edebiyat müzesinin kurucusu, küratörü ve bekçisidir. Küresel Çanakkale Savaşları yetkesi ve “matematiksel tavla” oyuncusudur. “Annemin Öğretmediği Şarkılar”ın metafizik(?) dokusuna katkısı vardır ve romanın yan ama bir elzem karakteridir. O bir edebiyat veya sosyal bilimler akademisyeni değildir; matematik profesörüdür. Serendipity. *** Sema Aslan’ın 30 bibliyofille söyleşisinden mürekkep “Benim Kitaplarım”da, Haluk Oral da vardır. Başkasında karşılaştığı imzalı kitapları kıskanıp kıskanmadığıyla ilgili soruya, “Aklımdan bile geçirmem! Çok samimi bir arkadaşımın güzel karısına bakmayacağım gibi! Onun hikâyesi oradaymış, derim…” buyurmuştur. Bir imzalı kitap koleksiyoneri değilim. Ama sahaf safarilerinde karşıma iyi bir kısmet çıkarsa, kaçırmam. Haluk Oral okumayazma evime uğramışsa, imzalı ganimetlerimi saklamam. Kimisini incelerken ikirciklendiğini duyumsarım. O duygunun adını bilemem ama gözlerinin parladığına tanık olurum. Benden çok ona yakıştıklarını düşündüğümü armağan edersem, yüksek sesle duasını alacağımı bilirim. *** Haluk Oral istifçi veya bezirgan bir bibliyofil değildir. Koleksiyonuna (k)atılanları hatmetmek için gerekirse diye, “eski Türkçe” de öğrenmiştir. Koleksiyonuyla birikiminin harmanlanmasından, her nitelikli kitaplığa gerekli, dört kitap üretmiştir. Siftah ürünü “Bir İmzanın Peşinden”de (Dünya, 2003), koleksiyonundan seçtiği kitap ve efemerayı anekdot ve görseliyle, edebiyat tarihine sunmuştu. Bir imzanın peşinden seğirtmek yan ödüllerle mücehhez gizemli bir süreçtir. Örneğin ulaşmaya çırpındığınız o titrek imza sahibinin, tedirgin ama soylu hısım/akrabasıyla da müşerref olursunuz. (Bu bakımdan sahafbaşı Nedret İşli gibi Haluk Oral da şanslıdır.) O minval sohbetlerini dinlerken aklıma nedense, “Ah ne hüzünlü günlerdi onlar, yaşamımın en mutlu günleri” fısıltısı gelir Gesualdo Bufalino’nun… Erol Güney (doğ.1914), 1917 Devrimi’nden sonra Türkiye’ye sığınmış bir S Ukrayna Musevisi’ydi. Sığındığı toprağı benimsemişti, oradan bir başka ülkeye “dikey geçiş” yapmayı düşünmüyordu. Orhan Veli’nin yörüngesinde renkli bir çevirmen ve gazeteciydi. 1955’te verdiği bir stratejik haber dönemin iktidarının işine gelmeyince vatandaşlıktan çıkarıldı. (Bu habere –örneğin ABD’de Pulitzer Ödülü özgülenirdi.) Artık İsrail’de mukim Erol Güney’in ırmak yaşamından pasajları ibretle okuyabildiysek, önce Haluk Oral’ın sayesindedir. (“Erol Güney’in Ke(n)disi”, Haluk Oral/M.Şeref Özsoy – YKY, 2005) “Arıburnu 1915 Çanakkale Savaşı’ndan Belgesel Öyküler” (İş Kültür, 2007) görsel ağırlıklı, anıtsal bir kitap. Oradaki nice fotoğraf, belge, obje veya harita ilk kez bir kitapta yer almaktadır ve yazarının koleksiyonundan çıkmadır. *** Haluk Oral Nihayet, “Şiir Hikâyeleri!” (Haluk Oral, İş Kültür – 2008) Bu yapıt geleneksel “yılın en iyi kitapları” yazımın yayımlanmasından önce elime geçseydi onu “en iyi on” listeme eklerdim. “Şiir Hikâyeleri” özel belgelerin irdelenmesiyle hazırlanmış bir miniaraştırma kitabı. Haluk Oral devreye soktuğu efemera koleksiyonuyla edebiyatistan yakın tarihine kışkırtıcı notlar ve dipnotlar düşmüş. Onu incelerken, yazarın bu kitabı hazırlarken her sürecinin keyfini çıkarttığını duyumsadım. Anekdotların akış hızına uyan öz anlatım dilini benimsedim. Önemli şairlerin (Nâzım Hikmet, Ahmet Arif, Melih Cevdet Anday, Ahmet Haşim) bazı dizelerinin geçirdiği metamorfozların öyküsü, kitabın omurgasını oluşturmuş. Özdemir Asaf’ın kült şiiri LAVİNİA’nın kimliğinin deşifre edilmesi, değerlerinin kısmen abartıldığının ne zaman tartışılmaya başlanacağını merak ettiğim Yahya Kemal ile Orhan Veli arasındaki zikzaklı iletişim, sanırım okurların gözde pasajları olacaktır. (Beni, Orhan Kemal’in sürgünlük dönemindeki ilk aşkı ile alacakaranlığın öncü yazarı Oğuz Atay’ın özel yaşamından açılan sayfalar sardı.) Bu kitabı okurken, bir zamanlar “şair” ve “yazarlık” mertebeleri için aşılası darboğazları anımsayarak ürktüm. Bir eski dosttan mektup alasım geldi. Yeşilsiyah Parker dolmakalemleri, Squibb marka mürekkebin gizemli kokusunu ve adıgüzel edebiyat dergilerini özledim. Çini mürekkeple kotarılmış şair portrelerini okşadım. Şair ve yazar yaşamöykülerinin ihmal edilmesine, yeniden hayıflandım. Bitirince, yazarın kitap dünyasının bir elzem kişisi olduğuna karar verdim ve koleksiyonuna saygım arttı. *** Haluk Oral’ın elinde, Orhan Veli’nin yaşamındaki bazı bilinmezlerin aşılmasını sağlayacak belgeler yok değildir. Örneğin onun ölüm şekliyle ilgili varsayımları çürütüp, belki “gizli kalmış son şiiriyle” uyuklayan edebiyatistanı şaşırtacaktır. Prof. Oral’ın bize, bir Orhan Veli belgeseli borcu vardır. Vita brevis Hocam… ? Şiir Hikâyeleri/ Haluk Oral/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 166 s. Romanın her sayfası bir takvim yaprağı niteliğinde. Her bölüm anlatılan dönemden bir fotoğrafla birbirine bağlanmış. Eserde Osman Hamdi Bey’in hayat öyküsüyle Tanzimat dönemi olayları paralel bir çizgide ilerler. Emre Caner, Osman Hamdi Bey’in hayatından dönemin tarihi, sosyal ve siyasal özelliklerine de ki bu dönem oldukça karışık bir dönemdir ışık tutar. Her olay belgesel karesi gibi bütünle ilişkili işlenmiş. Olaylar arası geçişler akıcı bir üslupla birbirine bağlanmış ve bir bütünlük içinde ele alınmış. Romanda bölümler arası geçişler dönem resimleriyle sağlanırken anlatılan tarihi olayların fotoğraflarına yer verilmemesi bir eksiklik olarak dikkat çekiyor. Yazar, Türk Arkeoloji Tarihi açısından oldukça değerli olan ilk milli kazı çalışması Nemrut Dağı’ndaki kazı çalışmalarında, Sayda’daki kazılarda çekilen fotoğrafları, Hamdi Bey’in tarihi çalışmalarını gösteren resimleri okurla paylaşmamış. Bu resimler sayfalar arasına veya romanın sonuna eklenseydi eser daha da bir anlam kazanırdı. Okur, öyküsünü okuduğu tarihi olayların resimlerini görme şansından mahrum bırakılmış. Osman Hamdi Bey maalesef bugün hak ettiği kadar tanınmayan ve bilinmeyen bir değer. Gerek arkeoloji gerekse müzecilik alanında birçok ilke imza atmış bir isim. 1883 yılında Sanayii Nefise Mektebi Aliye’nin (Sanat Okulu) kuruculuğunu yapmış, ülkenin topraklarına ait kültürel değerleri sahiplenme bilinciyle çıkardığı Asarı Atîka Nizamnamesi ile Türk tarih ve arkeolojisine büyük katkılarda bulunmuştur. 1891 yılında “ilk Türk müze binası” olan İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni açmış. 1906’da en önemli yapıtlarından biri olan Kaplumbağa Terbiyecisi’ni çizmiş... O tablo sabrı ve azmi betimler. Osman Hamdi de ömrünce sabırla ve azimle Türk sanat ve arkeoloji tarihine değer biçilmez yapıtlar kazandırmıştır. Osman Hamdi Bey her dönemde tanınması ve tanıtılması gereken bir sanatçı. Umulur ki Emre Caner’in bu belgeselbiyografik romanı, bir yol açar ve tarihimizde hatırlanmayı bekleyen nice kaplumbağa terbiyecileri okurla buluşur. 2010’da Avrupa’nın kültür başkenti İstanbul. Bu tarih aynı zamanda “aydınlanma düşüncesinin filizlenmesi için emek sarf eden” Osman Hamdi Bey’in 100. ölüm yıldönümü. Gönül ister ki Türk arkeoloji ve müzecilik tarihine birçok ilki armağan etmiş olan Osman Hamdi Bey, yeni projelerle, yapıtlarla 2010’da hak ettiği tanınmışlığa ve bilinmişliğe sahip olur. ? Kaplumbağa Terbiyecisi/ Emre Caner/ Kapı Yayınları/ 265 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 991 SAYFA 18