25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayfer Tunç’la ‘Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi’ üzerine ‘Hayatı anlamak, sonu olmayan bir çabadan ibarettir Ayfer Tunç yeni romanı, Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi ile okurun karşısında. Usta kalem bu kez kendi ifadesiyle, yakın tarihimizin ana başlıklarının etkilerini, hayatların üstüne düşen gölgelerinin varlığını işliyor. Zaman ve mekân kavramı gözetmeksizin yazınsal bir Türkiye panoraması ortaya koyuyor. Tunç’la yeni kitabı üzerine söyleştik. payına küçük bir paragraf düşen bu büyük yazarı, Feyyaz Kayacan’ı bir okur olarak sevgiyle anıyorum. Ë Erdem ÖZTOP yfer Hanım, yeni bir romanla okurla buluştunuz. Öncelikle ben şunu merak ediyorum: Bu kadar enerjiyi nereden buluyorsunuz ve bize kısa bir zaman diliminden sonra, beş yüz sayfalık bir romanla, “Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi”yle çıkıyorsunuz karşımıza? Teşekkür ederim ama yazmak konusunda kendimi yeterince enerjik bulmuyorum aslında. Az yazan yazarlara değil, çok yazan yazarlara bakarak söylüyorum bunu. İlk kitabımın 1989’da yayımlandığını düşünürsek 20 yıldır yazıyorum. Bunca yılda aşağı yukarı on kitap çok sayılmaz. Kitabın aşağı yukarısı olur mu demeyin Harflere Bölünmüş Zaman ya da Ömür Diyorlar Buna gibi bazı kitaplarımı, diğerleri gibi kendi başına bir bütün olarak göremediğim için aşağı yukarı diyorum. Nasıl ortaya çıktı bu roman; nereden düştü aklınıza? Bugüne kadar yazdığım öykü ve novellalara bakılacak olursa, genel yaklaşımım, anlattığım ana karakterin zihninden dışarı bakmak oldu. Buna bir tür içten dışa yaklaşımı diyebiliriz ya da tekilden çoğula bakmak. Yalan Yanlış’a başlamadan önce bu kez tam tersini yapmak istiyordum. Okumalarımda da, ön çalışmalarımda da dıştan içe ya da çoğuldan tekillere bakabileceğim bir arayışın içindeydim. Elbette bu isteği bir ana başlık olarak yazıp ardından romanı kurgulamadım. Bu arayış sırasında yolumu bulmamı sağlayan, çok sevdiğim ve Türk edebiyat tarihinde hak ettiği yerde olmadığını düşündüğüm modernist öykücü Feyyaz Kayacan’ın romanımda da sık sık atıfta bulunduğum “Bir Deli Değilin Defterleri” adlı öyküsü oldu. O sıralarda bu öykü beni ve yazar dostlarım Murat Gülsoy ile Yekta Kopan’ı çok meşgul ediyordu. Sık sık Feyyaz Kayacan ve özellikle bu öyküsü üzerine konuşuyorduk. “Bir Deli Değilin Defterleri” üstüne düşündükçe, zihnimde giderek açılan bir anlatı yapısı kuruldu. Başlangıç noktası budur. Bu, henüz şekillenmemiş, biçimini ve içeriğini henüz bulamamış bir özdü. Üstünde çalışmaya başlayınca kurmak istediğim anlatı kendi sınırlarını genişletti. Yeri gelmişken, edebiyat tarihimizde SAYFA 4 A AKIL TUTULMASI Kahramanlarınızı neden deliler evine tıktınız? Denize neden sırtları dönük? Tıkmak demeyelim, ben kimseyi bir yere tıkmadım. Aksine, “içerde” olanlardan çok “dışarda”kilerle uğraştığım görülebilir. Sorunuzu iki açıdan kurcalayalım. Birincisi deliler evinin metaforik değil, gerçek anlamı üzerinden. Deniz kıyısında olduğu halde denize bakan tek bir penceresi bulunmayan yapı, aklın alacağı bir durum değildir. Deniz kıyısındaki binaların, çok özel bir durum yoksa denize bakmasını doğru buluruz. Bu, aklın gerektirdiği bir durumdur. Ama tarif ettiğim türden bir yapı, ruh sağlığı bozuk kişilerin tedavi amacıylabir arada tutulduğu bir mekân açısından bakıldığında iyice çelişkili bir garabet haline gelir. Bu da ruh sağlığına ilişkin yaklaşımımızdaki çarpıklığı işaret eder. Gerçi romanda, hastane binasının neden denize bakmadığına ilişkin makul bir açıklama vardır, ama roman kurgusunun gerektirdiği bu açıklama, öncelikle roman gerçekliğini ortaya koymaya yarar. Meseleye metaforik açıdan bakarsak, denize sırtını dönmüş bir ruh sağlığı hastanesinde bir araya getirilmiş karakterler, aklın tutulmasına ilişkin bir sorular zincirini harekete geçirebilir. Romanın şizofren karakteri Barış Bakış’ın zihni aracılığıyla ortaya konan “Türkler neden denize sırtını döner?” şeklindeki sorusunu, akıl tutulmasına ilişkin bir durum tespiti olarak okumak gerekir. Zamanın ve zeminin gerektirdiğinin aksine davranışlar, bizi aklın nerde bulunduğuna ve bu zincirin nereden kırıldığına ilişkin sorulara götürür. Bir tarih yazıyorsunuz Tunç, kitabının ön çalışmalarında Feyyaz Kayacan’ın ‘Bir bu kez hakikaten! Kısa bir Ayfer Deli Değilin Defterleri’ adlı öyküsünün yolunu bulmasını tarih dilimi deme konusağladığını söylüyor. sunda ısrarcı olur musunuz; çünkü okuduğumuz roman bir ülkenin yaralı ve uzun yok oluş sürecinin tarihidir aslında, ne dersiniz? Bu romanda kimi zaman hayatın cilveleri, kimi zaman toplumsal olaylar karakterlerin hayatlarında değişimlere yol açıyor, doğru. Ama bu kitabın amacı bir tür ülke tarihi yazmak değil. Üstelik anlattığım dönem uzun da değil. Türklerin Anadolu’daki bin küsur yıllık macerası dikkate alınacak olursa, 1898’de temeli atılmış bir hastane binası aracılığıyla anlatılan tarihin ancak yakın bir tarih olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan bu romanda, genel anlamda tarih ile kişilerin kaderleri birbirine sanıldığı kadar sıkı sıkıya bağlı değildir. Romanda yakın tarihimizin ana başlıklarının etkilerini, hayatların üstüne düşen gölgelerinin varlığını işlediğimi kabul ederim, ama bu etkilerin toplamının bir ta rih oluşturduğunu söylemek fazla iddialı olur. Evet, toplumsal tarih yaşamöykümüzü kısmen veya tamamen değiştirir, ama bunların toplamından bir tarih anlatısı çıkmaz. Öte yandan tarihimizin yaralı bir tarih olduğunu düşünmüyorum. Yaralanmışsak, kendimizde de sorumluluk aramalıyız. Denize bakmak yerine niye sırtımızı döndüğümüzü sormazsak eğer, yazdığımız tarih bir mağdur tarihi olacaktır. Kendi tarihimizi bir mağdur tarihi olarak okumak, (ki çok sık yaptığımız bir şey) gerçekten mağdur olmuş ulusların tarihine saygısızlık olarak görülebilir. Türk insanının, tarihini, kendini mağdur ve mazlum makamına koyarak okumak eğiliminde olduğunu biliriz. Ulusların da tekil bireyler gibi büyüme, olgunlaşma süreci olduğunu düşünürsek, bu tarih anlayışının olgunlaşmamış insan tavrına tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Kendini her durumda mazlum ve mağdur olarak görmek, bir tür çocukulus olmaktır, bunun da sağlıklı bir ruh haline işaret etmediğini dikkate alırsak, romanın anlattığı ana mekânın amacı da az çok ortaya çıkmış olur. DOLMAMIŞ BOŞLUKLAR Deliler evinde yalan yanlış anlatılır hikâyeler birbirlerine! Ama akıllarından çıkardıkları geçmiş yaşamlarıdır… Bakarsınız hayatın ta kendisidir elde kalan ve ülkenin içler acısı halini ortaya serer… “Yalan Yanlış” diye nitelediğimiz şeyin ne olduğu bence önemli bir sorudur. Gerçeğin ne olduğuna ilişkin sınırsız ve cevapsız soruları da beraberinde taşır. Bir olayın aktarımı “yalan yanlış” diye nitelendiğinde, zihnimizdeki ilk etki bir tutarsızlık, dolmamış boşlukların olduğu hissidir. Romanın adından hareket edersek, bu yalan yanlış olma halinin çıldırtıcı bir tutarsızlıklar silsilesi olduğunu görürüz. Aslında bir bütün olan ve kesintisizce ölüme uzanan hayatı zamanın gerçekleri ya da olayları kesiyor, bölüyor, parçalıyor gibi görülür. Oysa hayat kendi düzleminde akmaktadır. Ama biz hayat öykümüzü aktarırken, hayatımızı kesintiye uğrattığını düşündüğümüz kişisel veya genel tarihsel anlardan hareket ederiz. Bu da bize ömrümüzün geçip gittiği, harcandığı duygusunu verir. Ülkenin içler acısı haline gelince. Ülkelerin halleri tek bir durumdan oluşmaz, birçok halden hareket ederek bir yargıya varırız. Bu hal içler acısı olabildiği gibi, bir değişim dönüşüm dönemi de olabilir. Büyük acılarla bedeli ödenmiş olumlu çağlar her ¥ ülkenin tarihinde vardır. Açıkçası CUMHURİYET KİTAP SAYI 991
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle