Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Türkçe Günlükleri 10 Temmuz Perşembe ide’deyim. Yarın 13. RıC fat Ilgaz Sarıyazma Kültür ve Sanat Festivali başlıyor. 13.süne kadar gelmemeyi nasıl başarmışım, hayret! Rıfat Ilgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz’ı da çok severim; ama benim asıl kıramadığım, eşi Nilgün Ilgaz. Bu yaz Ayvalık’a gidişi temmuz ortasına kadar ertelememin asıl nedeni de o. Katılmadığım ilk on iki festivalin acısını çıkarmak ister gibi erkenden buradayım; çünkü Ilgazlarla geldim. Bu yörede görmediğim Cide ve Kastamonu kalmıştı, buraları da bu sayede görmüş olacağım. Cide, Rıfat Ilgaz’ın dediği gibi, “Karadeniz’in Kıyıcığında”; şirin mi şirin bir ilçe. Kastamonu’ya bağlandığı bir yolu da varmış; ama biz Bartın’dan sonra, yılan gibi kıvrıla büküle ilerleyen, dağlara çıkan, dağlardan inen bir yoldan geldik. Bir keresinde Rıfat Ilgaz saymış, tam doksan üç tane dağ ve tepe aşılmaktaymış bu yoldan Cide’ye gelinirken. Bir yanda koyu yeşil ormanlarla kaplı dağlar, öbür yanda adı “kara”, kendisi ormanın yeşiliyle harelenmiş masmavi bir deniz. Yolun sahile her inişinde denizle orman buluşup kucaklaşıyor. Asfalt onların rahat rahat gezinebilmesi için yapılmış gibi, salına salına ve yolun ortasında yürüyen inekler, öküzler… Yol boyunca köyler el ele tutuşup zincir oluşturmuş sanki. Birini geride bıraktığınızı gösteren levha ile girmekte olduğunuzun adını bildiren tabela aynı direğe çakılmış. Yol, bu kadar dolandırmayan, geniş bir yol olsa, deniz yoluyla ulaşım sağlansa, herkes rahatça gelip görebilse buraları diyeceğim; ama o zaman da bu el değmemişlik, bu bakirlik yitip gidecek. Yoksa asıl kafa dinlenecek, tatil yapılacak, doya doya balık yenecek, denize girmek isteyenin on bir kilometrelik sahilin herhangi bir yerinden girebileceği, hevesi ve gücü olanın akarsuları geçip, dağlara tırmanıp kanyonları görmeye gidebileceği harika bir yer burası. 15 Temmuz Salı ütün haftayı B gezmekle geçirince kitaplar FEYZA HEPÇİLİNGİRLER ama onları böyle kanlı canlı karşımda görünce bocaladım. Kahvaltımı alıp içeride bir köşeye çekildim. Çay almaya içeri gelenlerden beni tanıyan çıkmasa derken iki kişi tanıdı. “Günaydın Feyza Hanım, afiyet olsun.” dediklerinde ne yapacağımı bilemedim. Benim bir türlü yenemediğim çekingenliğim… Topluluğa konuşurken bu çekingenlikten eser kalmıyor. Ama sahne, mikrofon yalnız benim olmalı. Herkesin birbirinin ağzından laf kaptığı televizyon söyleşilerinde bu yüzden pek başarılı değilim. Hem birilerinin sözünün ortasına atlayanları kınayıp hem de öyle davranmam söz konusu değil. Uslu bir konuşmacı olarak sıraının bana gelmesini beklerken, kimi oyuncuların ayağına değmeyen futbol topu gibi, söz de birinin ağzından ötekine aktarılıyor; zaten maç gibi yönetilen toplantı da bir tür çene yarışı yapılmış gibi, birilerinin “galibiyeti” ile bitiyor. “Rıfat Ilgaz ve Türkçe”ydi konu başlığım. Bu yüzden konuşmaya, Rıfat Ilgaz’ın “Sev Türkçeni çocuğum / Dilini sevenleri sev” diye biten şiiriyle başladım. Katılım her yönüyle iyiydi. Hem salon dopdoluydu hem de herkes ilgili ve meraklıydı. Soruların tümünü yanıtlamaya, katkıların tümünü dinlemeye zaman yetmedi. Salonun dışında da akşam yemeğinin sonrasında da sürdü söyleşi. Benzeri görülmemiş bir oluşum bu CUMOK. Hangi gazetenin okurları, o gazeteyi okuyor olmanın birleştiriciliğiyle bir araya gelip örgütlenmişler ki! Dünyanın hiçbir yerinde yok böyle bir şey. 14 Temmuz Pazartesi 12 Temmuz Cumartesi in kez de konuşsam her B konuşmadan ön ütün günüB müz yollarda geçti. Önce Kas ce heyecanlanıyorum. Sabah, kaldığımız otelin kahvaltı salonuna indiğimde baktım CUMOK gelmiş, otelin bahçesinde kahvaltı etmekte. Tamam Cumhuriyet okurlarına yazıyorum; tamonu… Sözde uğrayıp geçecektik; ancak bir türlü ayrılamadık Kastamonu’dan. Nasıl tarihi bir şehir, nasıl güzel, nasıl bakımlı… Anadolu’nun yemek kültürü de ne kadar zengin. Sözgelimi “etli ekmek”... Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bu adla bilinen bir yemek var ve hiçbiri öbürüne benzemiyor. da kaldı, Türkçe soruları da. Oysa yanıtlanma sırasının kendilerine gelmesini bekleyen onlarca soru var. Örneğin şimdi “onlarca” deyince eski öğrencim Kemal Kaygısız’ın “on yıllardır” dememle ilgili sorusunu, daha doğrusu eleştirisini anımsadım. “Yüzyıllardır” sözcüğünün aksine “onyıllardır” sözcüğünü zorlama buluyorum. Çünkü onlu yılları saymak o kadar da zor değil. Ne de olsa dokuzuncuda bitiyor. Ne dersiniz?” diye sormuş Kemal, ben de ona soruyla (hatta sorularla) karşılık vermişim: “Üzerinden 50 60, hatta 70 80 yıl geçmiş bir olayı anlatıyorsak ne demeliyiz? Yüz yılı bulmamış bir zamandan söz ediyorsak ya da yüz yılı aşmış; ancak henüz ‘yüzyıllar’ diye anlatılabilecek boyuta ulaşmamış bir zaman diliminden söz ediyorsak? Örneğin 120 150 170 200 250 yıl öncesini anımsatmak istiyorsak? 10’a kadar olan yılları saymak istediğimizde üç yıl, beş yıl, birkaç yıl demek yeterli; ama bu söylediğim durumlarda “on yıllar”dan söz etmenin ne sakıncası var? Bu gibi durumlarda, “on yıllar” sözü anlamayı kolaylaştırmıyor, anlatımı rahatlatmıyor mu?” Kemal Kaygısız’ın “’Paylaşmak’ sözcüğü dilimizde çok yaygınlaştı. Bu sözcüğü maddi anlamıyla kullanmak (eşit olarak dağıtmak) daha doğru olmaz mı? ‘Çocuklar elmaları paylaştı’ gibi. ‘Görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz’ deniyor. Oysa ‘görüşlerinizi açıkladığınız için’ ya da ‘görüşlerinizi bize bildirdiğiniz için’ denebilir.” diye dile getirdiği bir yakınması daha vardı. Pek katılmamışım bu yakınmaya da: ‘Paylaşmak’ sözcüğü niye yalnız somut anlamıyla kullanılsın? Türkçede temel anlamı soyut olan sözcük sayısı, somut anlamlı sözcüklere göre çok daha azdır. Bütün dillerde de böyle olabilir; büyük olasılıkla da böyledir. O kadarını bilemeyeceğim. Ama biz somut anlamlı sözcükleri soyut anlamları iletmek için de kullanarak hem anlatmak istediğimiz ve soyut olduğu için karşımızdaki kişinin zihninde canlandırması güç olan kavramı somutlaştırır, daha kolay anlaşılmasını sağlarız, hem de sözcüğe soyut bir yan anlam kazandırmış oluruz. Fiyatlar düşer, kalbimiz kırılır, umutlarımız yeşerir... Paylaştığımız görüşler de belki, hatta çoğu zaman, artık yalnızca bizim görüşümüz olmaktan çıkacak, onları bildirdiğimiz kişilerin de görüşleri olacaktır. Öyle değil mi?” ? www.feyzahepcilingirler.com feyzahep@gmail.com Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili Bölümü/ Çukursaray Binası Kat: 2, Barbaros Bulvarı34349 Yıldız / İst. B U L M A C A 1 D 2 F 3 F 4 L 5 L 6 K 7 F Hazırlayan: İLKER MUMCUOĞLU (Refik Halit Karay). 54 70 56 40 57 31 53 D Önce aşağıda tanımları verilen sözcükleri bulmaya çalışın ve her bir harfi bir yatay çizgi üzerine gelecek biçimde yazın. Sonra çizgilerin altlarındaki sayılara göre bu harfleri bulmacadaki aynı sayılı karelere aktarın. (Kara kareler iki sözcük arasını gösterir. Bir satırın sonunda kara kare yoksa bu, sözcüğün alttaki satırın başına sarktığını gösterir.) Bulmaca tamamlanınca, sorulan tanımların karşılığı olan sözcüklerin ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru bir romanın adını oluşturacak; bulmaca karelerindeyse, aynı romandan bir alıntı ve yazarın adı ortaya çıkacaktır. 8 L 9 C 10 L 11 C 12 N 13 K 14 B 15 F 16 J 17 G 18 C 19 C 20 C 21 F 22 D 23 C 24 B 25 B 26 E 27 N 28 I. Albert Camus’nün bir deneme yapıtı. 45 75 51 J. Hud Peygamber’i dinlemedikleri için Tanrı tarafından yok edilen kavim. 29 16 K. “Paavo ...” (unutulmaz Finlandiyalı uzun mesafe koşucusu). 43 37 35 6 13 L. Cinsel içgüdünün belirtilerini taşıyan yaşama gücünün bütünü. 10 5 59 8 4 44 29 J 30 A 31 H 32 E 33 B 34 B 35 K 36 C 37 K 38 A 39 C 40 H 41 C 42 A 43 K 44 L 45 I 46 D 47 F 48 C 49 C 50 B 51 I 52 F 53 H 54 H 55 D 56 H 57 H 58 F 59 L 60 E 61 F 62 E 63 R 64 M 65 G 66 B 67 M 68 N 69 F Tanımlar ve sözcükleriniz: A. “... Hughes” (Sylvia Plath’ın kocası olan İngiliz şair). 38 42 30 B. Kölelik, kulluk. 34 24 50 14 62 66 25 33 C. “Oğuz Atay’ın, Tutunamayanlar romanındaki bir karakter. 18 48 20 36 19 23 39 9 41 11 49 70 Ğ 71 U 72 Z 73 M 74 F 75 I 76 F D. Truva savaşına gidip de dönmeyen eşi Odysseus’u bekleyen Penelope’nin haletiruhiyesi. 46 28 22 55 1 71 72 E. Yan. 26 60 32 F. İslam araştırmacısı Ruşen Çakır’ın bir kitabı. 52 76 2 74 3 15 7 61 69 21 58 47 G. Beylik. 64 17 63 65 H. “Kiraz bilir miydi ki günün birinde tütün diye bi ot çıkacak ve insanlar bunu içmek için dallarını kesip ... yapacak?” 961. sayının çözümü: A. İBİBİKLER, B. ÇVD, C. İY, D. MARTİN EDEN, E. DÖNÜŞÜM, F. DÖNÜŞÜM, G. KUYTU, H. İMDİ, I. DÜĞÜN, J. EVİYE, K. NEDİM GÜRSEL, L. İZZET, M. ZODYAK Şiir: “Denizde büyüdüm ve yoksulluk benim için gösteriş demekti; sonra denizi yitirdim. –Düğün ve Yaz” SAYFA 31 CUMHURİYET KİTAP SAYI 962