27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

...KISA KISA... Mavi Yazılar Ë Yılmaz ÇONGAR Eylül Dünya Barış Günü’nde Barış Zinciri’ne katılmak için Tünel’deydim. Zincirin bir halkası da ben olayım istemiştim. Kalabalığı gören, esnaftan olduğunu söyleyen bir kişi neden toplandığımızı sordu. ‘Bugün Dünya Barış Günü’ dedim. Ekmek kavgası verdiklerini, bizlerin yüzünden ekmeklerinden olduklarını söyleyerek ‘Yapmayın’ dedi. O an çok garip duygular yaşadım.” İkbal Kaynar’ın Mavi Yazılar adlı yapıtındaki “Barış Zinciri Erken Koptu, Çünkü Zaten Yoktu” adlı yazısının ilk bölümü böyle başlıyor. Esnaf bile aynı polis gibi “Taksim’e yürümeyin!” diyor. Polis kararlı, yol ortasında barikatlar kurmuş bekliyor, ardından coplar, gaz bombaları. Barışa erişebilmek için tüm çabalar vuruşmayla başlıyor, arka sokaklarda kovalamacalarla sürüyor. Kişioğlunda ne denli ruhsal varsıllıklar var, bunlardan biri de “Barış” isteği. Şu kısa yaşamın içinde birbirini severek, anlaşarak, gün geçirmekten daha güzel ne olabilir? İkbal Kaynar’ın böyle bir aşkla yola çıkıp, gönlünde yeşerttiği barış hakkındaki yazısı Fikret Demirağ’ın gönül titreten dizeleriyle son buluyor: “1 Bizi acıyla sözlediler ama Ey barış, biz senin nikâhlınız; Seninle gireceğiz eninde sonunda Şarkıların altından geçip Ve silahlarımızı dışarıda bırakıp Güzel günlerin dünya evine. Mavi Yazılar’da tüm bir yaşam anlatılır, coşkusuyla, kıvancıyla ve hele hele acısıyla. İkbal Kaynar İngilizce öğretmenidir. Babasının, Köy Enstitülü oluşuyla gurur duyar. 12 Eylül döneminde siyasal nedenlerle tutuklanır. Aklanmasının ardından öğretmenliğini Eskişehir’de, daha sonra İstanbul’da sürdürür, son görev yeri Fenerbahçe Lisesi’dir. KADERİ PAYLAŞMAK... Bir zamanlar aynı acı tatlı kaderi paylaşmış kişiler, aradan geçen yirmi dört, yirmi beş yıl sonra yaşlı gözlerle geriye bakarlar, isterler ki o günleri “çok kısa bir süre olsa bile” bir kez daha yaşasınlar, havasını iyice soluyup ciğerlerine çeksinler. Bu anma günlerinden biri de Eskişehir’de olur. Yazar oradadır, “Meğer Ne Çok Özlem Biriktirmişiz İçimizde” adlı yazıda arkadaşlarıyla kucaklaşır. Mardin’den, Ordu’dan, Balıkesir’den, İzmir’den, İstanbul’dan gelmiş arkadaşlarıyla. Çoğunun kendi boylarını geçen çocukları olmuş, adları Özgür, Ozan, Ilgın, Deniz… Halay çekiyorlar, yüreklerinde coşku, gözlerinde ışık… Aynı günleri yine yaşamak istiyorlar… Her kişi gibi yazarlar da hastaneye gider. İkbal Kaynar’da oradaydı, “Köprüyü Geçmek” başlıklı yazıda. Orada herkes elinde reçeteler, raporSAYFA 18 lar, sağlık karneleriyle bir yerlere koşar, kapılarda bekler. Eskiden pek olmazdı ama bu günlerde çarşaflılar artmış. Yazar da koridorda karşılaştığı bir çarşaflıya “Senin gibi örtünmüşünü görmedim” der geçer. Çarşaflı önce şaşırır, çabuk toparlanır, ardından bağırır. Acaba ne demişti? Söylediği söz yazarın usundan çıkmaz; öyle ki, yazının sonunda okurlara anımsatır. Yazının diğer bölümünde İkbal Kaynar, olası bir depremden konu açar. Herkesin ağzından “takdiri İlahi”den başka bir İkbal Kaynar, kitabını akıcı bir dille kaleme almış. söz çıkmaz, devletse önlem yerine dış ülkelerden ceset torbaları getirtir. Vedat Günyol’lar, İsmet Zeki’ler, (Eyüboğlu) Şükran Kurdakul’lar Fakat ümit yetmiyor bana vb.dir, ama yas tutmaz, ‘ onların yarım Ben artık şarkı dinlemek değil bıraktıkları işleri tamamlamak gerek’ Şarkı söylemek istiyorum der, kolları sıvar. Onlar için yazdığı yazının adını da Tanju Akeraman’nın şiiNâzım Hikmet ustanın dizeleri, yarinden esinlenerek “İçi Üşür Rüzgâpıtta bu yazıya başlık olur. Yazar, Harın!” koyar. tay Restoran’da 17 Nisan Köy EnstitüŞair ve yazarların çoğu yaşarken yalerinin kuruluş yıldönümünü anarak pıtlarını yayımlatamaz, kiralık ev bulakonuşur: maz hatta bazen bir bardak çay içecek “Biz ki demokrasi mücadelesinde paraları olmaz. Yazar bu dramatik kobugüne dek bedeller ödeyen insanlarnuyu kendini de anlatarak, uzun uzun sak daha yapacak işlerimiz var, salt 17 işler. Nisanlarda programlar düzenleyerek Kaynar, müzik programı yapmak bu okullara ya da buna benzer yerlere, için Londra’ya gider. Kucaklar dolusu kuruluşlara sahip çıkamayız. Gün yeni sevgi selam götürür oradaki dostlarına, kazanımlar üretme günü, gidenin yeriama onlar çok uzun süredir Türkiye’yi, ne yenisini koyma günüdür.” özellikle İstanbul’u görmemişlerdir. Vatanlarına o denli özlem duyarlar ki, AYDINLARA SESLENİŞ Kadıköy kıyılarındaki kayalıkları, adaYazar, işlevsiz, devinimsiz, amaçsız, ları, Paşakapısı Cezaevi’ni, yağmurlu yararsız olan aydınlara da çatar ve ongünlerde İstanbul’un çamurunu, delirlara şöyle der: tici trafiğini, incebelli bardaklarda si“Bir TV kanalı açmanın, ana sınıfınmitle çay içmeyi.. anarlar hep. dan üniversiteye dek savunduğun eği“Tünel Kazmalı” başlıklı yazının ilk timini uygulayan alternatif okullar açtümcesi Victor Hugo’dan bir özdeyiş: manın, bir iki yılda kapanan değil, ka“Beklenen gün gelecekse, çekilen çile lıcı profesyonel işler yapan kültür merkutsaldır.” kezleri açmanın zamanı gelmedi mi? Yapıtın diğer bölümlerinde İkbal Kimse bize ‘biz Köy Enstitülerini kaKaynar, toplumun kanayan yaralarına pattık, gelin açın sizin olsun’ demez değinmiş, emperyalizm ve küreselleşmücadele etmeden.” menin halkımızı nasıl etkilediğinden, en “Emek en yüce değerdir” denilse de, değerli ve ulusal savunmamızla ilgili, yazarlar yine haftalarca uğraşıp göz nustratejik işletmelerimizin, topraklarımıru döktükleri yazılarını okurlara ulaşzın yabancılara satılmasından, halkımıtırmak için hayli zahmet çekerler. Telif zın laik eğitimden uzaklaştırılıp, din ücreti ise birçokları için yabancı bir adına bir sürü hurafelerle, boş inançlarkavramdır. İkbal Kaynar, “Yazarlar la aldatılmasından, işsizliğin aşırı boyutSendikası Düşü” başlıklı yazısında, bir lara ulaşmasından, aile içi şiddetten, töyapıtını yayınlatmak için, yayıncıyla re cinayetlerinden bahseder, gerçek saarasında geçen ve birkaç kez yinelenen nattan uzak, çok izlenme oranı (reyting) acaip diyaloğu, bu konuda içine düştüuğruna televizyonlarımızda sunulan bağü müşkül durumları okurlarına anlatıyağı ve soysuz programları eleştirir. yor. Yazının ikinci bölümünde düşleBunlarla başa çıkmanın yollarını gösterinde oluşturduğu bir ‘yazarlar sendirir. kasını’ tanımlıyor. Bu sendikanın en Akıcı bir dille kaleme alınmış, okuru önde gelen özelliği de, kendine ait bir merak ve coşkuyla satırlar arasında gezyayın organı ve bir yayınevi olmasıdır. diren Mavi Yazılar’ı, aydınlık bir TürkiYazar, ölüp çoğunluğa karışan sanatye’ye özlem duyan tüm yazın severlere çı arkadaşlarını, can yoldaşlarını çok önerir, İkbal Kaynar’ı kutlarım. ? özler. Onların hoş söyleşilerini, dostluklarını, içki masasındaki uykulu halMavi Yazılar/ İkbal Kaynar/ Kibele lerini unutamaz. Onlar Ömer Nida’lar, Yayınları/ İstanbul/ 101 s. Ë Erdem ÖZTOP Anzak Türkleri ustafa Balbay, günlük siyasi yazılarının yanı sıra vakit buldukça gezi notlarını da bizlerle buluşturur. Ankara’nın yoğun siyasi gündeminden bir an olsun uzaklaştığında, gene Türkiye’nin de bir yerinden konuya bağlanacağı ya da ister istemez Türkiye’nin kitabın ana eksenini oluşturduğu yerlere gider; oraları enine boyuna gezer, notlarını alır, Türkiye ile notlarını birleştirerek kitaplarını oluşturur. Başlıktan da anlaşılacağı üzere, Balbay bu kitabında Çanakkale, diğer taraftan da Avustralya gezi notlarını aktarıyor biz okurlarına. Çanakkale üzerine son dönemde kaynak niteliğinde kitaplar yayımlanmaya başlasa da aslında kısır bir kütüphanemiz söz konusu. Bu kanıya tabii, Avustralya’daki külliyatları Balbay’ın kitabından öğrenince varıyoruz. Konuyu Balbay bakın nasıl yorumluyor: “Hakkını yemeyelim, Türkiye’de de Çanakkale Savaşı üzerine çalışmalar yapılıyor, araştırmalar, romanlar yayımlanıyor. Yerine göre ilgi de görüyor. Ancak ilk bakışta görünen kadarıyla buradaki fark, Gelibolu’nun modasal değil, sürekli olması, güncelliğini yitirmemesi…Burada kitabevleri, bir konsere, bir izlenceye gider gibi uğranan yerler.” Çanakkale, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna önayak olan, Türkiye’nin, Çanakkale’nin geçilmez olduğunu tüm dünya devletlerine kanıtlayan savaştır hiç kuşkusuz. İşte bu, ülkemizin kaderini belirleyen savaşa, ta Avustralya’dan, İngiltere’nin yanında, belki de onların yerine de diyebileceğimiz ordusu da katılmıştı. Balbay da kitapta bu sebepten, hem onların, Anzakların, hem de bizlerin, Türklerin tarafından bakarak anlatır. Gizli kalmış, bilinmeyen hikâyeleri kimileyin Çanakkale’de yaşayan köylüden, kimileyin de Avustralya’da karşılaştığı, bu savaşa ait notlardan anlatır, aktarır… Anzak Türkleri adını kitaba nasıl verdi peki Balbay? Şuradan yola çıkmış: “Önce ‘Çanakkale’den Avustralya’ya’ diye düşündüm. Ama baktık ki, bir kitap olarak Çanakkale’den Avustralya’ya kadar uzun… Gerek Atatürk’ün Gelibolu’da ölen Anzaklar için ‘Onlar bizim de evlatlarımız olmuşlardır’ sözü, gerekse Avustralya’daki Anzak gazilerinin derneğine oraya çalışmaya giden Türklerin de üye olması şu başlığı çağrıştırdı: Anzak Türkleri!” Balbay’ı geçen yıl gerçekleştirdiği Avustralya gezisinde işte bu göçmen Türk aileler karşılamış. Onlarla hasret gidermiş, göçmen vatandaşlarımızın yaşam hikâyelerini dinlemiş, sorunlarına kulak vermiş. Tür olarak gezi dense de Anzak Türkleri’ne, aslında önümüzde duran, iki ülkenin geçmiş ve günümüz yaşantılarına ortaklık eden bir tarihi notlar toplamıdır.? M Anzak Türkleri/ Mustafa Balbay/ Cumhuriyet Kitapları/232 s. ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 962
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle