04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Okuduğum Kitaplar METİN CELÂL Öykü Yazmanın Sırları O rhan Duru ilk hikâyesini 1953’de yirmi yaşındayken yayımlamış. Çağdaş Türk hikâyeciliğinin ustalarından... İlk yapıtlarında Mavi Dergisi’nde yayımladığı için Attilâ İlhan’ın yönlendirdiği Mavi Hareketi içinde değerlendirilse de esas olarak Ferit Edgü, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner gibi önemli hikâyecilerden oluşan 50 Kuşağı yazarlarından. “Gözleme dayalı, yalın bir anlatımla, insanın yaşadığı çevreye duyduğu tepkiyi yergi ve güldürü yoluyla, eleştirel gerçekçi bir anlayışla dile getirmeye çalıştığı” yazılmış değerlendirmelerde. Hep arayan, dilde, anlatımda, kurguda yeniliğin peşinde bir yazar. Gerçeküstücülük de, bilimkurgu da onun ilgi alanında. Hikâyeciliğiyle olduğu kadar da deneme yazarlığıyla da dikkate değer. Orhan Duru edilseymiş. Editörlük kısmı eksik kalmış anlaşılan. Öykü Yazmanın Sırları nadir bulunacak bir eser. Hikâye yazmak isteyenler için olduğu kadar hikâye yazanlar için de önemli. Orhan Duru’nun anılarla, kendi eserlerinden örneklerle bezeyerek verdiği sırlara vakıf olmak isteyenlere Öykü Yazmanın Sırları’nı öneriyorum. ALNI MAVİDE İkidir Orhan Duru ile Ahmet Büke’nin kitapları denk geliyor. Bu bir işaret mi bilmiyorum. Ama Orhan Duru’nun Öykü Yazmanın Sırları‘ndaki önerilerin çoğununun Ahmet Büke’nin hikâyeciliğinde uygulandığını görmek mümkün. Ahmet Büke, 2004’de yayımlanan İzmir Postası’nın Adamları’ndan itibaren adım adım hikâyeciliğini geliştiriyor. Dikkate, izlemeye değer hikâyeciler arasında yer alıyor. Orhan Duru’nun önerdiği gibi, Ahmet Büke’nin kendine has bir kurgu anlayışı, biçimi, anlatım tarzı var. Küçük ayrıntılardan, anlardan, görüntülerden yola çıkarak hikâyelerini oluşturuyor. Hatta bazılarına hikâye deyip dememekte kararsız kalıyorsunuz. Sanki sadece o ânı, o imgeyi anlatmak istemiş, öncesini, sonrasını merak etmemiş gibi. Bazı hikâyeleri de kaldığı yerden devam ettirebileceğinizi düşünüyorsunuz. Orhan Duru’nun yazdığı gibi kişilerin tiplemelerin üzerinde durmuyor olayla ilgileniyor. Ahmet Büke, olayı, daha çok da ânı anlatırken hikâye kişileri varolmaya başlıyor imgeleminizde. Onların davranışlarından, konuşmalarından, tepkilerinden kendinizce bir hikâye kahramanı yaratıyorsunuz. Yeni kitabı “Alnı Mavide” de (Kanat Kitap, Haziran 2008) bu tür hikâyeler var. Alnı Mavide ve çoğu hikâyede 12 Eylül dönemine yoğunlaşmış yazar. Darbenin hemen öncesinde ve sonrasında İzmir’in kenar Ahmet Büke Nalan Barbarosoğlu mahallelerinde yoksul insanların, kaybedenlerin yaşadıklarından ‘an’lar bunlar. Kısa hikâyelerine alıştığımız Ahmet Büke’nin bu kitabı 38 sayfalık “Biz” adlı hikâye ile açılıyor. Küçük parçalardan oluşan ve her parçanın başka bir kahramanın bakış açısından anlatıldığı bu hikâyeye bir hikâyeler hikâyesi de demek mümkün. Oldukça kapalı, bazı yerlerinin bilerek müphem bırakıldığını düşündüren bir hikâye, “Biz”i anlamak için kitabın diğer hikâyelerini de okumak gerekiyor. Yavaş yavaş parçalar birleşiyor ve 12 Eylül’de yaşanan dramları, insanların darbe ile düşürüldüğü aşağılanmış, ezilmiş, çaresiz ruh halini hissediyorsunuz. 12 Eylül hikâyelerini “Alnı Mavide Elleri Kanda” olanların hikâyeleri izliyor. Bir insanı öldürmenin ne kadar sıradan bir olay olduğunun örneklerini okuyorsunuz. EŞİK CİNİ’NİN ARDINDAN İki aylık hikâye dergisi Eşik Cini, 15. sayısı ile okurlara veda etti. Nalan Barbarosoğlu’nun yayın yönetmenliğini yaptığı Eşik Cini kısa süren yayın hayatı boyunca, bir yandan günümüz hikâyeciliğinin son örneklerini yayınlarken, diğer yandan da Çağdaş Türk Hikâyeciliğinin önemli adlarını hazırladığı kapsamlı dosyalarla gündeme getirdi. Hikâye üzerine düşünce üretilmesine, eleştiriler yazılmasına sayfalarını açtı. Eşik Cini’nin kapanışı hakkında düşünürken, ister istemez insanın aklına, okur niye böylesine güzel bir dergiye iltifat etmez, sorusu takılıyor. Genel olarak dergilere, özel olarak edebiyat dergilerine olan ilginin gitgide azaldığı biliniyor. Hikâye dergilerinin durumu bundan ayrı değerlendirilemezse de kendilerine has sorunları da var. Edebiyat tarihinde “Seçilmiş Hikâyeler” gibi seçkin örnekler olsa da biz okur olarak şiir dışında özel bir türe yoğunlaşmış dergilere alışkın değiliz. Hikâyeciliğimizin kendine has özelliği olan eleştirisizlik, meselesizlik de buna katılınca hikâye dergilerinin ilgi toplaması iyice güçleşiyor. Orhan Duru, Öykü Yazmanın Sırları’nda düşüncelerime tercüman olmuş. “Öykü alanında yeni tartışmalar yok. Böyle tartışmalara rastlasak bile, bunlar öykücülükte kısa öykü mü, uzun öykü mü tartışması gibi anlamsız olduğu daha bir bakışta anlaşılan konularda çıkıyor ortaya. Bunun dışında köklü bir sorunla karşılaşmıyoruz. Yeni bir akım eğilimi de göremiyoruz.” Böyle bir ortamda hikâye dergisinin yaşaması mümkün görünmüyor bana. Çünkü dergiler tartışmalarla, eleştirilerle, akımlarla, eğilimlerle yaşar. Meselesiz dergi, derleme olur. ? Orhan Duru, 55 yıllık deneyimle “Öykü Yazmanın Sırları”nı yazmış (Karakutu Yay. Şubat 2008). Orhan Duru, “Niçin öykü yazıyorum?” sorusunu cevapladıktan sonra, iki çeşit hikâye yazma yöntemi olduğunu söylüyor. Biri bir fışkırma ile geliyor. Kısa sürede yazılıyor. Ama bu fışkırma anını yakalamak kolay değil. Diğer yöntemde ise küçük bir olay, duyulan bir söz, bir değerlendirmenin verdiği esinle yazmaya koyulabiliyor. Bunun için notlar alıyor. Sonra o notları kullanarak yoğun emekle uzun sürede yazıyor. Hikâyecinin meraklı olması gerektiğine inanıyor. Dünyanın sorunlarıyla ilgilenmeli, evreni, doğayı ve insanlar topluluğunu en geniş biçimde kavramaya çalışmalı diye düşünüyor. Belki her ilgi yazıya geçmeyecek ama yazarın ufkunu açacak. Bunun için de “bağnazlıktan, kör inançlardan ve baskılardan kurtulmak gerek”tiğini, hikâyenin bir kurgu ürünü olduğunu düşünüyor. Hikâye, kendi kurgusu içinde ayrı bir dünya yaratmalı, diyor. Hikâyenin gerçeğinin günlük gerçekle koşut gitmediğini vurguluyor. Ama salt kurgunun da yetmediği bir gerçek... Hikâye yazabilmek için kurgunun yanında hayattan başlangıç noktaları da bulması gerekiyor yazarın. Ama güncel hayatın gereksiz ayrıntılarla dolu olduğunu, hikâyenin fazla ayrıntıyı kaldıramayacağını bilmek gerek. Birçok yazarın bu önemli ayrımın farkında olmadığı için hikâye yazıyorum diyerek aslında anılarını kaleme aldığına inanıyor. Hikâye roman ayrımını şöyle yapıyor, “Romanlar kişilere, tiplemelere, öykü ise olaylara dayanır. Öykünün daha dinamik olması gerekir. Bu nedenle gereksiz bir ayrıntıya yer SAYFA 12 yoktur öyküde.” Hikâye düşgücü ve yoğunluk istiyor. Hikâyecinin belli bir anlatım biçimine, belli bir deyişe ulaşmasını gerekli görüyor. Bu deyişi geliştirmek için de çaba göstermek gerektiğini belirtiyor. Dili eski biçimlerden, saplantılardan kurtarmak önemli bir yöntem. Ama eski biçimlerden yararlanmak da başka bir yol. Kendine has deyişe ulaşmak için de başka hikâyecileri, romancıları okumayı şart görüyor. Okumak, yazarlık eğitiminin bir parçası... Okuyarak ne yapmanız, neyi yapmamanız gerektiğini öğreneceksiniz. Daha önce yazılmışlardan farklı kendinize has deyişi bulacaksınız. Okur, deyişinizden sizi ayırtedecek, tanıyacak. “Öykü yazmanın pratik yollarından biri de şaşırtmacadır. Toplum içinde yaygınlaşmış kimi inançları ya da öyküleri tamamen tersinden okumaktır” diyor. Adem ile Hava hikâyesini yazışında şaşırtmacayı nasıl denediğini anlatıyor. Öykü Yazmanın Sırları, sanıyorum Orhan Duru’nun çeşitli yazılarının, söyleşilerinden seçilen parçaların yeniden kurgulanması ile oluşturulmuş. Eski materyalden yeni bir eser elde edilmiş. İyi de olmuş. Keşke kitap yayına hazırlanırken biraz daha özenli olunsaymış, yazım kurallarına, eser adlarını, yazarların isimlerini doğru yazmaya dikkat CUMHURİYET KİTAP SAYI 962
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle