Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ ...KISA KISA... Gel Kollarımda Unut Ë Çağlar DEMİRBAĞ G ünümüz öykücülüğünün temel meselelerinden birisi de, modern hayatın açmazlarıdır. Özellikle gündelik hayatın insanı şeyleştiren, yabancılaştıran, varoluşsal çıkışsızlıklar ve çözümsüzlükler içinde bocalattıran doğası, öykücülerimizin ilgisini kaçınılmaz olarak çeker. Ya karanlık ve huzursuz bir ruh haliyle ya da ironik bir anlatımla, modern insanın varoluşsal sorunları edebiyatın büyüsüyle görünür bir hale getirilir. İdil Önemli’nin “Gel Kollarımda Unut” adlı öykü kitabının da ana izleği, modern insan ve varoluşsal sorunları... Örneğin kitabın ilk öyküsüne şöyle başlıyor yazar: “Hayat sizi çok mu yordu, kendinizi kapana kısılmış gibi mi hissediyorsunuz? İstediğiniz biraz olsun sıkıntıdan arınmak mı? Beni dinleyin, kesinlikle pişman olmazsınız?” ğunda bir misk kokusu var çünkü. Ve işin ilginci, Sedat’ın karşılaştığı her meselede uyguladığı o meşhur “kötünün iyisi metodu”nu, öykünün sonunda hangi noktaya ulaştırdığını görünce, Dostoyevski’nin “Ecinniler” adlı romanındaki Stavrogin karakteri insanın aklına geliyor. Sedat, bir bakıma modern bir Stavrogin olarak karşımıza çıkıyor bu öyküde. Kitabın diğer öykülerinde de, modernkentli insanın kalabalık içindeki yalnızlığı, çalışma hayatının yabancılaştırıcı etkisi, varoluşsal sıkıntılar ve değersizlik duygusuyla mücadele etmeye çalışan insanların dramı ve çözüm arayışları var. Her öyküde karşımıza çıkan “misk” kokusu, aslında modern dünyada elimizden kayıp giden büyülü ve gizemli bir dünyaya, insanın özüne bir çağrı gibi beliriyor. Çünkü misk, “bazı hayvanların karnının alt tarafından çıkarılan güzel kokulu bir salgıdır.” CENNETİN KOKUSU... İdil Önemli Gazete eklerinde rastlanabilecek doğru yaşam reçetelerini andıran vaatkâr bir girişle buyur ediyor bizi kitabına. Ama sanmayın ki, sizi kapana kısılmış gibi hissetmekten kurtaracak bir öykü okuyacaksınız. Önce yavaş yavaş kapana kısılmanın gerçek anlamına götürecek ve mistik bir sonla tekrar bulunduğunuz yere bırakarak, aslında tüm kapana kısılmışlıkların gerçekte neyle ilişkili olduğu gerçeğiyle sizi yüzleştirecek. Ama bunu tuhaf bir ma KAPANA KISILMAK cera aracılığıyla keyifli bir okuma eşliğinde yaparak, edebiyatın büyüsünden sonuna kadar faydalanacak. Öykünün başkarakteri ve anlatıcısı olan Sedat, kendi çözüm planlarını birbir sıralarken, deneyimlerinden yola çıkarak geliştirdiği “kötünün iyisi metodu”ndan bahsediyor önce. Ve bu metodunun başarısını ispatlayacak bir örnekle, arada sırada iş çıkışı buluşup bir şeyler içtiği dostu Erkan’ın evlilik problemiyle devam ediyor. Sedat’ın geliştirdiği bu metod, pek çok olayda olduğu gibi Erkan’da da işe yaramıştır. Peki ya Sedat, kendi sorunlarını bu metodla çözebilecek midir? Sedat’ın çözemediği sorunu unutamamaktır, hem de hiçbir şeyi... Öykünün bu aşamasında Bay Tataridis beliriyor ve öykü birden misk kokmaya başlıyor ve bu koku, kitabın sonuna kadar üzerinizden hiç çıkmıyor. Öykülerin ço Yani insanın yabancılaştığı doğasını, hayvan tarafını anımsatan bir koku. “Bir inanışa göre misk, cennetin kokusudur” diyor yine kitabın bir yerinde Bay Tataridis. Yani mistik, gizemli bir dünyaya çağrı, modern hayatın tekdüzeleştiren doğasına karşı. Kitaptaki öykülerin çağırdığı yer de, sanki burası. Bu anlamda, Löwy’nin “İsyan ve Melankoli” adlı Türkçede de yayımlanan kitabındaki romantizm tanımını akla getiriyor kitapta yer alan öyküler. Çünkü Löwy’ye göre, romantizm sadece bir edebiyat akımı olarak değil, modernizme en ciddi ve yıkıcı eleştirileri getiren, aydınlanma döneminden bu yana çeşitli ideoloji ve yaklaşımlarda, özellikle sanatçıların modern günlük yaşamı kavrayışında karşımıza çıkan bir duruşu işaret etmektedir. Özellikle sanatçılar, fabrikaların griye boyadığı, insanı yabancılaştıran ve yalnızlaştıran modern kent hayatınım iç karartıcı manzarasına baka rak, ya geçmişe dair büyük özlemler duyarak modernizme saldırmış, ya da kendi ütopyasını kurarak insanlara bir çıkış yolu aramaya çalışmıştır. Bu anlamda İdil Önemli’nin öykü kitabının günümüze dair “romantik” bir eleştiri taşıdığını söylemek doğru bir yaklaşım olacaktır. Kitabın ikinci öyküsü “Günün Şanslı Adamı”nda, bu defa sıradan ve sıkıcı hayatından sıkılmış ama o hayata teslim de olmuş Remzi Bey belirir. Yağmurlu bir günde, önünden defalarca geçmiş olmasına rağmen, nedense fark etmediği gizemli bir kitapçıya sığınır ve “Hayatınızı Renklendirecek Ayrıntılar” adlı bir kitapla karşılaşır. Daha kitabın adını okur okumaz, doğaüstü olayları başlatacak bir düğmeye de basmıştır adeta. Gerçekten de hayatını renklendirecek bir maceranın içine sürüklenecektir, o yağmurlu günde. “Arkadaşları ile kâğıt oynayıp o hafta başlarından geçenleri birbirlerine anlatırlardı. Herkesin anlatacak bir şeyleri olurdu, Remzi Bey dışında.” İşte böyle bir adamdır Remzi Bey ve şimdi başına misk kokulu öyle tuhaf olaylar gelecektir ki, o arkadaşlarının anlattıkları, solda sıfır kalacaktır artık. Kitabın son öyküsü “Temas” ise, aslında bir öyküler bütünü. Kısa kısa öykülerden oluşuyor. Her şeyin karmakarışık olduğu, birbirine dokunmamaya özen gösteren hayatların bir takside ya da durakta karşılaştığı (daha doğrusu temas ettiği), kalabalığın içinde çoğalan yalnızlıklarla; hep peşimizi bırakmayan kıstırılmışlık ve anlamsızlık duygusuyla hesaplaşmak zorunda kaldığımız, bizi hayatın başka boyutlarına sıçratan öyküler bunlar. Evet, İdil Önemli romantik bir yazar. Hayalgücünü, keskin gözlem gücüyle birleştirerek, modern hayatın hızına ve tekdüzeliğine kendisini kaptırmış olanlara bir ayna tutmuş öykü evreninden. O aynada göreceğiniz şey, rahatsız edip umutsuzluğa düşürmekten çok, sizi hayata dokunmak için kışkırtacak ve misk kokulu bu hayal dünyası içinde kendi yaşamınıza farklı bir gözle bakmanızı sağlayacak. ? Gel Kollarımda Unut/ İdil Önemli/ Everest Yayınları/ 144 s. Ë Aysel SAĞIR Sitt MarieRose Etel Adnan kusunu ve sonuçta Ortadoğu’yu kan gölüne taşıyan adımlar olarak betimleyen yazar, aynı adımları Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) iç savaştaki iki yönlü varlığıyla da ilintilendirmiş. İLKEL AŞAMADA KALAN KAVGA Bir Hıristiyan olmasına rağmen, mazlum olanların yanında taraf belirleyerek, şiddetin ve haksızlığın kaynaklandığı alanlara karşı mücadele veren MarieRose, sonunda kendini yok edici mekanizmanın içinde bir kurban olarak bulacaktır. Savaştan öte bir tür çıkmazın anlatıldığı, söz konusu çıkmazınsa köklerinin çok derinlerde olduğunu anladığımız kitapta, yitirilmeden öte kazanılamamış insanlık değerlerine fazlaca değinmiş yazar. Sıçramalı bilinç durumlarıyla takip ettiğimiz Sitt MarieRose, aynı zamanda sosyal hayatın mı savaşın kriterlerini belirlediği, savaşın mı hayatı etkilediği sorusuyla birlikte her iki durumun da ağır basmadığı bir kitap. Ama edinilmiş alışkanlıklar ve kültürün daha çok yaşanan duruma etki ettiği anlayışından beslenmiş. Bu anlayışta tüm insanlığa musallat olan acımasızlığı da görmek mümkün. Şüphesiz ki, Ortadoğu’da yaşananları, sadece bölge kültürüyle ilintilendirmek o insanlara haksızlık olur. Zaten bunun böyle olduğunu söylemiyor yazar, aksine, duyarsızlığı ve şiddeti gücü kötüye kullananlara mal ediyor. Bir de toplumun körü körüne kendini yok edişini genelleştirilebilecek nefret ve sevgisizlik gibi ana noktalara bağlıyor.? Sitt MarieRose/ Etel Adnan/ Çeviri: Ali Cevat Akkoyunlu/ Yapı Kredi Yayınları, 2008/ 88 s. SAYFA 19 tel Adnan, Sitt MarieRose’da, Ortadoğu’daki iç savaş gerçeğine bakmış. Amerika’nın Irak’ı işgali sonucu sahnede gözüken figüran işkenceci kadın askerleri saymazsak, savaş ve erkekliğin psikolojik ve kültürel açıdan aynı düzlemde yer alması da savaş gerçekliğinin önemli bir yanı olarak ön planda yer almış kitapta. Sitt MarieRose’u bir ağıt gibi okumak gerekiyor. Zira Etel Adnan’ın şiirsel dili, savaşın kendisinden çok yaşamı sadece kavgalı zeminlerde algılayan kültür yapısına yönelik analizi, trajik noktaları yakalamadaki keskinliği etkili öğeler olarak öne çıkmış kitapta: “Şiddet, madeni bir orman gibi her metrekarede yükseliyor. İnsan mantığı bugünlerde bir izolasyon malzemesi, güçsüz bir irade gibi. Kent herkesin gelip bağlanmak istediği elektromanyetik bir alan sanki. Burası artık meskun bir yer değil, hızını almış trene benzeyen bir yaratık. E En temel acının korkusu bu boğuşmaya katılmamı önlüyor. Her gün yoldan geçenlerin kaçırılması ve işkence var. Kadınlar evde hiç olmadığı kadar zaman geçiriyor. Savaşı erkeklerin arasında bir hesaplaşma diye görüyorlar.” Hıristiyanlarla Müslümanların çoğunlukta olduğu Beyrut’ta, Arapİsrail savaşının, ardından Lübnan iç savaşının (19751991) ve binlerce insan kaybının çağrışımlı bir şekilde dile geldiğine tanık olduğumuz kitap, aynı zamanda yaşanmış bir hikâyeden yola çıkarak iç savaş zemini üzerinde yükseliyor. Savaşın gerçek hedefinin iyice silinip bulanıklaşarak sadece şiddetin ve öldürmenin amaç olarak öne çıkmasını metaforik öğelerle ve çarpıcı ifadelerle anlatmış yazar. Sağır ve dilsizler okulunun yöneticisi olarak daha sonra tanışacağımız Sitt MarieRose’un hikâyesini ise ana tema olarak işlemiş. Ancak Rose’la tanışmadan önce, Lübnan ve Beyrut’un harabe olmuş yüzüne, yaşam belirtisi gösteren her türden hareketlenmenin ezilerek yok edilmesine tanık oluruz. Daha doğrusu yok etme dürtüsünün güçlü mantığıyla daha önceden tanışırız. Söz konusu mantığı ve onu besleyen kültür yapısını, göçebe olma halini, birikmiş kinleri, ezilmişliği, iktidar tut CUMHURİYET KİTAP SAYI 962