Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
...KISA KISA... Ë Aysel SAĞIR iddet/ şehrin kurdu/ dışarı sızdı/ bozkıra doğru… adam adama karşı kalktı/ adam kurdu vurdu/ şiddet bozkıra vardı/ bozkırdan geçen balıkçılar/ denize açıldılar/ ve şiddet suya vardı/ uzak kıyıları vurdu” Martı Jonathan Livingston’un özgürlük serüveni, en çok kent yaşamından ve kısıtlayıcı kurallardan bunalan kent bireyini etkilemişti. Tuncer Erdem’im Bozkır Kitabı, bu yönüyle Martı Jonathan’ı çağrıştırıyor biraz. Erdem, Bozkır Kitabı’nda okuyucusuna sadece yazıyla değil, resimlerle de seslenmiş. Bozkır Kitabı, her bir anlatıma karşılık gelen çizgilerle, her bir çizginin anlattıklarıyla ve yazarının sayfaların arasına serpiştirdiği dizelerle çeşitli anlatımlardan beslenmiş. Okuyucusun kent yaşamından koparıp, doğa yaşamına doğru yolculuğa çıkaran yazar, soluk aldıran atmosfer sunmuş. Zira çağa, yaşama ve kentlere hâkim olan şiddeti, eşitsizlikten kaynaklı farklılıkları temel alan yazar, doğanın eşitlikçi, birleştirici etkisine boşuna sığınmamış. Daha çok çizimleriyle tanınan Tuncer Erdem, 1981’den itibaren profesyonel olarak başladığı karikatüristlik hayatına, edebiyatı da eklemiş. Ses dergisinin Atmaca mizah ekinde yayımlanan çizgileri, daha sonra Çarşaf ve Gırgır dergilerinde devam etmiş ve bu dergileri oluşturan ekip içerisinde yer almış. Bu dergilerden ayrılan Erdem, bu sefer de Limon mizah dergisini çıkaran ekip içerisinde bulunmuş. Bulunduğu dergilerde öykülerin kısa metinleriyle yer alan yazar, Nankör ve Deli mizah dergilerinde aynı tarzda çizgilerini sürdürmüş. Daha sonra Erdem’i, Express ve Öküz dergilerinde görürüz. 2001 yılından itibaren de Kitaplık’da öykü ve şiirlerine rastladığımız Erdem’in çalışmaları, Kitaplık dergisinin yanı sıra Exprees , Roll ve Kül Öykü’de “Ş Bozkır Kitabı Tuncer Erdem halen yayımlanmakta. Bozkır Kitabı, kentin hızını takip ederek varılması gereken yere taşımış okuyucusunu. Terk etmek, hiçlemek gibi bir alternatifi olduğunu okuyucusuna hatırlatırcasına, çıkış yolları sunmuş adeta. Söz konusu çıkış yollarını mekânsal bir değişiklik olarak algılamamak gerekiyor ama. Biraz da iç yolculuk denilebilecek, ironik bir yolculuk olmuş Bozkır Kitabı. Şiir dizelerinin, çizgilerin, metinsel anlatımlarla bir bütünlük oluşturduğu kitapta, her bir anlatım tek başına bir perspektif üstlenmiş. Böylelikle de, metinden şiire, şiirden çizgilere yapılan geçişlerde keyifli bir hafiflik oluşmuş. Ancak, bazı zorunluluk ve ağırlıklar böylece hafifletilmiş de diyebiliriz. Şiddetten ve diplere doğru çekilmekten kurtulmak için birçok yol kazınmış söz konusu anlatımlarla. Böylelikle, yaza rın çizerlik ve şairlik yanından da olsa gerek, bir yolculuk kitabı çıkmış ortaya. O TANIDIK SANCI “Kâğıt toplayıcısı, her akşam olduğu gibi bu soğuk güz akşamında da işine devam ediyordu. Soğuk, şehrin eğlence merkezinin sokaklarındaki canlılıktan hiçbir şey götürmemişti. Aksine, yazın rehavetinden kurtulmuş insanlar daha da canlanmıştı sanki. Sinemadan çıkanlar, yeni matineye girmeye hazırlananlar, konuşup gülüşüyorlardı. Barlardan, meyhanelerden, sıcak hava ve kızartma kokularıyla birlikte, müzik ve insan sesi yayılıyordu sokaklara. Kapalı mağazaların kapıları önünde müzik yapan gençler oturuyor, ellerindeki tinerli bez parçalarıyla sokakların karanlık köşelerine kümelenmiş çocuklar kimsenin dikkatini çekmi yordu. Uzaklardan gelen siren sesleri, bir alçalıp bir yükselerek sanki bu neşeli, eğlenceli sahnenin soğuk yüzünü aydınlatmaya çalışıyordu. Çevresi alçak tepelerle çevrili toprak havzaya karanlık çökerken, tiz bir ıslık uzaklardaki bir yerlerde uyuklayan üç köpeği yerinden kaldırdı. Köpekler yerlerinden fırlayıp aynı yöne doğru hızla koşarak, çobanın ayaklarının dibinde buluştular. Üç ayrı tasa konmuş, ıslatılmış ekmeklerden oluşan günlük yemeklerine iştahla saldırdılar. Homurtuyla, çok geçmeden silip süpürdüler önlerindekini; kalan kırıntıları da yaladılar, dönüp bir kez daha kokladılar tasları. Yola çıkmaya hazırlanan çobanın etrafında yalanarak dolandılar. Çoban, yere dikilmiş sırıkların üzerindeki yatağını toplamış, kalın keçe giysilerini üzerine geçirmiş, azık çantasını hazırlamakla meşguldü... Bazı günler vardır, insanın içi burulur, karnına hafif bir sancı oturur. Pazar akşamları, sınav öncesi ya da hayatında ters giden bir şeylerin olduğu günlerdir genellikle. Güneş ya hiç yoktur ya da karamsar kurşini bulutların arasından dünyaya sızmaya çalışmaktadır. Şehirde sokaklar ne zaman yağdığı belli olmayan yağmurdan yapış yapış olmuştur ya da çok geçmeden olacaktır. Öylesine çabuk olur ki her şey insan şaşıp kalır. Bir kitapçıya girip çıktıktan sonra ya da kısa bir tren yolculuğundan sonra bile ansızın saplanıverir o tanıdık sancı insanın içine. İstediği tek şey vardır böyle zamanlarda kabuğuna çekilmek ve onu içinde eritmek.” Çeşitli anlam arayışlarında gezinen Bozkır Kitabı’nı sonuçlandırılmış bir serüven olarak değil de, bir formül şeklinde okumak doğru olabilir. Tabii, bu yaklaşımın arayışlarını sürdürenlerle ve arayanların neyi aradıklarıyla büyük ilintisi var.? Bozkır Kitabı/ Tuncer Erdem/ Yapı Kredi Yayınları, 2008/ 102 s. Ë M. Munis TOPRAK “Şiir görünür sözcükleriyle gece gibi örtmeli ayrıntıyı ay gibi ortaya çıkarmalı derindeki amforaları ustura gözlü bir kaplan harlı bir çığlıktır şiir.” iir, sözcüklerle resim yapmaktır” diyen Dilek Değerli son kitabı Gece Kelebeği‘nde şiiri, doğal imge ve tümcelerle, çağrışımlarla görünür hale getirir. Şairin birinci şiir kitabı Salyangoz İzi’nde izi sürülen aşk, bu kitabında gecenin koynunda gündüz kelebeğinin hayaleti olan soluk renkli bir gece kelebeği olarak dolaşır. Karanlıkta fark edilmeyen bir hayalet... Şair, onu gecenin düş perdesinde varlığı hissedilen, kokusu ve titreşimi olan, yaşayan bir gölgeye dönüştürür. Gündüz kelebeğinden daha uzun yaşayan gece kelebeğinin, daha dayanıklı ve duyargalarının daha açık olmasından esinlenip, gece insanlarıyla bir özdeşlik kurar, “bilmezler ki ben hayaletiyim aşk raylarında ezilmiş gündüz kelebeğinin” dizelerindeki gibi gecenin dipsiz dehlizlerinde andan sonsuzluğa giden yolculuğunu sürdürür yorulmadan… Şiirlerinde kendine özgü bir perspektif yakalamış olan Dilek Değerli’nin, böylesine katıksız inciler oluşturabilmesi için edebiyatta çok uzun bir yol aldığı, yapıtlarındaki duyguların matematiksel uyumundan kolayca anlaşılabilir. Kendinden, kendi duygularından yola çıkar, resimsel mekânlar yaratarak düşsel imgeler ve gizli çağrışımlarla donatır. Ne yapılacağına ilişkin çareler önermez. Yaşadığı, hayal ettiği ve gözlemlediği duyguları ustaca kullandığı kelimelerle işler ve herke Gece Kelebeği sin hazmedebileceği bir şekilde sunar okurlarına.Bu kitapta çeşitli renklere bürünmüş karınca, örümcek, iğde ağacı, ağaçkakan, kelebek, yosun, kuğu gibi birçok hayvan ve bitkinin yanı sıra şiirlere sinmiş kokular da var. Yasemin salında yosun kokusu tuzu öper, iğde ağacı kokusuyla eğilir, selamlar. “Görünmez bir gece kelebeği artık ruhum gölgem, cam göbeği dalgalar kokum, toprakla karışık kekik.” Vampir anıları eritir kızgınlığın çöl güneşiyle, maviyi çalan bir keman eşliğinde kendi duvarlarını yıkar anılarındaki oda, şairin belleğinde kalan ise; “Odadan kalan yalnızca koku, ruhun evine sinen kan ve tarçın kokusu.” Şairin yaşamında gecenin ve düşlerin önemli bir yeri olduğu belli, hatta yaşamı bir düş gibi algıladığı görülür; “içer gecenin özsuyunu / onu öldüreceğini bile bile / içer azgın geceyi.” “ gece perdesini indirir / kırıntıları atarak / altın dudaklı/ düş çölünün ağzına.” Sanatçı duygular söz konusu olduğunda şimdiki zamanı aşar, gelecekten seslenir okurlarına. Tümceler öylesine hızlı yol alırlar ki her biri ayrı bir yaşam olan satırlar arasındaki zamanda. Buna zamanın kendisi bile kızar ve kızgınlığını; “Zaman, oturtur kucağına sanatçıyı öper ince boynunun kuğusunu tutarak inci damlayan ellerini der ki dur artık “Ş önümden gidemezsin” dizeleriyle dile getirir. Bir yanda fırtına sesi vardır. Diğer yanda bahar kokusu. Göktaşının sırtında uyuyan rüzgârın bir gün uyanacağını ve dağları koklayıp karıncaya ineceğini umut eder, gölgesi havada koşan şair. Kitaptaki birçok şiirde rüzgâr kelimesi gezinir, kıpırdamadan durur, uyur rüzgâr; “suskun rüzgârın kollarında / giyinir ay ışığı kefenini.”, “ruhu rüzgârın ıslığında bir ney”, “ rüzgâra konan damla mıydı tutku?” “bir ürperti dudağımda titrerken / koşamazdı ruhumun rüzgârlı tepesi.”, “rüzgâr öper dağın soğuk alnını / tavus kuşu dudağıyla.” Şiirlerdeki vurgulayıcı ve çarpıcı dizeler, şiirin özü denebilecek dizeler, genellikle şiirin sonunda yer alır. “Ahtapot gibi sarıyor ruhum ateşi / zamanın kolları kısalıyor.”, “bilmez ki sudan yüzler, /ay ışığında görünürler.”, “martı yaktı beyazını / gecenin gözkapağında.”, “Sokaklar ayaklansa da, / kuyular kule olsa da, / mürekkep şişesinde artık kelebek.”, “gecenin tahtını sarsar / sessiz çığlıklar.” “dağa kavuşamayan deniz ağladıkça okyanus olur” dizelerinde olduğu gibi az kelimeyle çok şey anlatabilme yeteneğine sahip olan şair, Anne Sexton, Emily Dickinson, Amy Lowell gibi dünyaca ünlü bir çok şairi de titiz çevirileriyle Türkçemize kazandırmıştır. 1961 Konya doğumlu ve İTÜ Mimarlık Fakültesi mezunu olan şair, emekli olmasıyla beraber mimarlık hayatına son vermiş, tüm enerjisini şiire ve resme yöneltmiştir. Değişik zamanlarda resim sergileri de açmış olan Dilek Değerli, ikinci kitabı olan Gece Kelebeği’ndeki şiirleriyle, mutlaka okunulması gereken siyah üzeri beyaz harflerle bezenmiş, bir duygu ve imge cümbüşü yaratmıştır.? Gece Kelebeği/ Dilek Değerli/ Çekirdek Sanat Yayınları/ 80 s. SAYFA 18 CUMHURİYET KİTAP SAYI 981