29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Bir Balkondan Bakar Gibi debiyat türlerini alışılmış tanımıyla anımsamak değişen anlayışları karşılamaya yetmiyor. Yazıya geçen bir anlatı ister şiir olsun, ister düzyazı, yeni bir kurgu içinde biçim değiştiriyor. Toplumsal çalkantılara, insanın birey olma bilincine göre XIX. yüzyılda romanın kişilik kazandığı üzerinde durulur. Bu eski bilgileri yinelemenin yararı yok. Anlatıyı insan ilişkilerinin sonsuzluğunda aramak gerekir. Romanın sınırları yeniden çizilirken, bütün edebiyat türlerini kendinde yorumlayan bir genişlik içinde olduğunu düşünmek yeter. O sınırı çizmek yazarın biçem anlayışıyla ilgilidir. Kimi yazar romanı için kullanacağı gereçleri eksiltmeye bakar. Kimi yazar gereği olmayan gereçleri romanında nasıl kullanacağının merakına düşer. Oysa yazarlık dili eksiltmesini bilme işidir. Necati Tosuner o “âşıkıslatan yağmurlar”dan söz ederken; “yağmurun içine yürümeyi severdim ben” demekle yetiniyor. Yaşar Kemal’in yağmuru sayfalar boyu sürer, bir türlü dinmek bilmez. Belki romanda dinmesini bilen yağmur biraz da içimize yağmalı. İçimizdeki yağmur sesini dinlerken roman kahramanının üzgünlüğünü daha iyi anlamalıyız. E EKSİLTİLMİŞ BİR DİL Necati Tosuner’in son romanı “Kasırganın Gözü”, eksiltilmiş bir dille yazılan romanın daha etkili olacağını düşündürüyor. (KASIRGANIN GÖZÜ, Kanat Kitap, 2008). Neden “Kasırganın Gözü”? Yaşamanın sessiz akışı hiç belli olmaz. Hani Erich Maria Remarque’in romanı “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”ta; savaşın bittiği, bir sevinç sessizliğinin duyulduğu ortamda, başıboş bir kurşun gelip roman kahramanının ölmesine yol açmıştır. Roman, sevinçle kederin acımasız çelişkisi içinde sona erer. Balkondaki yalnız adam, “Kasırganın Gözü”nü karşı apartmana diktiğini görmüştür. Beşinci kattaki kadın önce çocuğunu, sonra da kendini aşağı atarak ölümle kucaklaşır. Kasırga öncesi sıkıntısı, balkondaki yalnız adamın içe dönük yaşamasından kaynaklanır: “İçimdeki kurtulamadığım karanlık! O kararmışlığı kazımaktan..kararmışlığı kazımaya çalışmaktan..kazıyıp kazıyıp da kararmışlığın daha koyusunu bulmaktan usandım.” SAYFA 20 İnsan kendi olmaya bakmalı. “Kendi” olamıyorsa “ölüdoğa”nın parçası olmaktan kurtulamaz. Gene de romanın ikinci adı sayılan “Yağmurküstüren” sözünde, Necati Tosuner’e yakışan şiirli bir incelik var. İyi ki evin balkonu da var. Yalnız adam balkona çıkmasa da karşı evin balkonuna bakıyor: “... bebek çamaşırlı balkona bakmaktan sakındım sanki” diyor. Önce çocuğunu, sonra kendini ölüme bırakan kadının balkonu muydu orası? Roman kahramanı içindeki eziklikten bakıyor dünyaya: “Yaşadığım sevinçler tükenmişti. Gençken katlandığım sıkıntılar artık hiç katlanılmaz olmuştu. Yorgunluk.. bezginlik umudun yerini almıştı.” Demek insanın içinde başlayan kasırga karanlığı, doğayı da etkileyebiliyor. “Kelebek Etkisi” diye bir olay var mı? Hafif bir sessizlik ağır bir gürültüye dönüşebilir mi? Yeni bir doğum bir başka ölüme yol açabilir mi? İnsanlar arasındaki ilişkiler yumağı uzak bir insanı bile etkileyebilir. Bilmediğimiz bir akım bizi değiştirebilir. Gizemci anlayışa uyanlar buna “yazgı” demekle yetiniyor. Nice yenilgilerden geçiyor insan. Tutkuya dönüşen sevi ateşi zamanla düşse bile, o yangın yerinin külü kolay soğumaz. Şöyle düşünür roman kahramanı: “Sırtımda bir kırbaç eğrisi. Boşa geçecek bir gençliğin sendeleyen adımlarıyla yanına varamadığım kız.” Otuz dört yıl önce geçilen o sokağın anısı daha yaşıyorsa, “kül uzun sürer”. ğunu” görür. Sonra gözü beşinci kat balkonuna takılır: “Neyse ki, karşıdaki kat balkonunda, küçük kızın demire tutturulmuş oyuncağı fırıldak, sabah sessizliğinde yavaş yavaş dönmekte.” “Kasırga”nın üzerinden yumuşak bir yel gibi esen “ezan sesi”: “Ezan okunuyor. Güzel okunuyor.” Bizi Türkçenin kuytularında gezdiren Necati Tosuner’i Sadık Yalsızuçanlar şöyle anlatıyor: “Bu gezintinin benim açımdan en ilginç yanı, kendime akraba hissettiğim bir yazarın, içten kalemiyle küçük fırça darbelerinden nasıl muazzam derin, gizemli bir dünya kurduğu... Bu, bana, edebiyatın, münhasıran öykünün, öyküsel anlatımın nelere kadir olduğunu gösteriyor. Bu ‘damıtılmış sıkıntı’dan nasıl soluk alabileceğimiz bir yere çıkabileceğimiz yolunu da göstermektedir” (KİTAP ZAMANI, Balkondaki Yalnız Adam: Necati Tosuner, 1 Aralık 2008). Yumuşak ezan sesiyle elinde nacak tutan cami avlusundaki adamın devrile devrile üzerine gelişindeki çelişkiyi nasıl açıklamalı? Balkondaki yalnız adam “Kasırganın Gözü”yle, çoğalan bir karmaşaya bakıyor: “Bağrışlar çığrışlar. Ağlayan çocuk sesleri. Genç kız çığlıkları. Yalvaran yaşlı kadın sesleri. Erkeklerin kalın sesleri. Kalabalığın uğultusu. Tekbir sesleri. Taşlanan camlar, kırılan cam sesleri, İnatlaşmış bir araba alarmı. Karşı yapının içinden gelen bir pompalı tüfek sesi. Bütün sesleri yırtarak bastırmak istercesine ortaya çıkıp ışıyan bıçak...” TAŞ YALNIZLIĞI Necati Tosuner gün ortasında bir karanlığı anlatıyor. Ucu açık bir anlatı bu! Ama öylesine söylenmiş gibi görünen bir sözün yorumuna varmak gerekir: “Bir yabancının yüzünde görünen gerçekleri kim anlayabilir ki?” Yenilgilerden geçtiğini bilmezden gelir de; “Bir yenilgi değil bu. Yorgunluk” demek gereğini duyar insan. Necati Tosuner gibi “damıtılmış sıkıntı”yı bilen kaç yazar kaldı? “Evde sıkıntılanan yaşlıların gelip bahçeye sığındığını” bilen bir yazar o! “Bitmeyen gecenin artan ürküntüsü”dür ondaki “damıtılmış sıkıntı”. Yaşadığımız sıradan bir gün, içinden çıkılmaz sorunlarla birlikte geliyor. Tekdüze geçen bir gün belki de sonumuz olacaktır. Necati Tosuner umursamaz bir alışkanlıkla bunu: “Doğa, yeni bir huy edinmişti kendine: Yanıltmayı sever olmuştu.” Öylesine söylenmiş bir söz, içimizdeki bir gizli kapıyı aralıyor, bize kendimizi göstermeye çalışıyordu. Necati Tosuner’in bu ucu açık anlatısını dönüp yeniden okumak gerek. Bir yer anlamsız mı görünüyor? Anlamına varamadığımız içindir. Yaş ilerleyince yalnızlığa katlanmak zor. Anılara tutunmak da işe yaramıyor. Necati Tosuner bir “Taş Yalnızlığı” sayıyor bunu: “Isısızlığın orta yerinde bir taş. Donmuş. Taş olmuş. Bir taş... Yalnızlık beteri ıssızlıkta.” Necati Tosuner’in bu ucu açık anlatısından nice romanlar çıkabilir. Bunu ustalık mı saymak gerekir, sözü gereğinden çok esnetmek mi? Edebiyatın gereksiz sözlerden kurtulma sanatı olduğunu Necati Tosuner’den öğreneceğiz. Onun kullanmadığı gereçler, “Karadavut Tefrikası”na meraklı bir romancının işine yarayabilir. Alışılmış yollardan geçmek istemiyor o! Dar bir keçiyolunu çıkmaya çalışıyor. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Necati Tosuner’in bu ucu açık anlatısını dönüp yeniden okumak gerek. Bir yer anlamsız mı görünüyor? Anlamına varamadığımız içindir. BALKONDAKİ YALNIZ ADAM Balkondaki yalnız adamın “Kırmızı Dosya”ya koyduğu notlar var. Çevresine duyduğu ilgi. Çevresiyle bütünleşmek özlemi. Bir çocuğun evine sığınmasındaki güven duygusu. Bu güven duygusunun yalnız adama iyi gelmesi. İçinden ırmak geçen küçük bir kasaba. İlk kez kar gören bir adamın sevinci. Kar çağrışımı. Yaşlanmaktan korkan bir çam ağacı. Kar karanlığıyla çoğalan bir sıkıntı. Bir başka coğrafyadaki samba sevinci. Karanlıkla aydınlık karışırken sıkıntıyla sevinç örtüşüyor mu? Balkondaki yalnız adam kendinin yabancısı mı? “Ben, kendini oynayan yabancı.” Gene de onu koruyan, balkonu yıkayan, oraya bir masa, bir masa örtüsü yakıştıran biri var. “Şimdi, onun armağanı şu yeni masada oturup.. örtüsünün güneş kaldırır lacivert renginden ve küçük çiçekli desenlerinden hoşnut, dirsekleri yaslayıp şöyle, dünyaya bakmak var...” Balkondaki yalnız adam nasıl bir dünyaya bakıyor? Bir tüpçü kamyonu, oraya geldiğini kimsenin görmediği bir bisikletli, çöp yerinin duvarına bırakılan o döküntü bisiklet, çocuk ağlaması, çekçekli toplayıcı, az ilerdeki çocuk bahçesi, halı silken temizlikçi kadın... Tüpçünün kamyonu ile çekçekçi toplayıcı gitmese bombanın patlaması daha sakıncalı olabilirdi. Parçalarını bulup tamamlamamız gereken bir “yapboz resmi” gibidir balkondan görünen dünya. Her eksik parçanın bir başına öyküsü olabilir. İçimizde yitip giden belirsiz bir öykü... OLAYLARIN ARDINDAKİ GİZEM Durgun bir günün nasıl değişeceği belli olmaz. İyi huylu bir insandan da her türlü kötülük beklenebilir. “Kasırganın Gözü” yalnız doğayı değil, insanı da değiştirir. Kendimizin gerisine çekilip olup bitene bilgece bakmak olanağı var mı? Necati Tosuner soruyor: “Peki, tanımadın mı adamı?” Yeni bir olay, yeni bir insan kendimizi tanımamıza olanak verir. Demek kendimizi de yeterince tanımıyoruz. O kasırga dindikten sonra, balkondaki yalnız adam, “aşağıdaki asfaltın hemen kurudu MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 984
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle