Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
...KISA KISA... Ë Müge KARAHAN Eski Yazı aydar Ergülen şiirinden önce düzyazılarıyla karşıma çıkan, sonrasında ise algıda seçiciliğin bir cilvesi olarak ya da belki de tesadüfün eseri olarak sohbetlerin ortasına düşen, bazen öğrencilerinden dinlediğim, sıklıkla yazdıklarına “kavuştuğum”, beni şehir şehir ve şiir şiir gezdiren, yazısı eski yazı olmuş, kendisi eski şair olmaya aday bir şair. Söze, “şair olsaydım” diye başlayacak kadar dilbaz ve mütevazı olan, bunu da cümle cümle hissettiren Ergülen’in bir kitapta toplanan yüz düzyazısının ardından EskiYazı’ları da (EskiYazı’da) derli toplu bir halde, bir çırpıda okunmak üzere okura ulaşmaktan öte kavuşuyor. Tevazusunun yanı sıra ulaşmak ile kavuşmayı ayıracak kadar incelebilen, incelikleri gören eski şehrin (Eskişehir) sakini, eski şiiri bizlere kavuşturacak belli ki. Ulaşmak kolay kavuşmak zor derken bugün yaşadığımız sıkıntının derinine çubuk sokan şair, trenleri, terzileri, kedileri, narı, çocukları, çocukluğu, eskiyi, kentleri kazıyor belleğimize: Eski(den) terzi, Eskişehir, eski sokak, eski şiir, eski yazı, eski (bir şair) şairler… Doğduğu yeri, Eskişehir’i anlatırken “ruhu ruhuma eski bir terzinin elinden çıkmış gibi tıpatıp uyan ‘sakin’ bir şehir” demekle kalmıyor kendi şiiri ‘Eskiden Terzi’ ile tekrar tekrar anıyor eski terzileri ki onlara en çok unutulmak yakışıyor. Eski terzileri ve eski şairleri hele ki “kendi kendisinin terzisi” bir eski şairi (Ece Ayhan), bir terzi şairi (Turgut Uyar) koyuyor yazısına. Önceki kitapta, yüz yazıdan birinde, hem terzileri hem de “terzi şair” Turgut Uyar’ı anarken şöyle başlamış: “Terziler en çok şiire yakışır: Unutulmak ve eskimek için. Bir de ‘Eskiden Terzi’ diye bir şiire yazılmak için.” Aslında onun şiire yakıştırmadığı bir şey yok, eli yatkın bir eski terzi gibi, her bedende/ölçüde yazıyor ancak bir yandan da bütün ölçüleri bilmezden geliyor. Gazeli de var, bahar karşılaması da. Şiiri her renkten; andığı pek çok usta, alıntıladığı pek çok dikim/şiir/yazı var. Kendi dikişlerinin pat H ronları (kalıpları) ise gözümüzün önünde duruyor, zaten elbise de ilk provada ortaya çıkıveriyor sanki. Algıda seçiciliğin cilvesindense başka şeylere inanmak, her sıradan okurun yaptığı gibi sıradan bir okur olmadığını düşünmek istiyor insan; “bu elbiseler tam bana göre, kalıpları ruhuma oturdu, en çok da bana yakıştı” diyerek sahipleniyor. Narın biricikliğini ve çokluğunu ve kırmızısını Behçet Aysan’ın dizelerinde hissetmiş birisi olarak Ergülen’in Nar’ın gölgesine yazdığı övgüyü büyük bir heyecanla okuyorum, biraz da Behçet Aysan ismine rastlama sabırsızlığıyla. İşte, elbette ki yazı onunla bitiyor: “Azlıkta çokluk belki böyle bir şeydir. Narın kıymeti bilinmiyor. Tıpkı ateşte yaktıkları dostum Behçet Aysan’ın dizelerindeki gibi: ‘Kırgınım, saçılmış/bir nar gibiyim.’” Bunu bir ortaklık addediyorum kim bilir bilmem kaç okurdan birinin yaptığı gibi. Ergülen’in andığı pek çok eski şair ismi, aynı coşkuyla heyecanlandırıyor beni. Oysa ortaklığın hası bir gazelden kulağıma çalınmıştı. Üzgün Kediler Gazeli’ni okuyup da kediseverliğe imrenmemek olmaz. Tam da gazeli ilk okuduğum günlerde hayatıma, yaşadığım eve (aslında biraz da mecburiyetten) bir kedi girme ihtimali vardı. Gazeli heyecanla okumanın da etkisiyle ve üzerine günlerce düşündükten sonra kedi bize geldi. Ben korkumu unutmaya çalıştığım bugünlerde EskiYazı’yı okurken çok önemli ve kendimce çok bana özgü bir ortaklık buldum. Kedilere gazeller düzen şair de eskiden kediden korkarken sonradan bir kedi sever olmuştu. Onun sözüyle söylersek ben de bir “sonradan sevme” olmak üzereydim. ESKİ ŞİİR Herkesin ‘tam benlik’ şeyler aradığı şu günlerde elbette en çok sahiplenilecek olan bir şiir, bir yazı ve herkes kendine göre bir eski şair arıyor ‘eskitilmiş olan’ moda olduğundan beri. Ancak ‘nostalji yapmak’ Ergülen ile birlikte olumsuz ve bayat anlamından sıyrılıyor, üstelik hiç ucuza da kaçmıyor. Eski, eskimiş; onun yazısında başka türlü bir şey çünkü o kendi deyimiyle “zamanı bekliyor”: “Zamanı beklemezsen, tren tam saatinde gelse kaç yazar ki?” Herkese kendine yakışanı giydirmeyi bilen eski bir terzi gibi yazısına her şeyi yakıştıran ve yazısında herkese yakışacak bir şeyler bulunduran şairin yazdıklarının her yerinde şiir vardır, hatta onun yazısı bir şiirdir. Öyle çatlaklara falan sızmış değildir; şiiri düz yazıda kuşatan Gülten Akın’ın başlığını tersine çevirecek olursak Ergülen’in şiiri düzyazıyı işgal etmektedir. “Şiir şaraba yatırılır”, “kale üstünden şiir uçurulur”, şehre şiirli trenle varılır, şehrin içinden şiirle geçilir, zaten şiiri eskiten de eski şehirdir. Eski şiiri okumaya gerek yok; bu yazının başını da unutun çünkü Haydar Ergülen, EskiYazı ile de eski şair oldu çoktan! ? Eski Yazı/ Haydar Ergülen/ Turkuvaz Kitap/ 264 s. SAYFA 19 Haydar Ergülen CUMHURİYET KİTAP SAYI 984