Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Gittim, dediler ki ocaklarda üç ay işçi gibi çalışacaksın ondan sonra da okulun sınavlarına gireceksin. Bir kere bana göre bir iş olmadığını anlamam uzun sürmedi tabi (gülüyoruz)…. 21 yaşındayım. Osman Usta var, birlikte çalışıyoruz. Bir ay falan geçti geçmedi İstanbul Şehir Tiyatrosu Zonguldak’a turneye geldi. Hiç unutmam, üç piyes oynuyorlar; “O Kadın”, “Kiralık Odalar”, “Paşa Hazretleri”. Osman Usta hayatında hiç tiyatroya gitmemiş. Üç gün birlikte tiyatroya gittik. Üç günde tiyatroya âşık oldu. Ve dedi ki, bana Nedim Mücap derlerdi, “Bu tiyatro harika bir şey. Bırak ocağı git tiyatrocu ol”. 1941’de istifa ettim ve bir daha konservatuvar sınavına girdim onu da kazanamadım. Olamaz böyle şey yani. (gülüyoruz) TİYATRODA BİR HAYVAN BORSACISI! Muhsin Ertuğrul sizi ilk gördüğünde ne düşünmüştür sizce? Muhsin Bey ile 1946’da, Küçük Sahne’de tanıştım. O da annemin mektubu sayesinde olmuştur. Annem bana söylemeden Muhsin Bey’e beni tanıtan bir mektup yazmış. Muhsin Bey de anneme yazdığı yanıtta; “ana sevgisinin destanı olan mektubunuzu defalarca okudum” demiştir. Ve ben o mektupla gittim Muhsin Bey’e 1946’da. Muhsin Bey “seni konservatuvar sınavına sokalım” deyince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Annem ona mektubunda benim sına ¥ olayı gerçekten. Mücap Ofluoğlu ve Gamze Akdemir ‘Silinmiş Alkışlar içinde’ üzerine söyleştiler... va iki kez girdiğimi ve kaybettiğimi yazmamış. Muhsin Bey’e durumu anlattığımda çok şaşırmıştı. “Sen şimdi ne yapıyorsun” dedi. “Hayvan borsasında muhasebe memuruyum” deyince Muhsin Bey büsbütün şaşırdı. “Eyvah ben bu çocukla ne yapacağım diye düşünmüştür” kesin. “Aman işini bırakma, arada bana uğra, sana göre bir rol çıkarsa veririm oynarsın” dedi. (gülüyoruz) Tiyatroya böyle başladım. İlk rolüm de “Jül Sezar”dı. Necdet Mahfi sahne amiriydi. 1941 Ekiminin bir Pazar günü Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nda, Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “Hamlet”le tiyatroya âşık olan ben artık tiyatrocuydum. HEYKEL MÜCAP! Ve “Heykel Mücap” sahnede… Sahnede ama sahnenin sadece bir köşeciğinde! (gülüyoruz) Oyunda heykel lazım ama heykeller gelmemiş. “Kim heykel olur” dediler, ne yapalım gönüllü heykel oldum. O çok matrak bir olaydır. Bir hafta kadar heykel olarak durduk yani. Yer aldığım ikinci piyes de Cahit Uçuk’un “Gök Korsan”ıydı. Bana orada sözsüz rol verdi. Tiyatroda Cahide Sonku oynuyordu. Cahide Sonku’ya inanılmaz hayrandık tabi. TİYATRO VEREM ETTİ! Derken tiyatro sizi verem etti! Tabi, bakımsızlıktan, parasızlıktan verem oldum tiyatroda. Ama biliyordum ki tiyatro benim yaşamımdı artık, tiyatro yapamasaydım da verem olurdum. “Çayhane”nin provalarını yapıyorduk. Münir Özkul, “Sakini” rolünü değil jön rolünü oynamak istedi. Ben de “Sakini”yi oynayacaktım. Provalarda hastalandım, kulise gittim, bir baktım lavaboya kan tükürüyorum. Çok zayıf da düşmüştüm. Arkadaşlarıma çok hastayım, provalara devam edemeyeceğim deyince Muhsin Bey müdahale ediyor. Ve “Mücap iyileşince sahnelensin bu oyun” diyor. O sırada Ankara’daydı Muhsin Bey, oradan müdahale etmişti. Beni apar topar Kirazlıyayla’ya senatoryuma tedaviye yolladı. Salih Tozan da geldi bir süre sonra benim gibi. Ne çok içerdi Salih, yani inanılmaz… Kendine hiç bakmadı… Ama ben dikkat ederim böyle durumlarda, korkarım… Üç ay kadar sonra da iğnelerle filan verem mikrobum gitti. Ucuz atlattım yani. Nehir söyleşinin bir bölümünde Nuri Ağabey’e (Dikeç) diyorsunuz ki “oyuncu sinemada araç, tiyatroda baştacıdır…” Sinemada başta gelen senaryo, sonra da yönetmendir. Senaryoya göre, yönetmene göre, kameramana göre oynamak mecburiyetindesinizdir. Sen orada oynatılan bir oyuncusundur. Ama tiyatroda sen oynarsın, seni kimse oynatamaz.? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Silinmiş Alkışlar İçindeMücap Ofluoğlu Kitabı / Nuri Dikeç/ Türkiye İş Bankası Yayınları / 456 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 984 SAYFA 17