23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Çığlık Portakalı... Nuri Bilge Ceylan için... V asconcelos’un Şeker Portakalı’nı bilmeyen, adını duymayan kalmış mıdır bilmiyorum. İnsanımızın pek beğenerek okuduğu küçük Zezé de, onun şeker portakalı da neredeyse Anadolulu olup çıkmış; şu bizim kan portakalımızın yanında yerini almıştır denebilir bir bakıma... “Portakal” imgesinin ayrıksı bir yeri olduğu düşünülebilir sanatta. Ağaçta duruşundan sergenlerde yer alışına, çocukların renkli düşlerini süsleyişinden sağlıkta, hastalıkta armağan götürülüşüne büyüyle karılmış bir yanı olsa gerek portakalın... Bu doğrultuda Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin adından söz edilirken bile, sıcacık imge harmanının insanı kuşatmaması olanaksız... Addan yayılan renge, sese, hatta kokuya dayalı imgeleme kadar etkinlik olarak neredeyse yarım yüzyıllık geçmişiyle festivalin anısal düzlemde toplumca bellekte kalışının da buna katkıda bulunduğu düşünülebilir herhalde... Gerçekten de toplumumuzda kadın erkek hemen her yaştan, kuşaktan, sınıftan insanın kolayca anımsayabileceği bir etkinlik olarak alınabilir Antalya Altın Portakal Festivali... Etkinliğin toplumsal olgu bağlamında yaşamımıza katılışı, “Altın Portakal”ın önemsenişindeki bir başka ölçüt kuşkusuz. Yazınımızda bu tür festivaller, etkinlikler gereğince yer alamıyor ne yazık ki. Sözgelimi Antalya Altın Portakal Festivali’ni içselleştirerek öykü, roman evrenini bu yönde yapılandırmış, karakterlerini buna göre kurmuş ne bir roman anımsıyorum ne de öykü! Oysa yılın diyelim sınırlı süresince yaşansa da yarım yüzyıldır süregelen bir etkinlik bu, ülkemizin... Romanda, öyküde yok da sinemada örneği pek mi bol? Evrenini bu festival bağlamında kuran, buna dayandıran bir film anımsıyor musunuz siz? Hadi bunları da geçmiş olayım. Altın Portakal üzerine inceleme kitabı var mı acaba, varsa kaç tane? Ses dergisinden günümüzün sinema dergilerine dek bu konuda özel sayılar düzenlemiş, bölümler yapmış yayınlardan söz etmiyorum elbette, bağımsız incelemeler burada altını çizmek istediğim... Oysa Altın Portakal, çığlık atıyor orada, Antalya’da, duymamak olanaksız bunu! Bu yanıyla şeker portakalı, kan portakalı gibi bir çığlık portakalı olarak duruyor zaten önümüzde festival... SİNEMA VARLIĞIMIZ, SİNEMA DAĞARIMIZ... Festival Onursal Başkanı Menderes Türel’le Festival Başkanı Engin Yiğitgil’in çağrısı üzerine 45. Antalya Altın Portakal Film Festivalindeydim geçen ay. Festivalle eşgüdüm içinde sürdürülen 4. Uluslararası Avrasya Film Festivali’nde sunulan filmlerden de izledim elbette, ancak ben, Altın Portakal kapsamında sunulan imgesel (uzun metraj) filmlerle belgesellerden, kısa filmlerden oluşan bir izleme üzerinde yoğunlaşmak istiyorum bu yazıda daha çok... Altın Portakal’daki filmler bir seçkiye dayanıyor, ancak bu seçkinin, sinema varlığımızın yıldökümü olarak alınmama sı gerekiyor. Ötesinde sinema varlığımızın bütünü dikkate alındığında söz konusu festival seçkisinin, Türk sinemasının tamı tamına bir yansıtımı bağlamında değerlendirilemeyeceği de ortada. Ne var ki, sırtlarında görece belirli sorumluluklar taşıdığı öngörülecek ön kurullar tarafından yapılıyor seçim. Eğer festival bu seçkinin değerlendirilişi olarak yorumlanacaksa, bunu bizim de kabullenmemiz zorunlu. Yaş dağılımları bağlamında, doğum tarihleri dikkate alınarak yapılacak genel değerlendirme çizelgesinde şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz: Üç seçkide toplam 68 yapıtıyla yer alan 77 yönetmen, 1942 (Erden Kıral) ile 1988 (Özgür Görgün, Mustafa Emin Büyükcoşkun, Mehmet Can Mertoğlu) tarihleri arasında doğmuş görünüyor. Uzun metraj 16 filmin 16 yönetmeninde (19421975, Selim Evci) dağılım aralığı 33; 27 belgeselin 34 yönetmeninde (1944, Cengiz Tünay1983, İbrahim Yozoğlu) dağılım aralığı 39; 25 kısa filmin 27 yönetmeninde (1959, Cemil Ağacıklıoğlu1988) dağılım aralığı 29 yıl olarak ortaya çıkıyor. Doğum tarihleri yelpazelerinde 46 yıllık ara bulunan toplam 77 yönetmenden 14’ü kadın, 63’ü erkek. Yönetmenlerin türlere göre cinsiyet dağılımında uzun metrajda 1 kadın 15 erkek iken, belgeselde bu sayı 10 kadın, 24 erkek, kısa filmde ise 3 kadın, 24 erkek olarak karşımıza çıkıyor. Buna göre uzun metrajda kadınların erkek yönetmenlere oranı yüzde 6, belgeselde yüzde 42, kısa filmde ise yüzde 12.5 olarak belirginleşiyor. Yaş aralığındaki genişlikle birlikte kadınların sayıca çokluğu, oransal yoğunluğu dikkate alındığında yapıca en katılımcı sinema türünün 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin verilerine göre belgesel türü olduğu anlaşılıyor. Katalogda aktarılan yönetmen yaşamöyküleri, genelde filmografi düzeyine yakın durduğundan filmlerin doğum yerine göre üretilen ekinsel etkiden, yönetmenlerin öğrenim etkilenimlerinin yansıması açısından nasıl bir yayılım gösterdiği, kesin çizgileriyle ortaya çıkamıyor ne yazık ki! Oysa tarihin bu diliminde, aslında salt 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne bakarak ya da 77 yönetmenin yapıtlarını göz önünde tutarak genelde Türkiye’nin sinema varlığı ile dağarına yönelik yargıda bulunabilmenin olanaklı olması gerekmez mi? “ALTIN PORTAKAL”I İYİ OKUMAK... Yalnız basın yayın kuruluşlarımızla toplumumuzun değil, yanı sıra sinema alanında eylemli yer tutan pek çok kişinin de Antalya Altın Portakal’a bir ödülün somutlanışı olarak baktığı öngörülebilir sanıyorum... Yine de 77 yönetmenin, Türk sineması adına büyük emeklerle işleyip geliştirdiği, ortaya koyup sergilediği yapımlara göz atıldığında bunun, bir ansiklopedi anlamında adı Türkiye olan bir kocaman coğrafyadaki toplumun sınıfsal, ekonomik, ekinsel, cinsel, dinsel, dilsel vb. tüm alanlara yayılmış uzanımlarını, yaklaşımlarını, bakış açısını, değerlendirişini ele veren kocaman sinema evreni olarak yer aldığı apaçık ayırt edilecektir... Bir açıdan denebilir ki, toplumumuz, Antalya’da kendi bağrından çıkardığı yönetmenleri aracılığıyla, sinema sanatının adında bütünsel bağlamda bir kocaman çığlık atmıştır aslında... Filmlerde yoksul, dar gelirli insanlar, işçiler, emekçiler, kadınlar, yaşlılar, bir kenara itilmiş görünen ayrıksı ya da farklı insanlar, bu kişilerin birer film kahramanı olarak kendi yaşamlarını kurma mücadelesi, gençlere karşı sergilenen acımasız, sevgisiz tutum, evrensel barışa duyulan gereksinim, eksikliğinde geleneksel ana sevgisiyle bunun giderilişi, kadın, erkek duyarlıklarında zıtlaşma yerine örtüşme özlemi, insan hakları, kişiliğin özgürce dile getirilişi, çoksesli bir toplum yapısının zorunluluğu vb... Tanrı aşkına, bir sinema örgüsünden daha başka neler söylemesi beklenebilir sanat düzlemi içinde? O halde sinemamızın bireysel avuntuyla, içedönük kavrayışla, kendi ekseninde gezinen döngüsel yapılanışla yol aldığı savını neredeyse temelden çürüten bir gerçeklikle karşı karşıyayız! Evet, toplumuna yakışan bir düzey yansıtıyor Türk sineması, tüm varlığıyla çığlık atıyor, görebilenler için! Ama bunu görmesi, buna tanıklık yapması gerekenler ne ölçüde ayırdında bu gerçekliğin? Örneğin açılış kapanış törenleri dışında hangi siyasacı sinemamızla, film gerçekliğiyle ilgilendi? Öyleyse sanat verimlerinin toplumla bağ kuramadığını söylemek hiçbir maddi te mele dayanmıyor! Demek ki sorun, sinema sanatının ya da öteki türlerin, ne bileyim yazının, tiyatronun, resmin, müziğin verimlerinden kaynaklanmadığı ortada. Sorun, toplumuna, onun sorunlarına ilgi göstermeyen siyasacılardan kaynaklanıyor olsa gerek!... Altın Portakal seçkisinde yer alan 16 uzun metraj filmin tümünü izleyebilmiş değilim; belgesellerle kısa filmleri de izledim çünkü. Ama yine de bir bölüm filmi izleyebildim. Başka Semtin Çocukları, Gitmek, Gölge, İki Çizgi, Pandora’nın Kutusu, PazarBir Ticaret Masalı, Son Cellat, Süt, Üç Maymun, Vicdan. Buna göre, 16 filmin 10’unu izlemişim... Şimdi saydığım bu filmlerden kalkarak, ama özelde Üç Maymun aracılığıyla, Antalya’da Altın Portakal Film Festivali’nde atılan çığlığın niteliğine, özüne getireyim sözü... “ÜÇ MAYMUN”... Üç Maymun, soyutlayım, dönüştürüm düzlemiyle, bu düzlem üzerinde bireye, topluma yönelik getirdiği eleştirel bakışla, bütün bunların zorunluluk bağları çerçevesinde sımsıkı yerleştirildiği evreni, yanısıra karakterleriyle hem güncel ilişkilenimler doğrultusunda günümüzle hem de tüm zamanlara yönelik zamanaşırı temelde nitelikçe çok yüksek düzeyde verimlendiğini ele veren bir sanatsal konum sergiliyor. Yalnız bugünün dağarında değil, gelecekteki film dağarları içinde de bir biçimde yer almaya aday bir film bu. Üstelik bunun yalnız bizim sinemamız açısından değil, dünya sineması açısından da öne sürülebilecek görüş olduğu kanısındayım doğrusu kendi payıma. Nuri Bilge Ceylan’ın sinematografisi üzerinde durma gereği duymuyorum, bu konuda sinema kamuoyu zaten yeterli bilgiye, sonuçta bir genel kanıya sahip. Ben, daha çok Üç Maymun’da senaryonun kameraya bağlı yapısı, öyküyü tümüyle senaryonun dışına çıkarıp bunu seyirciye tamamlattıran ya da yeniden yazdıran yaklaşımı üzerinde durmak istiyorum. “Kitaplar Adası”nda sıklıkla değindiğim bir olumsuzluğa getireyim sözü burada. Kimi sanat yapıtlarında, verimleyicilerin kendilerini bir türlü kurtaramadığı bir hastalık var... İlle öyküyü anlatma, deyiverme isteği... Öylesine yapıtlarla karşılaşılıyor ki, neredeyse tutkuya dönüştüğünü gözlüyorsunuz verimleyicideki bu isteğin. Sanat yapmada eylemi, biçemi zaafa uğrattığı, yapıtı güdükleştirdiği hemence görülemiyor bu tutumun. Nuri Bilge Ceylan, böylesi tuzaklara düşmeyeceğini sezinletmişti zaten bize, bu kez bundan fersah fersah uzak durduğunu gösteren bir yapımla çıkıyor karşımıza. Dört temel karakteri, hem niteliklerine halel getirmeden, bozup tipleştirmeden, hem bunlar arasındaki pürüzleri, itişmeleri düzleştirmeden bunu tüm film evrenine yaymayı, bunlar aracılığıyla tüm Türkiye’ye yönelik bir panorama çıkarmayı başarıyor yönetmen. Kuşku yok ki, bunda göz alıcı dört ayrı oyunculuğun da rolü var, hem de açık biçimde. Sonuçta Üç Maymun aracılığıyla biz, toplumsal yarılmayla bu yarılmanın karşısında yapayalnız konum sergileyen bireyin onulmaz çözümsüzlüğü gerçeğiyle; bellek yitimine uğramış toplumda ilk unutulanın bireyin kendi gerçekliği duygusunu yitirmesi olduğu, ardından kendi belleğini de yitirdiği olgusuyla, üstelik plastik görsellikten, sinematografiden ödün verilmeksizin yüz yüze gelmiş oluyoruz. Üstü örtük bir siyasal sinema örneği olarak da alınabilir Üç Maymun, toplumsal düzlemde kendine özgü duruşu, yer tutuşuyla. Öte yandan filmin, bu temel yanlarıyla hem Türk sinemasının, hem de dünya sinemasının seçkin örnekleri arasında önemli bir uğrak olduğu da öne sürülebilir bana göre. Gerçekten de Üç Maymun Antalya’da Altın Portakal’la bir çığlık portakalı halinde göndere çekiliyor... Çekiliyor da, biz bunun ne kadar ayırdındayız; merak ediyorum doğrusu... ? SAYFA 21 Nuri Bilge Ceylan CUMHURİYET KİTAP SAYI 980
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle