05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

...KISA KISA... Ë Didem ÖZKAYRIM on dönem kuşağın en önemli romancıları arasında gösterilen Jonathan Coe, ödüllü kitabı What a Carve Up (Ama Ne Lokma)’dan sonra Uyku Evi romanıyla edebiyat dünyasındaki yerini iyice sağlamlaştırmıştı. Genç yaşına rağmen otoritelerden övgü dolu sözler almış ve birçok ödüle daha layık görülmüştü. Ünlü aktörler James Stewart, Humphrey Bogart’ın ve İngiliz edebiyatının kült ismi B.S. Johnson üzerine yazdığı kitaplarla da yazın alanını genişleten Coe, son romanı Yağmurdan Önce’yle okuyucusuna ulaştı (Yazarın Uyku Evi dahil diğer romanları da E Yayınları tarafından yayınlanacak). Bir Coe romanı için oldukça sade ve durağan bir yapıya sahip Yağmurdan Önce. Ancak diğer kitaplarında öne çıkan kurgu özelliğini bu romanda da ön plana çıkarıyor. Kitap, Rosamond Teyze’nin ölümüyle birlikte arkada bıraktığı şaşırtıcı ve bir o kadar da sık rastlanamayacak türden vasiyetiyle başlıyor. Vasiyette, kaydedilip doldurulmuş olan ses kasetlerinin Imogen’e verilmesi gerektiği belirtilir. “Peki ama Imogen neredeydi ve nasıl bulunacaktı?” sorusu, yalnızca uzun yıllar evvelinden kalan tek, ama gariptir çok net şekliyle hatırlanan bir anının dışında cevapsız kalır. Gill ve kızlarının ellerindeki tek ipucu Imogen’in gözlerinin görmediğiydi, ama bunu da yeterli bir veri olmaktan oldukça uzak tutan Coe, artık anne ve kızlara kasetleri dinlemekten ve içinde bulunabilecek en küçük bir ipucunu yakalayabilmekten başka çare bırakmaz. Hikâyenin biri şimdiki, diğeri geçmiş zamanda akan iki ana eksende, ama oldukça grift bir çok izlekle beraber aynı anda gözünüzün önünden aktığını görebilirsiniz. İlk eksen, kasetlerin bulunup dinlenmeye başlandığı, Gill ve kızlarının yer aldığı bugünün ‘modern’, koşturmacalı ve bağımsız hayatların dünyasını; ikinci eksense ses kayıtları dinlendiği zaman orta S Yağmurdan Önce ya çıkan Rosamond Teyze’nin nostaljilerle dolu o dönem hayatını anlatan geçmişten yirmi fotoğraf karesinin anlatımını içeriyor. Ama hikâye aktıkça ikinci eksen biraz daha dallanıp budaklanarak sırlı bir hale bürünüyor. Birbiriyle iç içe bir çok yaşamı ve birbirine değen hayatları konu etmesiyle birlikte bu ikinci eksen tarihsel ve çevresiyle birlikte geniş bir ‘Aile’ hikayesini de beraberinde getiriyor. Jonathan Coe, ‘modern’ dünyadan sıyrılarak Rosamond Teyze’nin seçtiği yirmi fotoğraftan ilkiyle başlıyor kasetlere ve geniş Aile’nin hikâyesini 1930’lardan başlatıyor. Fotoğraflarla oluşan sinemasal etki roman içerisinde yer alan aileleri ve ilişkileri irdelerken bir nevi kısa dönem Avrupa tarihini de sunuyor okuyucularına. Avrupa tarihi dediysem yanıltıcı olmak istemem. Burada bahsettiğim, ‘büyük tarihler’ yazılırken sıradan insanların küçücük yaşamlarında bu büyük hikâyeden ne kadar nasiplendikleri anlatılıyor. Arka planı dikkat edildiğinde bir dönem hikâyesi olarak da okunabilecek Yağmurdan Önce, özellikle 2. Dünya Savaşı yıllarında büyük şehirlerde kalmasına izin verilmeyen binlerce çocuğun ailesinden koparılıp taşraya yollanması olgusu; savaş sonrasında yükselen ‘Amerikancılık’ akımının çeşitli vesilelerle kitapta sinema vasıtasıyla insanların ya Jonathan Coe şamlarının bir parçası haline gelmesi olayı; Avrupa’dan Amerika kıtasına göç edenlerin ortak özellikleri, göç nedenleri, ardından gelen 70’ler ve değişen yaşam biçimleri derken bir dönemin haritasını ince detay ve edebi bir ustalıkla karşımıza çıkarıveriyor. Buralardaki tasvir ve tespit anlarındaki küçük değinmeler Coe’nun muhalif ve politik kimliğine dair de önemli ipuçları içeriyor. YAŞAM, HAYAT, TERCİHLER, MEKÂNLAR... Öyle ki fotoğraflar, tarih tarih ilerle dikçe zamansal atlamaların ve bu süreçte değişen yapıların kişileri ve süreçleri nasıl etkilediğini de ortaya çıkarıyor bir yandan. O dönem için –hatta hâlâ marjinal sayılabilecek bir yaşamı seçmek ve bu hayatı yaşarken çevrenin oluşturduğu refleksler, görmezden gelmeler kişisel yaşamlardaki direniş noktalarına dair ve toplumsal yaşamın o muhafazakar içeriğine dair dokundurmalar göze çarpıyor. Yaşam, hayat, tercihler, mekanlar vs. üzerine söylenecek tonlarca ‘büyük laf’ı söylemek için fotoğraf metaforunun içeriğine sığdıran Coe, özellikle geçmişle bugün arasında bir illiyet bağı kuruyor. Toplumsal düzen, kurallar ve özgürlükler şeklinde çatışmalı ilişkileri barındıran dünyada bireysel ve bağımsız ilişkilerdeki bedelleri de es geçmiyor. Çevremize baktığımızda değişmediğini sandığımız ama bir on yıl sonra aynı fotoğrafa başka bir gözle baktığımızda aslında değişen kenti ve hayatları fark edebiliyoruz. Ama o anı, yaşanılan o haftayı ya da o ayı durağan bir fotoğraf karesinden farksız görüyoruz kimi zaman. Bu çerçevede romanda özellikle önemli bir yer tutan ve Coe’nun en temel ustalıklarından birini oluşturan kurgudaki bağlantılardan bahsetmek de gerekiyor mutlaka. Çok rastlantısal gibi görünen olayların/fotoğrafların daha sonrasında çok zekice tasarlandığını, çok ince detaylarla birbirine bağlandığını ve başından sonuna bir makinenin işleyen çarkları misali birbirini döndürdüğünü kitap bittiğinde fark edebiliyorsunuz. Kimimizin kader, kimimizin şans dediği şeyi Jonathan Coe hayat olarak tarif ediyor. Bu hayatın iyi ya da kötü yönde olup olmadığına elbette kitabı okuyanlar karar verecek ama iki eksen arasındaki bağ iyi ya da kötünün ötesinde bugün ile geçmiş arasındaki o sır dolu dünyanın karşılaşmasına tanıklık ediyor. ? Yağmurdan Önce/ Jonathan Coe/ Çeviren: Gül Çağalı Güven/ E Yayınları/ 216 s. Ë Yusuf ALPER ılmaz Arslan’ın 2002’de Orhon Murat Arıburnu Ödülleri yarışmasında ödül alan dosyası Zamfir yıllar sonra yayımlanabildi. Saygın adlardan oluşmuş jürinin seçtiği bir dosyanın bile 6 yıl sonra yayımlanabilmesi ülkemizde şiir yayıncılığının durumunu gözler önüne seren bir özellik taşıması bakımından ilginçtir. Ne yazık ki ülkemizde, şiir kitapları artık yayımlanamaz durumdadır. Bazı büyük yayınevlerinin yasak savarcasına yılda birkaç şiir kitabı kontenjanı ayırmaları, daha önce kitabını yayımladıkları şairlerin kitaplarıyla eksantrik, ilgi amaçlı gösteriler yapan birkaç genç şairin kitaplarını yayımlamaları şiiri iyice köşeye sıkıştırmaktadır. Zamfir, Yılmaz Arslan’ın 3. şiir kitabı. Arslan, daha önceki kitaplarındaki izlekleri sürdürüyor. Zengin bir imge örgüsüne ve geniş bir sözcük dağarcığına sahip. Bu zenginlik onun eski ve yeni sözcükleri bir arada kullanmasından kaynaklanıyor gibi görünebilir. Ancak özgün ve ilginç imgeler oluşturmasının katkısı daha büyük. Genel olarak halkın kullandığı, yaşayan sözcüklerle yazıyor. Ancak zaman zaman oldukça eski sözcükleri de kullanabiliyor. Günlük dilden uzaklaşması anlaşılma sorunu yaşatsa da şiir için biraz çabanın gerekliliği düşünüldüğünde, bu tutumu sorun olarak görülmüyor. Şair bazen de çok yeni, henüz oturmamış teknik terimler kullanabiliyor. Bu, Arslan şiirinin zaman zaman dili zorlayan bir özelliği. Arslan’ın ilginç bir imge düzeni var. Geldiği kültürün, yaşadığı coğrafyanın, tarihin etki ve esinleri onun şiirinin temel kaynağını oluşturuyor. Genelde lirik, konuşma diline yakın, gelenekselden, tarihten, mitoloji Y Zamfir den yararlanan bir şiiri var Yılmaz’ın. Geniş bir okumadan beslenen bir arka planının da olduğu söylenebilir. Kültürel, entelektüel donanımı onun sözlü halk kültüründen yararlanmasına engel olmuyor. KIRILGANLIK İnce duyarlıkları olan, içedönük, alıngan, çabuk kırılan bir şair kumaşının yansımaları şiirlerinde görülüyor. Bu kırılganlık zaman zaman bireysel sorunlar, insan ilişkilerine bağlı olabilirken bazen de doğrudan toplumsal sorunlardan kaynaklanıyor. Cemal Süreya’nın dizeleriyle söylersek: “Biz kırıldık daha da kırılırız/ Kimse dokunamaz suçsuzluğumuza” der gibi. Kitabın ilk bölümünde daha özgür bir söyleyiş egemenken sonlara doğru dizginlerin daha sıkı tutulduğu, geleneksel söyleyişe yaklaşan şiirler görülüyor. Ama tabii ki aynı şair duyarlığının egemenliği tüm şiirlerine yayılıyor. Çağrışımları daha sıkı kontrol etme şiirleri disipline sokarken, Yılmaz’ı fazla sözcüklerden de kurtarıyor. Yemin ettim o şiirlerde, seni sevdim, aklandım.” (s.26) Lirik söyleyiş hemen tüm şiirlerinde egemen. Müzikaliteye, sese, sözsel olana önem veren bir poetikası var. “yaralı bir kenti alnımda acıyla burulmuş tarihe saklayıp aklayıp her gülüşte dikişleri patlayan bu saf ve deli yüzü ah! elmas bir nehir gibi çarşıların, pazarların, evlerin içinde kendimden aksam…aksam… aksam…” (s.28) Yerli ve yabancı birçok şairden dize alıntıları, epigraf olarak ya da şiir içinde kullanılıyor. Şairin çağrışıma çok önem veren özelliği onu İkinci Yeni şairlerinin iyi bir izleyicisi yapıyor. Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Gülten Akın alıntı yaptığı ve zaman zaman etkisi duyumsanan şairler. Tabii hüznün, kederin Anadolu’yla kesiştiği yerde Turgut Uyar’ın karşımıza çıkmaması olası değil. Lirizmin, çağrışımın, toplumsal sorunlar, haksızlıklar, zulümlerin olduğu yerde C. Süreya ve G. Akın’la karşılaşmamak da olası değil. Ama Yılmaz’ın şiiri tabii ki önceki hiçbir şairin birebir takipçisi değil. Nâzım Hikmet de, Attilâ İlhan da onun yararlandığı şairler. Anadolu duyarlığını kentli duyarlıkla harmanlayarak modern bir şiir oluşturuyor Yılmaz Arslan. ? Zamfir/ Yılmaz Arslan/ Mühür Kitaplığı/ Nisan 2008, İstanbul. ¥ “Yağmurlar yağdı zamfir, geceye simsiyah bir bıçak gibi saplandım. Ben ne olduğumu bilmezdim kuğu, öğrettin Ruhum ve aşkımla, ruhuna ve aşkına saklandım. Acım, divân’dan çok şey söyleyen bir şiirdi, SAYFA 18 CUMHURİYET KİTAP SAYI 980
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle