Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? ALTINCI KİTAP: “SİNAN’IN GİZLİ ESERİ” Bu kitabın yazarının soyadı ilginç: Sinanoviç. Mirsad Sinanoviç 1955 yılında BosnaHersek’te dünyaya gelmiş; edebiyat eğitimi görmüş; haftalık dergilere yazılar yazmış; ayrıca yayın yönetmenliği de yapmış. Sinan’ın Gizli Eseri 2005 yılında Boşnakça San Hasana Nazira adıyla yayımlanmış. Türkçe baskısı ise Suat Engüllü’nün çevirisiyle 2007 yılında Leyla ile Mecnun Yayıncılık tarafından yapılmış. Bu kitapta da Sinan var; ama bu roman ötekilerde olduğu gibi, Sinan’ın doğumundan ölümüne uzanan yaşamöyküsü üzerine kurulmuş değil. Bu romanda Sinan ve bir yapısı, “gizli” olarak var. Bu, onun gerçek yapılarından biri mi, yoksa düşsel bir yapı mı belli değil. Romanın bütününde “Kafkavari” bir hava seziliyor. Sözgelişi, Hasan Nazir Çelebi’nin tutuklanarak iki “seymen”in eşliğinde neyle suçlandığı belirtilmeksizin, bilinmeyen bir yere götürülmesi Kafka’nın Dava adlı romanının girişinde anlatılanlara çok benziyor. Sinan’ın “gizli eseri”ne roman boyunca zaman zaman yine gizemli sayılabilecek bir üslupla değiniliyor. Örneğin şöyle: Dağda birdenbire şırıl şırıl akmaya başlayan, aşağılara dökülürken havada donan ve uçan kuşa benzeyen kaynak suyunu bir düşün […] Bizim camimiz, böyle bir kaynaktan akıp taşa büründü ve bu yüzden, uçan kuştan bile daha hafiftir. [Bu cami] öyle büyük bir uyuma sahip ki, onu gören herkes taştan yapılmış uçan bir cami olduğunu sanır. […] İmparatorluk sınırları içinde, onun dengi başka bir cami yoktur.[…] Gören herkesi hayran bırakan camiler vardır; ancak ondaki ahenk hiçbir camide yoktur. Romanda bunları Hasan Nazir Çelebi’ye söyleyen Mimar Sinan’ın kendisidir. Kitapta bu ikisi arasında geçen şu konuşma hâlâ daha belli bir gizem taşımakla birlikte sorunun bir ölçüde çözüldüğünü düşündürmektedir. Muhterem hayır sahibi Hasan Nazir; en güzel caminin tasar çizimi senin eline Selimiye Camisi nasıl geçti? Kendin de biliyorsun Mimar Hazretleri; bana büyük bir ihtimalle asıllarının kopyası olan iki tasar çizim getirdin; biri, benim gibi küçük bir hayır sahibine yaraşır, küçük kasabaların herhangi birinde görülebilen bütün diğer camiler gibi daha küçük bir caminin tasarımı, diğeri ise bu harikulade caminin tasarımıydı. Tam o sırada Sadrazam seni çağırmış, sen de onun yanına gitmiştin; giderken, küçük camiye ait tasar çizimi almamı söylemiştin; fakat ben, her iki tasar çizimi aldım ve kervanla Hotça’ya yola çıktım. Mirsad Sinanoviç’in Sinan’ın Gizli Eseri adlı kitabının yalnızca bir Sinan kitabı olarak değil, aynı zamanda bir roman olarak da belli bir başarı düzeyine ulaştığını düşünüyorum. YEDİNCİ KİTAP: “ULUSLARARASI MİMAR SİNAN SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ” Bundan önceki kitaplarda da Sinan’la ilgili birtakım nesnel bilgiler yer alıyordu. Ama onlar, sanat yönü ağır basan kitaplardı. Bu yedinci kitapla birlikte bir başka türe geçiyoruz. Bunlarda Sinan’a sanatçıların değil, bilim adamlarının; romancıların, edebiyatçıların değil, mimarların, mimarlık tarihçilerinin yaklaşımları söz konusu. Elimdeki kitap, “Büyük Mimar Sinan’ı ölümünün 400. yıldönümünde anmak üzere, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi tarafından”, Ankara’da 2427 Ekim 1988 tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Mimar Sinan Sempozyumu’na gönderilen bildirileri içeriyor. Kitapta 30’u aşkın bildirinin metinleri yer alıyor. Yalnızca metinler 370 sayfayı doldurmuş. Ayrıca çok sayıda resim de var. Kimi bildiriler konuya daha genel yaklaşırken, kimi bildiriler daha bir ayrıntıya iniyor. Örneğin, “Mimar Sinan YapılarındaİşlevBiçim İlişkisi” başlıklı bir bildirinin yanında, “Mimar Sinan Çağında Türk Kitap Sanatının Ünlü Ustaları” gibi bir başlık taşıyan bir bildiriye de rastlanıyor. Böyle bir yazıda koskoca bir sempozyumu ayrıntılı bir biçimde tanıtmam, hele hele kapsamlı bir biçimde eleştirmem elbette ki olanaksız. Aşağıda, sempozyuma sunulan bildirilerin birkaç tanesinin daha başlığını aktarıyorum: “Edirne Selimiye Camii’ndeki Müezzin Mahfeli Üzerine Düşünceler”, “Süleymaniye Camii İç Avlusunda Zemin Kaplaması”, “Sinan Minarelerinin Mimaride ve Şehircilikteki Yeri”, “Mimar Koca Sinan’ın Sebilleri”. Yabancıların bildirileri arasın da ise gerçekten çok ilginç olanlar var. Örneğin: Belgrad’dan gelen Prof. Dobroslov St. Pavlowitch, “Mimar Sinan Dans La Memoiré Des Yougoslaves” (“Yugoslavlar’ın Belleğinde Mimar Sinan”) başlıklı bir bildiri sunmuş. Yazar bu bildirisinde Mimar Sinan’ın ansiklopedilerde, mimarlıkla ve sanat tarihi ile ilgili çalışmalarda ve romanlarda konu edinildiğini; Yugoslavya’daki kimi yapıların Sinan’a ait olup olmadığı tartışmasının hep gündemde olduğunu belirtiyor; bu sorunun çözümlenmesi için yürütülen araştırmalardan söz ediyor. Son olarak Paolo Cuneo’nun şu bildirisi: “Sinan and Michelangelo. A reappraisal of the Worlds and Works of the Outstanding Masters of Two Architectual Renaissances”. SEKİZİNCİ KİTAP: “KOCA SİNAN” Bu kitap da bir derleme. Yukarıdakinden 20 yıl önce, Mimar Sinan’ın 380. ölüm yıldönümü dolayısıyla yayımlanmış. Derlemeyi “Sinan Komitesi” adına Cengiz Bektaş yapmış. Kitapta yer alan yazıların yazarları ve başlıkları şöyle: İlk yazı Prof. Dr. Afet İnan’ın ve “Sinan’ın Sanatı Üzerine” başlığını taşıyor. İkinci yazı Prof. Doğan Kuban’ın: “Sinan Üzerine”. Aptullah Kuran’ın yazısının başlığı son derece sade: “Sinan”. Vedat Dalokay, “Toplumcu Sinan”ı; Cengiz Bektaş, “Sinan’ın Ortamı”nı yazmış. Eşref Özand ve Neşet Akmandor, Sinan’ın mimarlığından çok mühendisliğini konu edinmişler. Afife Batur, Selçuk Batur ise Sinan’ın yapıtlarını ve bibliyografyasını derlemişler. Sinan literatüründe, bugün artık Afet İnan’ın adı pek anılmıyor. Doğan Kuban’ın yaklaşık 40 yıl önce yazdığı bu Sinan yazısı, bugün yazdığı Sinan yazıları kadar zengin. Vedat Dalokay kitaptaki yazısına, “Büyük usta, bundan 380 sene evvel 103 yaşında İstanbul’da ölmüştü” diye başlıyor; böylece Sinan’ın yaşam süresini birkaç yıl daha uzatıyor. Şu çok şiirsel cümle de Dalokay’ın yazısından alınma: Sinan Selimiye’de, Beethoven gibi insanlığın kurtuluş zaferinin türküsünü söylerken, Mihrimah Sultan Camii’nde, Dostoyevski gibi insan ruhunun en karanlık noktalarına eğilir. Kubbe ve kemerle, ışık ve gölge ile, harçla ve taşla düşünür ve yaratır. Onlar gibi derin ve tükenmezdir. Koca Sinan’da, Koca Sinan’la ilgili pek çok bilgi var. DOKUZUNCU KİTAP: “MİMAR SİNAN ESTETİK BİR ANALİZ” Prof. Dr. Jale Nejdet Erzen, Kasım 1996’da Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı tarafından yayımlanan bu kitabının, “Sinan camilerinin cephe analizleri üzerinde 1981’de tamamlanmış olan doktora tezinin devamı” olduğunu söylüyor. Erzen, daha sonra şöyle sürdürüyor sözünü: Bu kitabın ilk redaksiyonu 1989’da Zeynep Rona’nın İngilizce metinden yaptığı Türkçe tercümesiyle, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi tarafından yayınlanmıştır. Elinizdeki metin ise, orijinalinin revizyonu ve yeni eklemelerle, yeniden Türkçe olarak yazılmıştır. Demek ki yine bilimsel bir Sinan kitabıyla karşı karşıyayız. Yine Jale Erzen’in belirttiği gibi: Bu kitabın amaçlarından biri, zamanın kültürel ve estetik zenginliğini, mimarisinin nesnelleştirdiği şekilde gözler önüne serebilmektir. Kitabın “İçindekiler” bölümündeki başlıklar, yazarın Sinan’a nasıl yaklaştığını açık seçik bir biçimde ortaya koymaktadır. Bunların birkaç tanesini aşağıda aktarıyorum: “Sinan ve Rönesans”, “Strüktürün Birleştirici Öğeleri”, “Yüzeyler” , “Kuzey Duvarları”, “Güney Duvarları”, “Anlam ve İfade”. Uğur Tanyeli ise yazdığı, “Bu Kitap İçin Bir Konum Saptama Denemesi ya da Mitos Kurmaktan, Mitos Çözümlemeye Sinan Historiyografisi” başlıklı önsözde, Erzen’in kitabına daha başka işlevler de yüklüyor. Şöyle ki: Onda gözlemlenen ve Sinan Mimarlığını “Modernist” denebilecek işlevselci ve strüktür merkezli açıklamaların ötesine taşımak isteyen yaklaşım, yeni bir çağın başlamakta olduğunu haber veriyor. Kuşkusuz Erzen bu noktada tek başına değil; ancak historiyografik geleceği hazırlayan azınlıktakiler arasında olduğu söylenebilir. Bu azınlık grubu, kendinden öncekilerin yaptığının aksine yeni bir Sinan Mitosu kurmayacak, onun çevresine örülmüş mitik ağları çözecektir. Elinizdeki kitapsa söz konusu doğrultuda edilmiş bir nihai söz olmaktan çok, uzun sürecek çözümleme sürecine yapılmış erken katkılardan biri olmalıdır. Alınacak daha çok yol var. ONUNCU KİTAP: “SİNAN’IN SANATI VE SELİMİYE” Son olarak Sinan ve Doğan Kuban; Doğan Kuban’ın, Tarih Vakfı Yurt Yayınları tarafından ilk basımı 1997 yılında yapılan Sinan’ın Sanatı ve Selimiye adlı kitabı. Bilindiği gibi Prof. Kuban 50 yılı aşkın meslek yaşamının büyük bir bölümünde Sinan’ın sanatını incelemiştir. Öyle ki, onun bu konuda kendine özgü bir “ekol” oluşturduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Doğan Kuban’ın bu kitabında yer alan düşünceler, savlar, açıklamalar, onun daha başka çalışmalarında da karşımıza çıkar. Kuban, oluşturduğu Sinan kurgusu çerçevesinde, bu ünlü mimarın yapılarında, mekânstrüktür ilişkisinin akılcı bir çözüme kavuşturulduğunu vurgular. Kuban’a göre anıtsal Osmanlı Mimarisi’ndeki, “Ayasofya” sorununun çözümü de buradadır. Bir başka deyişle, Ayasofya’nın kubbesi ve iç mekânı hiç kuşkusuz son derece görkemlidir. Ancak o geç Roma yapısında mekân, kubbe, strüktür ilişkisi tam olarak çözümlenmemiştir. Oysa, Sinan’ın ustalık yapıtı ve Osmanlı Mimarisi’nin başyapıtlarından biri sayılan Selimiye Camii’nin kubbesi Ayasofya’nınkinden biraz daha küçüktür ama onda yukarıdaki üçleme son derece başarılı bir çözüme ulaşmıştır. Doğan Kuban sözünü edegeldiğimiz bu kitabının Giriş bölümüne yazdığı Sinan Sanatı Sorunsalı başlıklı yazısının başında şu saptamayı yapıyor: Osmanlı tarihinin en yüksek çağı kabul edilen 16. yüzyılı Türkler için adeta özümleyen dört ad vardır: Kanuni, İstanbul, Süleymaniye ve bunları görsel bir simgeye dönüştüren Sinan. ? KİTAP SAYI 936 SAYFA 20 CUMHURİYET