22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Selçuk Altun’dan “Senelerce senelerce evveldi” Hakiki edebiyat Selçuk Altun’un yeni romanı “Senelerce Senelerce Evveldi”, bir “kopuşromanı”. Yazarın ilk dört romanından olduğu kadar, edebiyatımızdaki roman tekniklerinden de bir “kopuş”. ? Taner AY “Bir ney taksimiyle irkildiğimde, beş yaşındaydım. Halama dönüp, ‘Bu konuşan Allah Baba değil mi?’demişim.” Bilindiği gibi, kendilerini “sol” cenahta tanımlayan aydınlarımızın büyük çoğunluğu, 27 Mayıs’ı bir darbe olarak değerlendirmemektedir. Onların 27 Mayıs hakkındaki hissiyatını bir zamanlar Doğan Avcıoğlu şöyle dile getirmişti: “…haysiyet kırıcı, miskin ve âciz gidişe karşı zinde kuvvetlerin gösterdiği bir tepki” ( Yön, sayı 42, 3 Ekim 1962, s.3 ). 27 Mayıs vesîlesiyle isimleri 27 Mayıs 1960 ile 12 Eylül 1980 arasının kültürel alanlarında hegomonik bir güç olduğu ve yaptıkları işler de 20 yıl 3 ay 15 gün boyunca “kamusal vicdan” sayıldığı için, bunlar 27 Mayıs’ın bir darbe olduğu gerçeğine karşı hep “politik histerezis” içindedirler. Aynı isimler 12 Mart’ı darbe, hatta bir faşist darbe olarak değerlendirmekte hiç tereddüt etmezler. Oysa, 12 Mart, onların kültürel alanlardaki hegomonik varlıklarına zarar vermediği gibi, özellikle edebiyata bir roman birikimi olarak da yansıyarak, marazi bir kahramanlık ihtiyacı içindeki küçük burjuvazinin (kendilerinin) tedirgin ve mütereddit ruhlarını bile popülerleştirmişti. Tuhaf ama gerçek: Kendisini toplumun topyekun suçluluğu üzerine inşâ eden ve bu özelliği nedeniyle de klasik doktriner faşizmi de aşan bir terör olan 12 Eylül, bu aydınların kültürel alanlardaki hegomonik varlıklarına derhal ve kesin bir biçimde son vermesine rağmen, en büyük desteği onlarda buldu. Kendi hayâlî adalarına (Bodrum,vb.) çekilip politikanın sıfır derecesindeki cılız üslup denemeleriyle veya tamamen susmalarıyla. Bu destek, aklen veya lafzen değildi ama, kalbendi. Bunlardan çok azı, “12 Eylül’de kimse benim içimi yakmadı. Orada da gençler öldü ama onlar biraz yırtıcı geldi bana. 12 Mart’ta olan o mâsumiyet yoktu onlarda” diyebilen Pınar Kür kadar “cesur” olabildi. Oysa hemen hepsi, târihten süpürülmelerinin suçunu, sol içindeki şiddetin başlamasıyla birlikte şuursuzca zaten 57’lilere yüklemişlerdi; sâdece bunu dile getirmiyorlardı. Tıpkı kendilerine alenen bir ferahlamayı yaşatan darbecilere karşı içten içe şükrân duymalarını dile getirmedikleri gibi. 12 Eylül ile târihten süpürülen bu aySAYFA 14 R oman şöyle başlıyor: dınların bakamadıkları gerçek, her darbenin sonucunda o yapıda bir veya birkaç “hiperteli” (bir rahatsızlık oluşturuncaya kadar abartılı gelişim anlamında) durumunun ortaya çıkabileceğiydi. Örneğin, 27 Mayıs’tan sonraki “Türkiye İşçi Partisi”, “Sol Kemalizm”, “Köy Enstitülü Yazarlar”, “Yeşilçam Klişeleri İçinde Toplumsal Gerçekçilik” birer “hiperteli” durumudur. 12 Mart’tan sonraki “Yılmaz Güney Sineması” ve “12 Mart Romancılığı” da öyle. İzleyen darbe, aynı zamanda, bir öncekinin neden olduğu “hiperteli” durumlarının da temizlikçisidir. Ama, zaman zaman, bir “hiperteli” durumunun temizlenemeden sonraki döneme kaçtığı görülebiliyor. 27 Mayıs mehazlı aydınların 12 Mart’a rağmen kültürel alanlarda 20 yıl 3 ay 15 gün boyunca hegomonik güç olmaları gibi. 12 Eylül, Türkiye’yi küreselleşen kapitalist dünyaya angaje etmek kadar, artık “hiperteli” yaşanmaması için de yapılmıştır. Hegomonik isimlerin târihten silinmelerinin yegâne nedeni budur. 12 Eylül öncesinin “büyük” yazarlarının, 12 Eylül’den sonra asla önemli ve değerli bir şey yazamadıklarını anımsayın. Darbenin devşirdiklerinin ise, eski lezzetleri hiç olmayacaktı. YENİ TASARIM Kim ne derse desin, 20 yıl 3 ay 15 gün boyunca kültürel alanlarda birer hegomonik güç olan her ismin, bir meselesi olduğu, Türkçeyi iyi bildiği ve benzerinin bulunmadığı inkâr edilemez. 12 Eylül ise, bunların yerine, bir meselesi olmayan, Türkçe’yi bilmeyen ve çok sayıda benzeri bulunanları ikâme etti. Artık “kültürel” alanlarda isimlerin değil, holdinglerin, holding yayınevlerinin, holding dergilerinin ve holding gazetelerinin hegomonik güç olduğu yeni bir dönem başlamıştı. Bu nedenle, kültür(süzlüğ)ün fotokopileştiği bir dönem oldu 12 Eylül sonrası. Bana göre Selçuk Altun’un önemi ve değeri bu safhada ortaya çıkıyor. Çünkü, her şeyden önce, Hakîkî Edebiyat’ı ve Hakiki Edebiyat yapmak için gereken bilgiyi hegomonik kültür(süzlüğ)ün dışına çıkartarak, onlarla yeni bir tasarım gerçekleştiriyor. Tuğrul Tanyol, Selçuk Altun’un romanlarındaki tasarımın sınıfsal analizini yaptığı için (Cumhuriyet Kitap, 19 Nisan 2005), bu hususa yeniden değinmeyeceğim. Ancak, Selçuk Altun’un bu tasarımda kullandığı unsurlar, romanlarındaki söylemin sınıf yapısından çok daha önemli. Daha önce de belirtmiştim (Varlık, 2006/121191), yazar ilk dört romanı için “parodi”, “pastiş”, “ittisal”, “parçalılık”, “zamanda anarşi”, “olguda anarşi” ve “kurmacada anarşi” unsurlarını [Parodi + Pastiş + İttisal + Parçalılık] ve [Parodi + Zamanda Anarşi + Olguda Anarşi + Kurmacada Anarşi] formülleriyle kullanmıştı. Ancak, ilk dört romanın bu formüllerindeki asıl kurucu unsur, çok sayıda yere gönderme yapan ve köklerini KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 936
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle