Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Süleymaniye Camisi ? indi “Bismillâh” diyerek, temele ilk taşı koydu. Yazar Süleymaniye’yi ziyaretini şöyle anlatır: Nihayet camiye gelmiştim. Besmele çekip içeriye girdim. Ayakkabılarımı bir kenara bıraktım […] Kubbenin tam ortasındaki büyük avize ormanının altına oturdum.[…] Gökkubbeyi bir miğfer gibi ruhuma giydiren Süleymaniye kubbesinin bir […] sütunu hemen el etti yerinden: “Bana bak” dedi. “Ben bir zamanlar Bizans’ın en nadide anıtlarından biriydim. […] Ama buraya girebilmek, yüce tavanı sırtlayabilmek için ayağımdan ve başımdan kesilmeye razı oldum. Yerimden sökülüp getirildim. Halimden de şikayetçi değilim; çünkü her gün binlerce dua kucaklar beni. Her gün milyonlarca tekbir yıkar heyecanlarımı” […] Tam bu sırada, kubbe hafifçe eğildi, kulağıma Hüseyni makamında bir tekbir fısıldadı. Bu anlatımın biraz naif, biraz çocukça olduğu yadsınamaz. Daha sonra sıra Selimiye Camii’ne gelir ve yazar Edirne’ye gidişini, Selimiye’yi ziyaret edişini anlatır. Düzdüğü övgülerin yanlış olduğu elbette ki ileri sürülemez. Ama bunların fazla “klasik” oldukları da yadsınamaz. Yazar bir ara o kadar etkilenir ki, “bir köşeye ilişerek duygularını mısralar halinde hemen orada kâğıda” [geçirir]. Yazdığı şiirin ilk dört dizesi şöyledir: Minareler semaya açılan bir pencere Burada vecdi duyanın bakışı sonsuzadır. Kubbeler sıra sıra, yolculara basamak, Burada insan selinin akışı sonsuzadır. Kendi adıma, bu şiirin, Selimiye’yi başarıyla anlatan vazgeçilmez bir şiir olduğunu düşünmüyorum. Ancak şunu da hemen vurgulayayım; benim bu saptamalarımı Muhsin İlyas Subaşı’nın Taşla Konuşan Deha’sının özellikle yoğun şiirsellikten, aşırı övgülerden rahatsız olmayanlar için başarılı bir kitap sayılmasını engellemez. BEŞİNCİ KİTAP: “SİNANBİR DÜŞSEL YAŞAMÖYKÜSÜ” Bu yazının konusunu oluşturan Sinan kitaplarının beşincisi Abidin Dino’nun. Can Yayınevi tarafından 2007 yılında yayımlandı. İçinde Ara Güler’in çektiği fo toğraflar da var. Kitabın arka kapağında yer alan tanıtım yazısının bir yerinde şöyle deniyor: Sinan, gerçek bir yaşamöyküsü değil, bir ustanın bir ustaya biçtiği düşsel bir yaşamöyküsü. Bunun böyle olduğu kitabın alt başlığından da belli: Bir Düşsel Yaşamöyküsü. Aslında bu özellik yalnızca bu kitaba özgü değil. Çocuklar için yazılmış olan Sinan kitaplarından, Mehmet Coral’ın Işıkla Yazılsın Sonsuza Adım başlıklı Sinan romanına kadar bütün öteki kitaplar da, kendi üsluplarıyla Sinan’ın gerçek yaşamöyküsünü belli oranda düşsel bir yaşamöyküsüne dönüştürüyorlar. Ama bu birinin ötekinden farksız olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersi geçerli. Örneğin Abidin Dino’nun Sinan’ının üslubu ötekilerin üslubundan çok farklı; Dino’nun yapıtının üslubu ve kurgusu daha ilginç, ayrıntıları daha özgün. Dino’nun Sinan anlatımı, öteki Sinan anlatımlarının birçoğu gibi Kayseri’nin Ağırnas Köyü’nden, Sinan’ın o köyde devşirilişinden başlıyor ve onun devşirilen öteki çocuklarla birlikte, Ankara, daha doğrusu Engürü, İznik yoluyla Kayseri’den İstanbul’a yayan olarak getirilişini, uzun uzun anlatıyor. Bu uzun yürüyüş sonunda Sinan’ın ve devşirilen öteki çocukların İstanbul’la karşılaşmaları son derece etkileyici bir biçimde ortaya konuyor: Devşirmelerin nefesi kesilmişti, kıpırdamadan, konuşmadan, düşünmeden bakıyorlardı.[…] Bunca haşmetli bir kent ne görmüşlerdi, ne de görecekleri vardı. Bağdat’ı, Kahire’yi, Atina’yı, Peşte’yi ve daha nice şehri seyredecekler, ama İstanbul’a benzer bir kent görmeyeceklerdi yeryüzünde […] Bilindiği gibi İstanbul demek, biraz da Süleymaniye demektir. Ondan söz etmeyen bir Sinan kitabı düşünmek de zordur. Süleymaniye elbette ki Abidin Dino’nun kitabında da önemli bir yere sahip. Ancak Dino’nun yaklaşımının bir özelliği var. Dino, ötekilerden farklı olarak, İstanbul’un Süleymaniye’siz olduğu zamanları da düşünüyor, düşlüyor ve şu satırları yazıyor: Şehir, Süleymaniye’yi sayıklayıp duruyordu ölesiye. Yerin ve asrın buyruğu. Öyle gelir ki insana, Süleymaniye oldum olası varolagelmiş. Oysa ki, Orta Anadolu potasından gelme köylü çocukları, yerin ve asrın buyruğunu yerine getirinceye dek, o tepede kayda değer bir şey yok. Yani Süleymaniye’nin sıfır noktası. Bence ince ve güzel bir ayrıntı bu. Aşağıdaki satırlar da Dino’nun: İstanbul şehrinin fethi, 1453’te başlamış ve Süleymaniye’nin bittiği güne kadar sürmüştür. Askerî fetihten değil, kültür savaşından bahsediyorum. […] Sinan Kostantiniye’yi İstanbul yaptı.[…] Ehramsız çöl, Parthenon’suz Atina bütünleşmemiş sayılır. İki denizin birleştiği yerde, Süleymaniye’siz İstanbul, eksik bir tümce kadar anlamsız. […] Dino’nun metni güzel bir metin bence ve yine bence Dino’nun anlatımı, güzel bir anlatım. Ne var ki, Sinan’ın uzun yaşamını sonuna kadar izlemiyor. Belgrad, Rodos seferlerinden, o seferlerden dönüşünden söz ettikten sonra, Dillere destan öyle bir sefer dönüşü oldu ki tevatür sözcükleriyle birdenbire, ansızın bitiveriyor. 936 ? SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI