Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Halim Yazıcı’dan “Deliceler Aşkına”… Deliceler içinde bir delice İzmirli şair Halim Yazıcı, 2005’te yayımlanan Âşıkhava Sineması adlı kitabının ardından, Deliceler Aşkına ile okur karşısında bu kez. ? Atila ER Ç ok sevdiğim bir Grek atasözü vardır: “Taşı delen suyun gücü değil, zerreciklerin devamlılığıdır” der. Bu atasözünü neden anımsattım? Şunun için: Geçenlerde, küresel ısınmanın getirdiği iklim değişiminin beyinlerimize mıh gibi çakılan sıcak hava dalgalarına aldırmadan, Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde adımlarımı gezintiye çıkarmışken, Halim Yazıcı’ya uğradım. Her zamanki konukseverliğiyle kapıda karşıladı beni. Kısa bir hoş beşten sonra “Çıktı!” dedi. O kadar çok sevindim ki anlatamam. Ne güzel, bir şaire talih oyunlarından para çıkmış. Olacak şey değil ama… “Eeee”, dedim. “Kaç para çıktı?” “Milli Piyango’dan mı, Sayısaldan mı?” Yüzüme küfür eder gibi baktı. Öylece baktı. O bakıyor, ben bakıyorum. Bakışlarımızın körfeze doğru savrulduğu bir an, biraz öne doğru eğilerek, “Ulan sen benimle kafa mı buluyorsun? Ne parası, ne piyangosu, ne sayısalı; yalnızca yeni kitabım çıktı!” der demez okkalı bir kahkaha attığımı anımsıyorum. Neyse! Halim Yazıcı’nın bir önceki şiir kitabını incelerken, iki sözcüğün sık kullanıldığını ve birbirine hem zıt, hem de çok yakın durduklarını görmüştüm: “Taş ve su”. Bu bir tesadüf değildi elbette. O, Bergamalı bir şair. Yüzlerce yıllık Allianoi antik kentinin Yortanlı barajı nedeniyle sular altında kalacak olması, bir yazın eri olarak onu çok rahatsız ediyordu. O nedenle de “Âşıkhava Sineması” adlı bir önceki kitabında bu iki sözcüğün anlamsal dansını çok iyi yansıtmıştı. Bu anlamsal dans aynı zamanda bir ileti niteliğindeydi. Bir aydın sorumluluğuyla kültürel değerlerimize sahip çıkma duygusuydu. Kaldı ki üstüne üstlük bir de o toprakların çocuğu. Ben “taş ve su” sözcüklerinin o kitapta kaldığını düşünürken, bir de baktım ki… Şu günlerde yeni bir kitabının çıkacağını biliyordum. O “çıktı!” sözcüğünden sonra yüzünde güllerin açtığını hissettim. Henüz kendine ulaşmadığını ve Yakın Kitabevi’ne geldiğini söyledi. Hemencecik yanından ayrıldım ve koşa koşa gidip kitabı satın aldım ve geri döndüm. Buhur kokusu henüz üstünde olan kitabını ilk bana imzalamasını istedim. Kitabını imzalarken şunları yazdı: “Sevgili şair dostum Atila Er’e, ilk imzalı ‘Deliceler Aşkına’yı paylaşmanın sevinciyle” “İşte bu!” dedim kendi kendime. Mutlu oldum. Mutluluğumu körfezde uçuşan onlarca martıyla paylaştım. İzmir şairane bir bakışla bizleri izliyordu. O bakışların ağırlığı altında ezildiğimi hissettim bir an. Sonra rahatladım ve Halim’in yanından ayrıldım. Bir de baktım ki “Sakin Suyun Ateş Hali” adlı şiirinde –tabii ki Deliceler Aşkına şiir kitabından söz ediyorumşu dizelerle aynı dansa tanık oldum: “zaman yoktu. su zaten/yok ki/taş büyüdü/çocuklar saten” (s. 50) Dans sürüyordu. Halim Yazıcı yukarıda da sözünü ettiğim gibi bir Ege çocuğu: Uslanmaz, biraz da asi. “Deliceler Aşkına” derken, aşk acısından daha delirmemiş, ancak delirmek üzere olan bir şairin iç çalkantılarını dillendiriyor diye düşünüyordum. Beni yanılttı. Aslında o, meyve vermeyen ağaçların acısından yola çıkarak aşkı marazadan kurtarmaya çalışıyormuş. Genel “delicelerin” gölgesinde zeytin delicesinin ıstırabını şiirselleştiriyormuş. Ne zamana kadar peki? Deliceler aşılanıp, aşıları tutuncaya kadar. Yani? Yanisi şu: Artık meyve zamanıdır. Onun için kitabının başlangıcına şu dizeleri düşmüş şair: “zeytinyağı koysam bir kırık tabağa bansam aşklarımı kekiklere dağlara” (s. 7) Bir önsöz gibi, ne kadar da güzel, öyle değil mi? İRONİK GÖNDERMELER Halim Yazıcı daha ilk şiiriyle sokaklardan, kedilerden, güvercinlerden, çöp tenekelerinden, saat kulesinden; kısacası yaşadığı kentten özür diliyor adeta. Yaşanılır bir dünya için verdiği mücadelede yalnızlaşmasının ardından hayıflanmayı getiriyor. İronik göndermeler var geçmişin dehlizlerine; belki de bir özlem. Kendisiyle bir yüzleşme de denilebilir buna. Öyle olmasa şu dizelere sığınır mıydı şair: “74’de sinemalar daha beyaz ölüm yakın, dergiler bayrak ellerimiz mahir, sıcak” (s. 10) der miydi? Sözcüklerle oynamayı, onları “ti”ye almayı seviyor Yazıcı. Yaşamın bütününü kucaklıyor bu “ti”ler. Çünkü önce kendinden başlıyor işe. Elbette bu tavır, kendisiyle barışık bir insanın ortaya koyabileceği tavırlar. Bir anlamda alçakgönüllülük. Dolayısıyla bu duygusal armoni içerisinde toplumsal bir çıkış yolu arıyor hayatın gelgitlerinde. “Yangından Önce İlk Yakılacak” şiiri buna en güzel örnek diye düşünüyoKİTAP SAYI ? SAYFA 10 CUMHURİYET 936