03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O K U R L A R A Samih Rifat'ı 4 Ağustos 2007'de yitirdik. Önemli çevirmenlerimizden biriydi. Olağanüstü 'Ada' kitabının yazarıydı. Bir Marmara Adası hayranı olarak tüm gazetecilik ve okurluk yaşamımda kıskandığım tek yapıtın bu olduğunu yakın çevremde hep dile getirmişimdir. Sevgili Birsen Ferahlı da iki ay kadar önce bu kitabı yeniden gündeme getiren nefis bir yazı kaleme almış ve dergimizde yayımlamıştık. Samih Rifıt'ın Türk yayıncılık yaşamına, kültür ve sanatına katkıları hiç bir zaman unutulmayacak. Yakın dostu, çalışma arkadaşı Enis Batur onu en yakından tanıyanların başında geliyor. Her zaman olduğu gibi olağanüstü bir portre çiziyor yazısında. "Ertan Mısırlı'nın şiirlerinde göze çarpan o incelikle yazılmış kelimeler belli ki sokaklardan, meydanlardan, hayattan, itina ile evlere, sanki şiirin çalışma odasına taşınmış ve kelimeler, dizeler masada kontrol altında tutularak beklemeye ve damıtılmaya bırakılmıştır. Şair Ertan Mısırlı kendi dilinin tadını çıkarmakla meşgulken yeni arayışlara geçmenin henüz erken olduğunu düşünür." Ertan Mısırlı'nın 'Cinnet Yazı'nı Engin Turgut değerlendirdi. Ali Teoman genç kuşak yazarlarımızdan. Tekrar basımı yapılan "Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı" isimli öykü kitabıyla 1991 Haldun Taner Öykü Ödülü’ne layık görülmüştü. Kitap, çarpıcı üslubu kadar olay örgüleriyle de okurun ilgisini çekeceğe benziyor. Ali Teoman'la "Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı"nı konuştuk. Bol kitaplı günler. Enis BATUR Pervasız Pertavsız Samih Rifat için HAZIR OLUNAMAYACAK YAZI HAKKINDA (Bu bölümü dileyen okur atlayabilir) ocukluk yıllarımı damgalamış en sert, şiddetli sahneler bütünü, yeni taşındığımız bir evdeki ilk gecemizde, banyoda meydana gelen, havagazı sızıntısı kaynaklı gerçekten büyük bir patlamanın sonucunda, o sırada banyoda tek başına kokunun çıkış noktasını arama çabasındaki babamın, kelimenin düz anlamıyla yanmasından doğmuştur. Kılpayı ölümden döndüydü. Patlamadan yarım saat sonra gördüğüm, ambulansa taşımak için sedyede, önümden acı içinde kıvranarak geçen, elleri ve yüzü neredeyse erimiş, o an kim olduğunu çıkaramadığım biri, belki de bir şeydi. Yıllar sonra, sordum bir keresinde: İnsanın çoktan ölmeye razı olduğu bir acı çekme eşiği oluşuyormuş, birinci derece yanıklarda. Şimdi, Nesrin ve Elif'in durumu bu olmalı, yedinci günün sonunda. İnfilak noktasına en yakın yerdeydi onlar üç yüz yirmi dört gündür. 4 Ağustos 2007 gününün dördüncü saatini beşinci saatine bağlayan anlardan birinde, yaklaşık yirmi dört saat önce, uzun bir hastalığın tedavi sürecinin sonunda baş gösteren ani ve hızlı bir kanamanın bilincini kapattığı Samih Rifat tam burada bir fiil gerekiyor, boş yere tarıyorum kafamdaki iri sözlüğün sayfalarını, hiçbirini seçemiyorum. Biz, Fatma Tülin ve ben, daha arkadaydık. İkinci derece yanıklarımız, birinci derece yanıkların yanında nedir ki: Onların nefes alamadıklarını görüyor, inanabilme evresinin henüz hayli uzağında, bir tür boşlukta, bomboşlukta yüzdüklerini anlıyor, hiçbir merhem bulamıyoruz. Daha kendi acımızla baş etmekten aciz, şimdiki zamanın dehşetinden geçmişin durmadan tuz bassalar bile tazelenmek isteyen parçalarıyla firar etme çabası içindeyiz. Onca yılın içine hem toplanmış, hem dağılmış sayısı kestirilemez an, anı, anekdot herhangi bir kural manzumesine ayak uydurma tasası çekmeden üzerimize geliyor. Böylesine uzun ve koyu bir ilişkinin ardından, elinizde, yitirdiğiniz insana bağlanmayacak hiçbir ip kalmadığını ancak bu durum başınıza geldiğinde öğrenebiliyorsunuz şu an, Samih'e çıkmayan hiç Ç TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] bir sokak gelmiyor aklımıza, bir tanesini bulabilsek duraksamadan sapacak, kısa bir süreliğine de olsa dinleneceğiz: Yok bir tek görüntü, bir tek nesne ya da araç şimdilik, bir zaman daha geçmeli oyalanmak için, ama o düşünce de isyan duygusu yaratıyor hemen: Bu hayata unutmak, hep firar etmek için mi devam edeceğiz izanlılığıyla övünen insanoğlu, avunma güdüsünün bir tür soysuzluğa dayandığını görmek istemiyor. “Ölenle ölünmez”: Fatma Tülin'le, balkonda, gece yarısını geçe çiğ yanımız üzerinde konuşuyor, Greenaway'in “At the Zoo”suyla “Carrington” arası, diklenenleri ayırıyor, ölenle koskoca bir parçamızın öldüğünü düşünüyoruz. 4 Ağustos sabahı, bir gazeteden, sonra bir başkasından aradılar, başsağlığı dilediler, sayfa düzenleyeceklerdi, sözlü ya da yazılı bir şeyler dile getirmem mümkün müydü, bir yankı gibi dolaştı kafamda dilegetirmemmümkünmü heceleri, aklımdan “Sizin gazeteniz kaç sayfa?” sorusu geçti. Oysa biliyordum görevlerini yaptıklarını, dahası ilk akla gelecek kişi olduğumu, hiçbir suçları yoktu ama beni aramamaları gerekirdi. Ertesi gün, sonraki günler görüşler, yazılar yer aldı basında; bağışlanamaz ıskalamalar, dar çerçeveli değerlendirmeler, olabildiğince yerli yerine koymalar üzerin de duruldu etrafımızda; öfkeli yorumlar geliyordu kiminden, geçiştirme ya da rol kapma tanılarını duyuyorduk benden çıkıp, en doğrusu varmış gibi en doğrusunu en doğru biçimde yapacağımı beklediklerini apaçık ifade edenlerin Samih konusundaki duyarlılıkları nedeniyle bunu yapmaya bir hakları vardı belki, ama mecalim yoktu kesinkes, bunun bir göreve indirgenmesine de içerliyordum öte yandan, belirsiz bir zaman geçince aradan, hazır hissedebilirdim kendimi. Sessiz kalışımdan olmadık anlamlar çıkarılmasına aldırmazdım açıkçası; sıcağı sıcağına söyleyeceğini söylemek üzülenlerin, çok üzülenlerin sorunuydu bizimkisi başkaydı. Yedinci geceydi, geç saat Fatma Tülin'e, birkaç iyi yazı daha çıktığını bildirdim basında; Doğan ve Celal yazmışlardı o gün. “Sen de yazacaksın, değil mi?” Başkalarından apaçık geldiğinde irkiltebilecek bu soru, onun kafasında başka bir anlam çatısı taşıyordu, biliyordum: Samih'in, yalnızca bizim gözümüzdeki anlamıyla sınırlı olmayan, “nesnel kıymet”ine yaraşır kertede ne kadar yazılırsa yazılsın selamlanamayacağına ilişkin bir kaygıdan kaynaklanıyordu. Hayır, onu en iyi ben değerlendirebilirim diyecek ölçüde aymaz saymıyorum kendimi; tam tersine, içeriden bakmanın götürüleri olabileceğini kestirebiliyor, nesnel kıymete öznel bir odaktan, çünkü çok yakından eğilmenin yaratabileceği kimi açmazların varlığını fark ediyorum. Buna, şu aşamada, her şeyin sıcak ve diri gerçekliğini koruduğu bir anda yazmaya girişmekle baş gösteren bir sorun daha ekleniyor: Yazacağım metne yazarlık kaygılarıyla yönelmekte incitici bir yan var; buna karşılık, olabildiğince saf, arınmış bir ses çıkarmayı tasarlamanın yapaylığı ile neredeyse özensiz, çekilen acının karşılığını simgelemeyecek ölçüde savruk bir yazı, dostluğa, dostun özelliklerine yakışır mı sorusu öteki kutupta bekliyor. Bir sesim estetiğin, etiğin dayatmalarına sövüp sayıyor içimde, ötekisi bastırıyor: Hakkını veremeyeceğin belli de, verebileceğin kadarına erişmeyi dene Samih başka türlüsünü pek sevmezdi. Yazmaya oturmayı biraz da bütün bu sallantıları göz önünde tutarak kendime kabul ettirdim. Hazır değilim ya buna, bir gün hazır olmaktan korktuğumu da gör ? İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk? Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız ? Yayın Yönetmeni: Turhan Günay ? Sorumlu Müdür: Güray Öz ? Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı ? Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. ?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişliİstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 ? Baskı: İhlas Gazetecilik A.Ş. 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna İstanbul Tel:0 (212 454 30 00 ? Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden / Reklam Müdürü: Eylem Çevik? Tel: 0 (212) 251 98 74 75 0 (212) 343 72 74 ?Yerel süreli yayın ? Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 914 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle