03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cemil Kavukçu’nun öyküleriyle roman evrenlerinin enikonu örtüştüğü söylenebilir. Hatta bunlar, birbirinin değişkesi bağlamında da gelebilir karşımıza. Öykülerdeki, romanlardaki nesnelerle öğeler, sırayla sökün ederler bu nedenle. Yeni, ayrıksı nesneler, öğeler aramanın gereği yoktur artık Cemil Kavukçu evreninde. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Roman Zamanı G ünümüz Türk öykücülüğü içinde, yaklaşımı, biçemiyle kendine özgülük taşıdığını, denizin yazınsal dönüştürümünde önemli rol üstlendiğini düşündüğüm bir yazar Cemil Kavukçu… Bugüne dek verimlenmiş on kadar öykü kitabının yanında üç de romana sahip, hepsi Can’dan çıkan: Dönüş (1998), Suda Bulanık Oyunlar (2004), Gamba (2005). Dönüş için yıllar önce yazmıştım Adam Sanat’ta. Şu satırlarla söz etmiştim yapıttan: “Vedat’ın, kasımnisan arasında kasabada geçirdiği altı aya yayılan bir gün dökümü ya da anı demeti olarak alınabilir Dönüş. /İstanbul’daki devrimci öğrenciliği ile kasabadaki çocukluğu, yeniyetmeliği arasında gidip gelir sürekli Vedat… /Taşralılıkla devrimcilik, bir noktada kesişip çakışır Kavukçu’ya göre. ‘Var olana karşı çıkma’ duruşu da denebilir buna. Bu, Vedat’ın şifresidir bir bakıma.” (Ağustos 2003) “…Tehlikeli yolculuklar düşlüyorum hep. Pedal çevireceğim ve uzaklaşacağım; kendimden, senden, düşlerden, korkulardan. Pedal çevireceğim, yorulacağım, yoruldukça arınacağım. Düşün yakamdan düşlerim.” (60) Bisiklet, Cemil Kavukçu anlatılarında büyük önem taşıyor. Uzak Noktalara Doğru’da (1995) “Ormanın İçlerine Doğru” adlı öyküdeki “vitesten atma”, daha ilk romanda yeniden çıkıyor karşımıza. “Patika” öyküleriyle romanlar arasındaki çağrışımlar, anıştırmalar da dikkat çekici. Köy yolları, köyler, kahveler, tuhaf kazalar, haydutluklar, oturulan cam kenarları, dereler, balık tutmalar, birahane, içki, sigara, palto, daha pek çok şey, öykülerden romanlara taşınan anlatı nesneleri. Öykücülüğümüzdeki Kavukçu kadar, romanımızdaki Kavukçu’nun da sevgiyle karşılanması gerektiğine değindiğim yazıda, “ileride yayımlayabileceği olası romanların önünü açmak”tan söz etmiştim onun. Kavukçu, andığım yazının mürekkebi kurumadan Suda Bulanık Oyunlar’ı, derken Gamba’yı yayımlayıp roman verimlemenin peşini bırakmayacağını gösterdi bize. “SUDA BULANIK OYUNLAR”DAN “GAMBA”YA... Dönüş’te olduğu gibi Suda Bulanık Oyunlar’la Gamba’da da sıkışıp kalmış insanlarla karşılaşıyoruz yine. Suda Bulanık Oyunlar’da devrimci duruşunda kararlı, ama cinselliğini ortaya koyamamanın cenderesi altında bunalan eksikli kişiler olarak Tarık’la çevresi çıkıyor karşımıza: Yaşar, Erhan, Nazan, Seher, Nuri, Hamit, Fahrettin, Faruk ötekiler… “Mutsuz ve geleceksiz öğrencilerin kaynaştığı” bir kentte fakülte, ev arkadaşlığı, devrimci omuzdaşlık… Aşk, ergen cinselliği, bütün bunları bir yandan öte yana kuşatıp baskı altına almaya çalışan siyasal kastlar. “Ölüm tarihleri yazılmayan çok genç ölüler var”dır (53) ortalıkta. “Bir korku çök(er) Tarık’ın içine. Az sonra kapıları kırılıp içeri doluşacaklar ve üzerlerine mermi yağdıracaklarmış gibi ürper(ir)…” (78,79) “Evin içinde (bile) üç yabancı gibi yaş(ıyorlardır)” (113) zaten. Kent kültürüyle kentliliğin gelişemediği bir ülkedir Türkiye. Kentler kasabalaşırken kasabalar daha bir geriye Öyküyle romanın dolambacında... kaymıştır. Toplumca sancılar içinde kıvranırız. Tarık, düşsel konuşmasında şöyle söyleyecektir annesine: “Yıllar sonra doğabilirdim, yıllar önce de. Ama neyin garantisi var ki anne. Gençlikleri, savaşlarla talan edilmiş, benim kadar bile yaşayamamış olanlar var. (…) Çöküşün çocuklarıyız biz; ölüyor, öldürüyor, işkencelerden geçiyor, tutukevlerinde çürüyor ve deliriyoruz anne. Bizden önce olduğu ve bizden sonra olacağı gibi.” (91) Sağ cenahta roman yazmaya soyunanlar, Cemil Kavukçu’nun dürüstlüğü, cesaretiyle eğilebiliyor mu kendilerinin heder ettiği genç kuşaklara? Gamba’daki kahramanlar üniversite yaşamını geride bırakmış, çalıştıkları devlet kurumunun dar dünyasında kısırdöngü içinde yaşamlarını sürdüren jeofizik mühendisleridir. Cevat, Asım Eray, Turgay, Ulvi, Şebnem, ötekiler… Yine yok edilmiş, yok oluşuna göz yumulmuş bir yaşamdır söz konusu edilen. Herkes mutsuzluk dişlileri arasından dokunur ancak birbirine. Varoluşunu gerçekleştirememek, tek ortak paydaşlıktır sanki. “Gamba”, Asım Eray’ın korkularının somutlaşmış ifadesi yaratıktır zaten. Karısı Nezahat’la birlikte, “birbiri(ni) tüketmek için bir araya gelmiş iki insan gibi”dirler. (22) Kasaba yaşamı, kasabalılık silinmeye yüz tutmuştur Gamba’da. Cevat’ın, romana öykü halinde ilmeklenen kasaba yaşantısı, sonradan bisiklet gezisine aldığı çocukluk arkadaşı Nurbay’ın anıları, kasabalılığın görünen yüzüdür. Nurbay’la Asım Eray, bisiklet gezisi sırasında şöyle konuşurlar: “Sözde bir şeylerden kaçıyoruz ama onlar da bizimle birlikte geliyor. Gelsinler…, onları yorarsak daha iyi tepeleriz.” “Yalnızlığın yıkamayacağı insan yoktur.” “Biz hâlâ gitmiyoruz ki, gitmek çok başka bir şey.” (28,29,31) Bu nedenle “bir yere varmak değil, yalnızca gitmek istiyor(dur)” (36) dört kahraman. Turgay bile “nasıl kuşatıldığını anlamıştır” artık. (103) Bisiklet, Gamba’da özgürlüğün kazanılmasını sağlayacak temel öğe olarak tüm romana yayılmıştır. Kendilerinden kaçmaya ya da bunun tam tersi kendilerini bulmaya çalışan dört kişilik grubun bisikletle çıktığı upuzun Akdeniz gezisi. Hazırlığı bile “gitmek kadar keyifli”dir (17) bu yolculuğun. Bu çerçevede heder edilmiş bir gençliğin romancısı, anlatıcısı gözüyle bakılabilir Kavukçu’ya. Bireyin bungunluğunu, çözümsüzlüğünü, bir türlü bundan yakasını kurtaramayışını incelikle, duyarlıkla yansıtır yapıtlarında o. “ROMAN”DAKİ “ÖYKÜ” Kavukçu’nun öyküleriyle roman evrenlerinin enikonu örtüştüğü söylenebilir. Hatta bunlar, birbirinin değişkesi bağlamında da gelebilir karşımıza. Öykülerdeki, romanlardaki nesnelerle öğeler, sırayla sökün ederler bu nedenle. Yeni, ayrıksı nesneler, öğeler aramanın gereği yoktur artık Cemil Kavukçu evreninde. Sözgelimi Dönüş’te örneklenen öğelerin tümünün ya da bir bölümünün sonraki iki romanında karşımıza çıktığı, çıkmadıysa da bir başka roman evreninde önümüze geleceği söylenebilir pekâlâ. Bu listeye eklenebilecek daha pek çok öğe var elbette; nitekim hayvanlar, bitkiler, pek çok nesne hem de kişileştirilmiş halde çıkarlar karşımıza. Ancak romanda öykülere oranla daha dar bir evrene yaslanıldığı açık. Roman evrenlerinin üç ana odak üzerinde bütünlendiği söylenebilir: 1. Kasaba, kasabalılar, 2. Üniversite, üniversite kenti, 3. İşlenilmiş kurumlar, kuruluşlar, buralarda yapılan “memurluklar”. Oysa öyküler, çok daha geniş bir evren yelpazesiyle geliyor önümüze. Böylesi kuşatma, romancılığının, öykücülüğünün kıskacına almasına yol açıyor bir bakıma yazarın. Yani romanlar, dikey nitelikte derinleşen, bükümlü, zengin bir evrene yaslanışını, eklemlenen öykülerle sağlıyor sanki. Örnekse öğle biraları için gidilen Atatürk Orman Çiftliği bile öykülerdeki Kavaklaraltının ya da Kavaklığın bir değişkesi olarak alınabilir. Nitekim tıpkı oradaki gibi “kimliklerini sıfırladıkları” anlaşılır kahramanların. (Gamba, 119) Kasaba gerçekliği de, bunun göstereni bağlamında çok daha önceden, üstelik iyiden iyiye tanıdığımız, bir türlü “kendi Afrika’sına gidememiş” olan “kasabanın hayaleti” (183) İlhan aracılığıyla yayılır romanda. Bisikletle başını alıp gitmeler de buna örnek gösterilebilir. Bunca anlatı öğesi içinde, belki de tek yenilik Asım Eray’ın çocuğunun olmayışı, bu anlamda dışa yansıtılmayan iç fırtınadır: “Nezahat… bir çocuğumuz olsa, hiç olmazsa onunla avunurdum deyip duruyor.” (224) İş, Cemil Kavukçu’nun bu kıskaçta nasıl tutum takındığı, romanlarını öykünün geçeneklerinden nasıl aşırdığı, çelici, caydırıcı onca etmene aldırmadan romanın kapısından usulca nasıl içeri aldığı onları… KAVUKÇU ROMANCILIĞI ÜZERİNE NOTLAR Cemil Kavukçu’nun anlattıklarını kahkaha atarak okumak olanaklı. Ne ki buna hıçkırık da eşlik edebilir bir anda. Gerçekten o, alaysamayı sahici bir derinlikle önümüze getiriyor. Kimi aykırı gerçekçi yazarların, yer yer gülmeceyle örtüştüğü gözlenen metinlerinden ayırıyor anlatısını. Kavukçu, usta bir anlatı yazarı. Böyle olduğu için de hikâye ederek yapılandırmaya girişmiyor anlatısını. Usta anlatıcı oluşu, başka yollarla bunu yapmasının önünü açıyor ona. Gizli tutarak, söyleyivermek yerine ipuçları döşeyerek, belirli izleri, imleri, simgeleri anlatıya yayıp sonra da tek tek derleyerek… Okuru da böyle yapmaya kışkırtıp kendi birikimini, alımlama gücünü, kurgulama yetisini bu yönde eyleme geçirterek… Ne bileyim köy yollarına, bahtsız köpeklere, patikalara düşkünlüğünü vb. inatla sürdürerek. Temelde bir varoluş sorunsalı, romanların anadamarında önemli işlev taşıyor. Yazar bunları, tüm romanlarında dizgeli biçimde ele alırken cinselliği de doyuma ulaşma eylemi olarak değil daha çok oyun, hesaplaşma, savaş eylemi bağlamında işliyor. Denebilir ki cinsellikle varoluş birbirini tamamlayan iki sorunsal. Sonuçta ise “kendi cehenneminde yok ol(anlar)”ın (Gamba, 72) romanını yazıyor Kavukçu. Gerçekten Dönüş, Suda Bulanık Oyunlar, Gamba bir yandan varoluş sorunsalının odaklandığı romanlar olarak geliyor önümüze, öte yandan her birinde ayrı duruşlarla sergilenen “kaçış provaları” (Gamba, 187) olarak… Ama memurluğun çemberinden çıkmıyor Kavukçu’nun roman kahramanları hiçbir zaman, bu nedenle de kurtuluş olanaksız onlar için. Suda Bulanık Oyunlar’daki Tarık’ın iç söyleşimlerinin, Dönüş’te Vedat’ın kendini sorgulayışına oranla daha gelişmiş, olgunlaşmış düzey yansıttığı söylenebilir. Aynı şekilde Gamba’da Asım Eray, Cevat ikilisinin kendilerine dönüşü için de düşünülebilir bu. Cemil Kavukçu, bu ilişkileri yazıyor romanlarında. Bunları okurun neşterlemesi için çabalıyor. Romanlarının bir önemli yanının yapılandırıştaki yalınlıkta yattığı söylenebilir. Gerek kurgu gerekse anlatım bağlamında yazarın yan anlamlarla örülü, art alan zenginliğini ele veren eksiltili anlatımı, işlevsel ayrıntıları yerleştirmede, okura duyduğu güvende yansıttığı kararlılık, romanları, yazınsal bağlamda daha değerli kılıyor yanılmıyorsam. Ortaya çıkan bütün bu olumlu yanlara karşın romanların yine de bir öykü kuşatması altında olduğu açık ama. Bu çerçevede kahramanlar, yaşamlarına yayılmış küçük öykülerle işlenirken romanlar enikonu yükseklik yitiriyor, bunlardan arındırıldığında ya da kahramanlara öykülerle yaklaşmak yerine öteki kahramanların bakışıyla, veya kişilerin doğrudan yaşantıları, tanıklıkları, duygu, düşünce yoğunluklarıyla anlatı sıkılaştırıldığında ise yükselip güç kazanıyor. Bu romanlarda başarı, kahramanların yapılandırılışında çıkıyor ortaya bana kalırsa. Romana eklemlenmiş öyküler aracılığıyla ayrıntılanıyor görünse de gerçektenlik duygusu yüksek, derinlikli kahramanlar bunlar. Bu nedenle roman evrenlerinden çok kahramanlarının peşine takılarak okuyoruz onun romanlarını. Hep okuyacağız da… ? SAYFA 23 CUMHURİYET KİTAP SAYI 914
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle