Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Jean Paul Sartre'ın 'Toplu Oyunları' yayımlandı 21.Yüzyılda Sartre okumak... Sartre 'Toplu Oyunlar'da insanlığın evrensel ve baş belası sorunlarıyla cebelleşirken, bir yandan da tam da varoluşçuluğuna yakışır şekilde bütün insani ve hayvani duygularıyla “insanı” anlamaya ya da anlatmaya çalışıyor. nın ezikliğiyle geçiren, ölüm tanrısına boyun eğmiş ve pişmanlık sineklerinin rahat bırakmadığı bir halktır… o halkı Sartre'ın belirttiği gibi, Alman işgali altındaki Fransız halkı olarak da okumak mümkün; ölüm tanrısı Hitler olabilir mi acaba?… Orestes, tanrıya ve kendine rağmen özgürleşebilecek, daha da önemlisi halkını özgürleştirebilecek midir?.. Sineklerin ve ölümün tanrısı, kendisinden itaat ve pişmanlık bekleyen Jupiter'e “Beni özgür yaratmamalıydın, …kendi yasamdan başka yasa tanımamaya mahkumum, sana gelen binlerce yol var, ama yalnızca kendi yolumdan gidebilirim ben. Çünkü her insan kendi yolunu bulmalı…” sözleriyle meydan okumasına olanak tanıyan güç Sartre'ın hep altını çizdiği herkesin kendi varoluşundan alması gereken güçtür… Edebiyatla felsefeyi ustalıkla harmanlayan Sartre'ın her yapıtında “insanın özgürleşmesi” sorununa açılan bir kapı bulmak mümkün… Keza Toplu Oyunlar'da da insanlığın evrensel ve baş belası sorunlarıyla cebelleşirken, bir yandan da tam da varoluşçuluğuna yakışır şekilde bütün insani ve hayvani duygularıyla “insanı” anlamaya çalışıyor. Daha doğrusu anlatmaya… Yedi yüz küsur sayfalık kitapta Gizli Oturum, Mezarsız Ölüler, Sinekler, Kirli Eller, Şeytan ve Yüce Tanrı, Saygılı Yosma isimleriyle altı oyun, olanca sarsıcılığıyla bizi, aynı zamanda hem iyi hem kötü hem masum hem suçlu olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmeye davet ediyor… Başımıza ne gelirse zaten kendimizle cesaretle yüzleşemediğimizden geliyor ya, Sartre özellikle Gizli Oturum'da oldukça etkileyici bir atmosferde anlatıyor bunu. Cehennemde bir oda. Bir gazeteci, bir posta memuru ve evlilik dışı doğan bebeğini öldürmüş bir kadın. Neden orada olduklarını, hayatlarını sorgular ve cezalandırılmayı beklerken dehşetle fark ederler, aslında cehennemin herkesin kendi vicdanı olduğunu, ve gazeteci aşağıda alıntıladığım müthiş cümleyi kurar: “Demek cehennem bu. Buna asla inanmazdım. Hatırlarsınız: Kükürt, odun yığını, ızgara…Ah! Ne gülünç. Izgaraya gerek yok ki: Cehennem Başkalarıdır…” Her oyunda yazar çeşitli düşünme duraklarında bekletiyor okuru; adeta o konu üzerine kafa yormaya, çözüm bulmaya, çözüm olmaya çağırıyor… ve Sartre sanki demek istiyor ki, hangi ülkede, hangi çağda olursa olsun; işte size bütün acizliğiyle ve imkânlarıyla, insan! MEZARSIZ ÖLÜLER; İŞTE ACİZ İNSAN? İşbirlikçi milislerin işkence yaptığı altı devrimcinin, gördükleri fiziksel ve ruhsal işkenceye direnişlerini anlatan acizliği... Sartre'ın işkence gören ve işkence yapan insan üzerinden tartıştırdığı, direnişçilerin ölümü göze almalarında gördüğümüz onurlu insandır… daha iyi bir yaşam için, daha güzel yarınlar için, doğru gördüğünü söylemekten korkmayan, bilimin ve sanatın ışığında özgür insanın “var olabilmesi” için kendini “yok etmeyi” göze alan... İnsan isyan etmeden duramıyor; keşke işkence Sartre'ın kitabından okuduğumuz, bir daha hiç yaşamamacasına bilinçaltımızın derinliklerine gömdüğümüz kötü bir anı olarak kalsaydı... DÜRÜST “FAHİŞE” Tıpkı kitaptaki bir başka oyunda, Saygılı Yosma'da karşımıza çıkan ırkçılık gibi… Geçtiğimiz yıllarda Şehir Tiyatroları'nın da sahnelediği oyun; 40'ların Amerika'sında, nüfuzlu bir beyazın tacizine uğrayan, “fahişe” Lizzie'yi anlatır. Bir beyazın bir zenciyi (!) öldürmesinin ardından gelişen olaylar, Lizzie'nin alacağı tavırla çözülecektir… Oyunun kahramanının bir fahişe olması düşünmek isteyen için düşündürücü değil mi…. Sartre, kahramanı Lizzie'ye ordaki “namuslu” insanların kendisinden beklediğinin tersine, yalan söyletmez. Lizzie portresi gerçekten güzel çizilmiş, yazar adaletsizliği ve acımazlığı alabildiğine yaşayan bir kadını, dünyanın bütün kirliliğine rağmen tertemiz bir saflıkla örmüş… ki o bir “fahişe”… Yakınlarda yayınlanan bir biyografide dendiği gibi; “Sartre yaşamın karmaşık devinimini yansıtır. Gerek edimlerinde gerek düşünce ve duygularında çifte değerlilik egemendir. Tüm yaşamında kaybeden kazanıyor oynamıştır. Her şeyi yitirip her şeyi kazandığı da kuşku götürmez. Yitirdikleri: Kendisi, ben demek yetisi, içinde yaşadığı zaman. Kazandıkları: Bir yapıt, çağdaşlarının sevgisi ve ölümsüzlük. Acaba büyükbabasının kitap raflarında Hugo ve Corneille'in yanına yerleşti mi? Bunu bilmiyoruz. Fakat kendi zamanının içine yerleşip oturmuştur. Onu oradan söküp atamazlar. Artık Sartre'ın adını anmadan yirminci yüzyıldan söz edilemez. Ne yandan baksak Sartre bizi yakalamıştır.” (Sartre, Denis Bertholet) Yine de yapıtları ve yaşamıyla bir yüzyılla böylesine bütünleşmiş bir başka yazar daha tasavvur etmek imkânsız gibidir. Gerçekten de 20. yüzyıl söz konusu olduğunda, sanatta, edebiyatta, felsefede, siyasette, eylemde, “ne yandan baksak Sartre bizi yakalamıştır”. O, sadece kendi çağdaşları için yazmadı; onun evrenselliği hiç şüphesiz okurlarını bütün zamanlarda etkilemeye ve yakalamaya devam edecek… ? sulecepcepoglu@gmail.com Toplu Oyunları/ Jean Paul Sartre/Çev: Işık M. Noyan/ İthaki Yayınları/ 726 s. KİTAP SAYI 913 ? Şule CEPCEPOĞLU inekler'de, özgürlükten, kendi mutlak özgürlüğümden, insan olarak özgürlüğümden ve özellikle de Alman işgalindeki Fransızların özgürlüğünden söz etmek istiyordum.” Simone de Beauvoir'ın kendisiyle yaptığı bir söyleşide Sinekler hakkında bunları söylüyor, çok tartışılantartıştıran düşün adamı JeanPaul Sartre. “Modern varoluşcu filozof ” , “varoluşun açmazları felsefecisi” türünden ifadelerle anlatmış onu sözlükler… Kim olduğunu kısa cümlelerle öğrenmek isteyen günümüz insanlarını çokça şaşırtan bir biyografisi var: karşınızda cebinde pek çok kimliğiyle koca bir düşünür durmakta çünkü. Bir yanda romanlar, oyunlar, denemeler, felsefi kitaplar kaleme almış bir felsefeci; “insanın özgürleşmesi” temelinde insan varoluşuna başka açılardan bakmaya çalışan; kâh Marksist, kâh varoluşçu, kâh nihilist; bir yanda ise “Kendi ilkeleri gereği” Nobel'i reddeden, Vietnam Savaşı yıllarında Amerika'nın Vietnam'daki savaş suçlarını araştırmak üzere kurulan Russel Mahkemesi'ne başkanlık eden, İspanya İç Savaşı'na, İkinci Dünya Savaşı'na, Vietnam savaşlarına tanık bir “savaş karşıtı”; bir eylem adamı… Fransa'nın Cezayir işgalinin en sert muhalifi… Gerçek bir enternasyonalist aydın, öyle ki sonuncusu bile diyebiliriz! HER İNSAN KENDİ YOLUNU BULMALI İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilerin eline esir düşmesinin ardından Direniş Hareketi'ne katılan Sartre, en ünlü oyunlarından biri olan Sinekler'i bu yıllarda yayınlar (1943). İnsan için kendisiyle ve hayatıyla yüzleşerek yaptıklarının sorumluluğunu taşıyabilme özgürlüğüne erişmenin, bütün bedelleri göze alarak kendi yolunu bulmanın ne kadar önemli olduğunu, okurları ta Eski Yunana götürerek gösteren yazar, eski bir Yunan efsanesini yeniden yorumladığı oyunda, hayatıyla yüzleşerek ve yaptıklarının bedelini ödeyerek özgürleşen Orestes'i ve halkını özgürleştirme mücadelesini anlatıyor. Varoluşçuluğun temel kavramlarının ustaca açımlandığı oyunda, “seçim” ve “sorumluluk” ve “özgürlük” muhteşem bir biçimde betimleniyor. Ayrıca aktüel olana da dosdoğru bir göndermeyle yapıyor bunu. Argoslular, hayatlarını pişmanlıklarıSAYFA 6 “S oyun; adeta yazıldığı 1946 yılından insanlığa seslenir: İŞKENCE BİR İNSANLIK AYIBIDIR… seslensin; çünkü o utanç silinmedi hâlâ yeryüzündenDört tablodan oluşan oyunun kurgusu, okura işkenceci milislere ve işkenceye maruz kalan direnişçilere oldukça yakından bakma olanağı verir… Kendilerinden istenen arkadaşları Jean'ın adını vermemek için dayanmaya çalıştıkları işkence saatlerinin ortasında, Jean teker teker alınıp götürüldükleri tavanarasına getirilir; milislerin onun kim olduğu hakkında bilgisi yoktur. İşte insanın yüceliği, her türlü acıya katlanır, ama yukarda tavanarasında bekleyen arkadaşlarının adını söylemezler... her türlü acının içinde tecavüz de var: işte insanın CUMHURİYET