02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Erdoğan AYDIN Kritik Esat Korkmaz, bu topraklardaki tarihsel muhalefetin felsefesi olarak şekillenmiş olan Bâtınilikle ilgilenen her kesin edinmesi gereken, ufuk geliştiren, öğreten bir çalışma koymuş ortaya. Ancak ben kendisinden daha çoğunu bekliyorum. Şeyh Bedrettin’in ışığında halkla da çok iyi ilişkiler geliştirebilen bir bilge ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. İkna ve güven yeteneği yüksek ve sosyal kişiliğiyle kâh sufilere karşı önyargı oluşturmuş Karaman Beyi Alaeddin Ali’yi, kâh, medrese eğitimi görmüş, beyler yanında yaşamış insanlardan hoşlanmayan Torlakları ikna edip mürit kıldığını görebiliyoruz. Bu dolaşmalarında hem Anadolu beyleriyle, hem Hıristiyanlarla hem de memnuniyetsizlikleri had safhada göçer ve yerleşik halktan insanlarla ilişkiler geliştirir. Bedrettin, Bayezit’in 1402’de Timur’a yenilgisinden 1413 yılına kadar sürecek olan Fetret Dönemi’nde halkın parlayan yıldızıdır. Gerek daha önce boyun eğdirilmiş Anadolu Beylikleri gerekse de yerel önderleri ve talepleri çerçevesinde halkın başına buyruk şekillenmesiyle bir merkezkaç dönem yaşanmaktadır. Bir yandan iç savaşların neden olduğu yıkımlar, diğer yandan komünizan yaşam tarzları yaygınlaşmaktadır. Bu dönem içinde Balkanlar’da egemenlik kuran Şehzade Musa, saygın ve namlı bir bilge olan Şeyh Bedrettin’i Kazasker (191113) atayacaktır. Bu bir devrimdir adeta, çünkü Bedrettin, Sünni ortodoksiden uzak ve (sonraki dönemindeki kadar belirginleşmese de) komünizan eğilimler barındıran biridir. Durumu, “Anadolu’nun yoksul köylüleri ‘düşleri’ uğruna verdikleri mücadelede kaçınılmaz olarak yenilecekti” diye saptayan Esat Korkmaz, yargısını; “ama bütün bunlara karşın, ölmez bir ülkü durumundaki komünist projeyi, düşü sürekli canlı tutacağı, dünyanın tüm devrimcilerine yol göstereceği için insanlık açısından çok önemli bir kazanım oldu. İşte biz bu kazanımın çocuklarıyız” diye sürdürecektir. “Bedrettin tarihi bir ‘karşıtarih’, bir ‘yasaklı tarih’tir. Onu anlayabilmek ya da yazabilmek için ‘karşı taraf’a, ‘yasaklı taraf’a geçmek zorunludur” diyen Korkmaz, yargısını şöyle sürdürür: “Resmi tarihin bize ulaştırdığı bilgileri ölçü alırsak, Şeyh Bedrettin’i yakalama olanağı elde edemeyiz. Doğuda ‘resmi tarih’ deyince bilimden çok egemene uyarlanmış söylenti anlaşılır; (bu) tarihçi bilgin değil, iktidarda olanı okşayan bir anlatıcıdır. Anlatıcının kılavuzu da, baskın erkin ‘ilahi ideolojisi’ anlamında inançtır.” R esmi söylemden atılmış, atılamadığı durumlarda da ‘sapkın’ ve ‘asi’ olarak karalanmış bir Anadolu bilgesine, Şeyh Bedrettin’e dair yeni bir çalışma okuyorum. Anadolu’nun kültür tarihine ve özelde Aleviliğe ilişkin çalışmalarından tanıdığımız Esat Korkmaz, “Şeyh Bedrettin ve Varidat” (Anahtar Kitaplar) kitabında, bizi 600 yıl öncesine götürüp, bugünkü ortalamamızın çok üstünde bir bilgelikle tanıştırıyor. Şeyh Bedrettin 600 yıl öncesinden bize: “Tanrı buyruğu, Onun özü gereğidir; sözle, harflerle, Arapça ya da başka bir dille açıklanacak türden değildir. Kalem, bütün nesnelerin gerçeğidir; nesneler ortaya çıkış anında, kendi varlığına ne türden görünecekse onu yazmaktadır. Huriler, köşkler, yemişler ve bunların benzerleri yalnızca düş ülkesinde vardır; duyu âleminde yoktur, anla artık. Cin de böyledir; adından da anlaşılır böyle olduğu, duyularla ilgisi yoktur. Oysa gören kimse, onu âlemde varmış sanır; gerçek öyle değildir, o düş gücüyle vardır ancak” (Varidat3) diye seslenebilmektedir. Bu bilgelik; “Peygamberler, çocukların velileri gibidir. Çocukları yetiştirmek isteyen veliler, onları olmayacak işlerle korkutur, olmayacak nesnelere umut bağlatırlar” (Varidat18) diye sürdür sözünü. Bedrettin, bilgeliği yanında örgütçü, örgütçülüğü yanında isyankâr bir halk önderi. Yaşadığı çağın vicdanı olmuş, bireysel seçimini rahatlıkla saray yaşamından yana yapabilme olanağı varken ezilenlerin dünyasını tercih etmiş, bu tercihteki kararlılığını idam sehpasında da sürdürmüş bir eski zaman devrimcisi. Esat Korkmaz, bu bilgenin içinde şekillendiği ortamdan başlayarak, temel eseri Varidat’ı ve felsefi arka planına dair bizi bilgilendiriyor. SORUN ALANLARI Mutlaka okunması gereğine işaret ederken kitabın sorunlu alanlarına da değinmek istiyorum: Varidat bölümünde zaten yaptığı felsefi çözümlemeler, okurun daha olgusal ayrıntılar beklediği tarihsel anlatı bölümüne de egemen olmuş, yer yer konudan uzaklaşılmış ve felsefi tekrarlara düşülmüştür. “…‘barbar’ toplulukların askeri üstünlüğünün belirleyiciliğinde dünya yeniden yaratılıyordu; bu bir ‘Rönesans’tı, yani yeniden doğuş. Batı mı? O ‘yeniden doğuş’un çok uzağındaydı” (s.20) diye süren yaklaşım, kitabın sorunlu gördüğüm yargılardan biri. Bu görüş, öncelikle ‘barbar’ akınlarına hak etmediği ileri bir misyon biçiyor. Diğer yandan, göçebe üretim ilişkileri içindeki halkın, ‘feodal’ iktidarların sömürüsü ve baskısına karşı meşru ayaklanmaları ve hümanist kültürüne de “Rönesans” diye abartılı bir anlam yüklemektedir. Üstelik hiç yeri yokken “Batı” ile yapılan bu zorlama kıyaslama da yanlış: 11 14. yüzyıllar arasında Batı coğrafyası Rönesans’tan çok uzaktı, ama bu onun henüz “Batı” olmadığı dönemdi zaten. “Batı”, Rönesans’la oluşmaya başlayan yeni bir medeniyet yapısının adıdır çünkü. Keza Bedrettin’lerin, Baba İlyas’ların çıkışı da, yeni bir çağın açılımı anlamında üretim ilişkilerinin ileri hamlesi ile örtüşen ‘Rönesans’ değil, bir kendini savunma eylemidir. Burada hümanizm ve komünizmin ilkel örnekleri ile karşı karşıyayız kuşkusuz, ancak Korkmaz’ın da sonradan belirteceği gibi, Bedrettini hareket, esas olarak ‘erdemli’ eskinin kendini sömürü ilişkilerine karşı koruma eylemi. Barbar akınlarına gelince onlar, meşru Bedrettini eylemlerden nitelik farkla, o günkü medeniyetlerin yıkıcısı olup, yıkanlar da bunu bir misyon adına değil, talan adına gerçekleştiriyorlar. Dolayısıyla akıncıların ‘YASAKLI TARAF’A GEÇMEK Kardeşler kavgasının, Kapıkulunun organizasyonu yanında, Bizans İmparatoru II. Manuel ve Rumeli beylerinin desteğiyle Çelebi Mehmet tarafından kazanılması sonrasında Bedrettin, tayin edici bir siyasal misyon edinecektir. Çelebi Mehmet’in merkezkaç güçleri ve halkı sıkboğaz eden otoritesi karşısında 1415’te Bedrettin müritleri Börklüce Mustafa, Torlak Kemal ve takiben Aygıloğlu isyanları başlayacaktır. Ayaklanmalar ezilecek, kitlesel katliamlarla yaygınlaşan bir tenkil politikasıyla halkın direniş gücü kırılmaya çalışılacaktır. Bunun üzerine Balkanlar’a geçip, Eflak’ta Sarı Saltık tekkesini kendine merkez edinen Bedrettin’in doğrudan başında olduğu direniş başlayacak, ancak doğrudan Mehmet Çelebi’nin yönetimindeki Osmanlı ordusuna yenilecektir. Deliorman’a sığınıp direnişi oradan sürdürmek istese de, bunu sürdürebilecek kadar güç toplayamayacak, kimi sipahi, Yörük ve Hıristiyan köylülerden oluşan güçleriyle ele geçirilecektir. İsminin büyüklüğü, dini kariyerinin etkisi nedeniyle Mevlana Haydar Herevi, Molla Fahrettin Acemi gibi döneminin en üstteki ulemasından kurulu bir mahkemede ölüme mahkum edilecek ve 18 Aralık 1416’da Serez’de asılacaktır. Sünni gelenekten çıkıp gerek siyasi gerek dini anlamda en üst makamlara kadar çıkmış olması nedeniyle Bedrettin ayaklanması, Osmanlı egemenliği ve ulema açısından özel bir önem taşır. Öyle ki ulema Onu asarak kendi itibarını kurtaracaktır. eyleminin, iktidarların hak gasplarına karşı ayaklanan halkların eyleminden de ayrılarak incelenmesi zorunlu. Birincisi günümüzde emperyalizmin, ikincisi ise günümüz hak mücadelelerinin dayanağıdır çünkü; ki bu bağlamda Cengiz’lerin, Timur’ların dünyası, Bedrettin’lerin, Baba İshak’ların dünyasından özenle ayrılmak zorunda. Bu durumda Timur’ların başarısını, barışçıl bir tasarım olan erenlerin ‘yandaşlığı’ iması ile açıklamak (s.24) daha da ciddi bir sorun. Bir diğer sorun alanı da, “İslamlık, daha çeyrek yüzyılını doldurmadan ‘iki zıt kutba’ ayrılmıştı” (s.46) denilerek Bâtıniheterodoks akımın tarihini ilk döneme uzatmaktır. Oysa ilk çeyrek, hatta ilk yüzyılda ortaya çıkan, biri Sünni diğeri Şii adını alacak olan ve ikisi de ortodoks olan ayrışmadır. Gerçekte Şii tarih yazıcılarının etkisindeki kimi Alevilerce dillendirilen (ve Korkmaz’ın paylaşmadığını bildiğim) bu görüş, MuaviyeOsman geleneğinin Ali ile ayrışmasından heterodoksBâtıni görüşlerin çıktığını iddia eder; ki bu yaklaşım tarihsel gerçeklikle örtüşmemektedir. İslamın iç ayrışmasından ortaya çıkan Şia’nın devamcıları bugün de Irak ve İran’da hâkim olan Şiiortodoks gelenektir. Günümüzde Alevilik adıyla yaşayan Bâtıniheteredoks görüş ise, İslamın içinden değil, zorla Müslümanlaştırılan halkların sonraki yüzyıllarda Anadolu ve Mezopotamya ekseninde oluşturacağı sentezin ürünüdür. İşaret ettiğim ve aksi anlama gelen ifadeler, düzeltilmemesi halinde, Korkmaz’ın da istemediğinden emin olduğum sonuçlar üretecektir. Diğer yandan isyan sürecinin anlatımında da karışıklıklar var: İnzivaya çekildiği 1407 öncesine dair kullanılan, “olasılıkla isyanın ayrıntıları bu yolculuk sırasında kararlaştırıldı” (s.40) ifadesi, yine inziva sürecinin kâh “tam yedi yıl”, kâh 14071411 arası (s.4041) diye belirlenmesi bunlara örnek. İsyanın, başından beri kurgulanan bir eylem olarak anlatılması da bir sorun; oysa Bedrettin’in isyankârlığı Musa’nın yenilmesi sonrasında belirginleşecektir. Yoksa isyankâr bir Bedrettin’in Osmanlı’da “kazaskerliğe gelmesi garip kaçardı” (Metin Kunt) Oysa Kazasker Bedrettin ile sonradan ayaklanan Bedrettin aynı zihni noktada değil. Bu süreçte sadece fikri olgunlaşma değil, aynı zamanda farklılaşma söz konusu; nitekim isyanın ekonomik ve dini/ideolojik programı olan komünal ve dinler üstü yaklaşım ile Kazasker Bedrettin’in parçası olduğu program ve İslam içilik da aynı değil. Kazaskerlik sonrası düşünceler düzenden radikal kopuş anlamında ileri sıçramış, değişmiş, kendi içinde devrim geçirmiştir. Kuşkusuz aralarında belli bir bağ var ama yine de aynı şey değil. VARİDAT ŞERHİ Kitabın asıl ve en önemli bölümü, Varidat’ın (A. Gölpınarlı ve İ. Z. Eyüboğlu’nunkiler başta olmak üzere mevcut çevirilerinden süzülüp günümüz Türkçesiyle aktarılarak), bölüm bölüm yorumlanıp izah edilmesi, eski deyimle şerh edilmesidir. Kuşkusuz bu şerhler üzerine de her okurun ayrı bir yorumu olabilir. Ancak kabul edilmelidir ki Esat Korkmaz, bu konuda öncelikle dikkate alacağımız isimlerden biri. Ve işte bu nedenle elimizdeki bu Varidat şerhi, konuya ilişkin çalışmak isteyenlerin ihmal edemeyeceği bir kaynak örneğidir. Sonuç olarak Korkmaz, bu topraklardaki tarihsel muhalefetin felsefesi olarak şekillenmiş olan Bâtınilikle ilgilenen her kesin edinmesi gereken, ufuk geliştiren, öğreten bir çalışma koymuş ortaya. Ancak ben kendisinden daha çoğunu bekliyorum. Çünkü Esat Korkmaz, Anadolu’nun ezilenlerinin kültürel tarihinin aydınlatılmasında önemli bir isim; Bedrettin gibi yine çok önemli bir öznenin aydınlatılmasında yapabileceğinin bütününü yapmamış izlenimiyle bitirdim kitabı. ? KİTAP SAYI 913 TARİHSEL ŞAHSİYET Sonradan Simavna Kadısı olacak olan Rumeli fatihlerinden gazi İsrail’in oğlu olan Bedrettin, bu konumundan gelen avantajla ciddi bir eğitim alacaktır. Edirne’den sonra Bursa, Konya, ardından da Kahire’de eğitimini sürdürürken, başta İbni Arabi olmak üzere İslam içi muhalif akımlarla tanışacak ve deyim uygunsa resmi çizgiden sapacaktır. Bununla birlikte Mısır’dan başlayarak saraylara girmesini kolaylaştıran, kendisinden önce giden haklı bir ün elde edecektir. Geriye dönüşünde başta Hurufilik olmak üzere coğrafyamızın Bâtıni akımları ve bilgeleriyle tanışacak, tüm politik ve dini merkezleri dolaşarak bilgi ve görgüsünü arttıracaktır. Bu süreçte, Timur ve yerel egemenler yanı sıra Torlaklar gibi en alt kesim dahil SAYFA 24 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle