Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ayfer Tunç ile 'Ömür Diyorlar Buna' üzerine ‘Sözcüklerle yazmak için duygulara ihtiyaç duyarım’ dım, anlattığım hayatların dramatik bir yapı içeren kesitlerini aldım, kimi zaman sözcükler dramayı kuvvetlendirdi. Her ne kadar gerçek hayattan kaynaklanıyor olsa da, sonuçta birer metindir bunlar. Öte yandan, her yazar için hayatla edebiyat arasında sıkı bir ilişki vardır. Mallarme'nin dediği gibi “(şiir) duygularla değil, sözcüklerle yazılır.” Doğrudur bu elbette. Ama kimi yazarlar için geçiş üstünlüğü sözcüklerdedir. Ben sözcükleri ikinci sıraya koyuyor olmasam da, sözcüklerle yazmak için duygulara ihtiyaç duyarım. Söz konusu kişilerin hayatlarını yapan benim için tahrik edici birkaç unsur vardı: Birincisi kendi dramları. Hiçbir şey eklemesem bile, hayatlarının kendi dramaturjisi kuvvetliydi. İkincisi hayat tesadüfleri. Bunlar gerçekten şaşırtıcıydı ve benim hayatın zenginliğine ve şaşırtıcılığına olan inancımı kuvvetlendiriyorlardı. Üçüncüsü de, anlattığım her hayat işlenmeye hazır bir cevherdi. Sözcüklerle dramatik bir şekil vermeye çalıştım diyebilirim. KAPALI KAPILAR 'Her kapalı kapının ardını merak etmekte bir sakınca görmeyecek kadar gençtim...' diyorsunuz bir öykünüzde, yaşadığınız ve tanışmış olduğunuz bu insanlardan eminim çok etkilenmişsinizdir, bizimle paylaşır mısınız? Önce kapalı kapı meselesini konuşalım. Evet, gençken her kapalı kapının ardını merak ederdim, ama hepsini açmaya kalkacak kadar cahil cesareti içinde değildim tabii. Sonra sonra iki şey öğrendim: Kapalı kapıların ardından genellikle kayda değer bir şey yoktur, kapının kapalı olması çekiciliğin özüdür. İkincisi, açılması tehlikeli olan kapılar vardır, onlar zaten kendini belli eder, tedbirsizce açmaya kalkışmak gereksiz bir maceradır. Daha somut anlatmak gerekirse, örneğin, İstanbul'un bazı semtlerinde, bazı kapıların ardında ne gibi suç ve kötülük olabileceğini tahmin edebiliriz. Suçtur, kötülüktür, ama tanık olmaya ya da yaşamaya değecek kadar da ilginç değildir. Bugün olsa Şapkacı Arlet'in kapısını çalar mıydım? Çok emin değilim. Hem gençtim, hem şehir hayatı bu kadar tehlikeli değildi o zamanlar. Ama kapıyı çaldım ve o korkunç kapı bana dokunaklı bir hikâye kazandırdı. Yüzüme de kapanabilirdi veya ilginç bir şey çıkmayabilirdi. Bütün bu hikâyelerde etkilendiğim şey, kişilerden çok, hayatın onlara çizdiği yollar, garip tesadüfler oldu. Neler hissettiğimi anlatmakta zorlanıyorum, çünkü çok eskide kaldılar. Şapkacı Arlet'in öyküsünü dinlediğimde yıl 1989'du, on sekiz yıl geçmiş üstünden, Fatma Bayraşevski'yi 1995'te, Aylin Işık'ı da aynı sırada tanıdım. Üstünden uzun bir zaman geçtikten sonra bu kişilerin öykülerinden edebi bir serüvene girişmek, daha soğukkanlı, daha nitelikli bir çalışmaya olanak tanıyor. Öte yandan Mîna Urgan'ı daha yakından tanıdım diyebilirim, bakın o, gerçekten etkilendiğim bir kişi olmuştur. Güçlü, hayatın hakkını veren bir karakterdi Mîna hanım. Kitabınız beş bölümden oluşuyor. İlk bölümde yedi kadının yaşamlarından kesitleri anlatmışsınız, hem merakla hem de keyifle okudum, bazıları Türkiye gerçeklerini içeriyor MİT'te çalışan Fatma Bayraşevski gibi; Şapkacı Arlet öyküsündeki İstanbulBeyoğlu’nun yaşantısının anlatıldığı öykü gibi... Bu öykülerle olKİTAP SAYI Yaşamımızdaki deneyimler bizi biz yapan özel şeylerdir. Bazen başkalarının deneyimlerinden öğreniriz, bazen kendi hatalarımızdan, bazen de aynı deneyimlerden geçmeye devam edip bir sonuca ulaşamayız. Ayfer Tunç'un kitabına verdiği adla da “Ömür Diyorlar Buna” deriz. Öyküler yaşanmışlıklar üzerine olunca, daha etkileyici ve anlamları da derin oluyor. Yaşanmışlıklarda kalan tortuyu Ayfer Tunç'un öykülerinden okumak da ayrı bir tat veriyor okura. Ömür Diyorlar Buna adlı yaşantı kitabındaki öyküler gerçek hayat öyküleri: Hepsi yaşanmış ve bir şekilde Ayfer Tunç'un önüne çıkmışlar. Bazıları eski günlere ışık tutup bizi bilgilendirirken bazıları da masalsı tadıyla insanı alıp geçmişin derinliklerine götürüyor. Beyoğlu'nun gayrimüslimlerinden tutun, Yeşilçam'ın oyuncularına, Ayfer Tunç'un kendi yaşadığı olaylara, tanıştığı kişilere kadar bir çok yaşam bahçesinden toplanmış anılar demeti olarak önünüze çıkıyor. Tunç'la ‘Ömür Diyorlar Buna’ üzerine söyleştik. ? A. Şebnem BİRKAN aşKâğıt Makas adlı öykü kitabınız çok etkileyici ve kurgulanmış öyküleri içeriyordu, bu seferki öyküleri gerçeklere dayandırmak nereden aklınıza geldi? Birdenbire gelmedi. Zaman içinde oluştu bu fikir. “Ömür Diyorlar Buna”da anlattığım insanların yaşamöykülerini hatırlamanın, okuduğum iyi öyküleri hatırlamakla nerdeyse aynı etkiyi yaptığını fark ettiğim zaman diyebilirim. Fatma Bayraşevski'yi, Aylin Işık'ı veya Şapkacı Arlet'i her hatırladığımda sanki unutulmaz roman karakterlerini hatırlamışım gibi bir hayat/sanat lezzeti hissediyordum. Nüve giderek gelişince, bu kişileri, aralarına kurmaca kişileri de SAYFA 8 T karıştırarak yazdım. Paradoksal bir durum bu aslında. Çünkü yaşamöykülerine baktığımızda bu kişiler hayatın hazlarını değil, acılarını anlatırlar bize, ama bu hayatlara trajedi niteliğini veren şey de, acılarının edebi hazza dönüşebilir olmasıdır. Öyküleriniz birçok yaşanmış hayattan kesitleri sunuyor bize. Her biri ya bir ailenin veya kişinin yaşamını konu almış ya da sizin deneyimlediğiniz bir olaydan yola çıkmışsınız. Bu olayları kendiniz mi yarattınız yoksa rastlantısal durumlardan mı ortaya çıktı. Böyle bir öykü kitabı fikri nasıl çıktı, siz bunu planlamış mıydınız yoksa kendiliğinden mi gelişti? Hayır, böyle bir şey planlamış değildim. Epeyce öykü kitabı yazmış biri olarak, öykü kitabının yapısına da elimden geldiği kadar özen gösteririm. Dik kat edilirse, bu kitabın bölümleri arasında farklılıklar vardır, bölümler aynı mantığın veya konseptin ürünü değildir. Yazılmış metinleri bir araya getirdim, kimileri üstünde yeniden çalıştım, böylelikle ortaya çıktı. Dolayısıyla içeriğine dayanarak kitabın niteliği hakkında tek bir sözcük bulmam zor oldu, bu nedenle “yaşantı” demeyi tercih ettim. Her ne kadar edebiyatı hayatın içinden, bir sözcük, bir davranış, bir jest gibi unsurlardan çıkarmak istesem de, genellikle, beni harekete geçiren küçük bir unsurdan sonra tümüyle kurmaca yazarım. Ama bu hayatlar, dediğim gibi, çok tahrik ediciydi. Yazmaya değerdi. Anlattıklarımın tümü gerçek karakterler değil elbette, gerçek kişilere kurmaca arkadaşlar ve sözcükler yoldaşlık etti. Elbette yazarken yazı teknikleri kullan ? CUMHURİYET 910