17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Özkan Mert ile 'Gelincikya' üzerine ‘Şiir, sözcüklerin sessizlikle kaçak döllenimidir’ “Ben eve neden 'ev' dendiğini hâlâ anlamadım. Çünkü söz, her zaman kendinden geri kalır. Söz, anlam ile arasını açar, sonrasında anlam sözü yakalar. Anlam sıçrar, sürekli devinir, atom çekirdekleri gibi...”dir diyor Özkan Mert. Kendisiyle son şiir kitabı 'Gelincikya'yı konuştuk. savrulmaya başlar. Ancak okurlar arası algılama biçimleri ayrışır; Okurlar değişik zaman birimlerinde değişik algılama katmanlarına şiire ulaşırlar. Yeter ki söz, bu serüvene başlasın. Şairin bilinçaltının, sözcüklerin alt bilinciyle yanma noktaları ortak değil mi? Sizin şiirlerinizin kökleri nerededir? Şiirimin kökleri, Palandöken Dağı'na ve şafak sözcüğüne dek uzanır. Sonrasında Konya, erotizmle ilk tanışma, İzmir'de ilk gençlik yılları, trajediyle sonuçlanan ilk aşk, Ankara'daki gençlik hareketi çalkantıları ve siyasal olaylar, sonra sürgünlük ve İsveç görüntüleri. İsveç'teki altı aylık liman işçiliğim. Şiirimin kökleri, biraz da oradadır. Örneğin Yüzbaşı Carlos adında bir arkadaşım vardı. Portekiz ordusundan kaçıp İsveç'e gelmiş. Onunla Türkiye'den gelen fındık çuvallarını taşımamızdan, koca kazanların dibini parlatmamıza dek bir sürü olay. Sonra Pablo var. Neredeyse on dili karıştırarak konuşan bir adam. Bunları şundan anlatıyorum: Bir şairin yaşantısı şiiri açısından çok önemli bir kaynaktır, keşiftir. Şiir tüm bu süreç içinde, şairin algı katmanları arasında kırılarak yeşermeye başlar. SÖZÜN SESSİZLİĞİ Şair, yaşantısını şiirine ortak ederek bilinçaltını ortaya koyuyor. Sözcüklerin anlamsal uzantısı, algı katmanları bu şekilde alev almaya başlıyor. Tüm bunlar şiirin nefes alması için gerekli dinamikler o halde? Gunner Ekelöf'ün bir sözü: “Bir şiiri kalıcı bırakan şeylerden biri, onun nefes aldığı deliklerdir.” Bir şiirin nefes alması, onun temel dinamiğini oluşturur. Peki bu nefes alış, sözün sessizliği mi? Sessizlik yalnızca, söz, anlam ve seslerle varolmaz. İçinde ve dışında bıraktığı sessizliklerle, nefeslerle de varolur. Sözcükler birer prizmadır. Söz ve anlam arasında oluşan özel dil, bu prizmaların içinden yansır. Hangi ışığın nereye ulaşacağını kimse kestiremez. Bizde çoğu şair sözcükleri prizma olarak değil, bir gazoz kapağı gibi görüyor. Şair, anlattıklarının dışında, anlatmadıklarını okurun bilincine akıtan insandır. Bir saksofonun ezgilerinde ses aralıkları, sessizlikler var. Bir saksofonun sürekli aynı notayı basarak ses çıkardığını düşünün. Müziği müzik yapan bu değil, notadan notaya geçişteki aralar, nefesler, sessizlikler. Bu sessizliği çıkarırsanız, melodiler, trafik kazasında birbirinin üzerine binen arabalara benzer. Şiirde, sözcükler aralarındaki suskunlukla donanmıştır. Bu suskunluklar şiirin nefes aldığı deliklerdir. Şiirin yaşam süresini belirler. O zaman şiir, “konuşuyorum” dediği an biçimsel konumu ona özgü sorunlar doğurmuyorsa, anlamı, tüm açıklığına rağmen, sonsuza uzanan bir yol açıyor. Çünkü şiir, açılımıyla kendini yakacak kadar derin bir dil değil, kendinin uzağına yerleşen bir dil. Michel Foucault'un bir sözü: “Safolmayan bir sessizliği saf bir dile tercüme etmek istemişlerdi, ama böyle bir sözün saflığını ancak daha derin bir sessizlikten aldığını, bu sessizliği de adlandırmadığını, sessizliğin onun içinde, ona rağmen konuştuğunu kuşkusuz görememişlerdi.” Şiiri şiir yapan bu sessizliklerdir. O sessizliğin yansıması, şiirin sesini oluşturur. Şiirin diğer şiirlerden daha özgün yerlere sıçraması, bu sessizlikleri nerede, nasıl, ne kadar yakaladığına bağlıdır. Büyük şiirlerde hep sessizlik vardır. Sessizliliğin de kendine özgü dili vardır. Sessizlik, şiir için, anlam için, imge için bir altdildir. Şairle şiir arasında, şiirle sözcükler arasında, sözcüklerle sessizlik arasında ve sessizlikle sessizlik arasında kendine özgü yeni bir iletişim ağı, yeni bir dil vardır. Bir şiir asla anlattığı kadar değildir. İyi şiir, alt bilinciyle de ulaşır ve okura seçme özgürlüğü verir. Okuru bilmediği bir dünyaya fırlatır. Onu kendi yaşamına ve dünyaya karşı açılandırır. Şiirin bilinçaltı, sözcüklerin yanma noktaları arasındaki alanlarda söylenmeyen ancak gizlice akıtılan kızgın eriyikleridir. Okur şiiri okurken bunu anlamaz. Yazılmayan, çağrıştırılan sözcüklerdir. Yazılan sözcüklerin uçurumlarıdır. Okuru heyecanlandıran işte bu uçurumlardır. Sözcüklerin arasındaki sessizliktir. Uçurumlarla sessizlik arasında bir yolculuk... ÖZEL BİR DİL Geldiğimiz bu noktada size nesnelerin dilini sorsam? Örneğin yıllarca açılmayan bir pencere düşünelim. Ama günün birinde gıcırdayarak kendi kendine açılıyor. Ya da duvara asılı duran bir posterin, resim çerçevesinin aniden düşmesi. Ben bunu yaşayınca çok etkileniyorum. Nesnelerin bize hissettirmeden yaşamaları, aralarında kurdukları da bir altdil değil mi? Şairler gelecekte nesnelerin dilini mi yazacaklar? “Bir kiraz ağacının gözünden göreceğim dünyayı.” Benim şiirlerimden birinde geçer bu dize. Nesnelerin, örneğin bir aynanın gözünden dünyayı görebilmek. Bir albatros gökyüzünde süzülürken yeryüzünü nasıl görür? Ancak bir albatrosun, bir kiraz ağacının gözünden dünyayı görebilirsek, dünyaya ve şiire daha fazla yaklaşabiliriz. Yıldızların yeryüzüyle, bir otun rüzgârla arasındaki… Bu sesi ortaya koymak gerekiyor. Nesnelerin yalnız kendilerine özgü bir dilleri olduğu gibi, nesnelerin birbirleri arasında da özel bir dil var bana kalırsa. Doğa kendi diyalektik sürecini yaşıyor. Varolan da neden varolduğunu bilmiyor. Çünkü varolduğu an bir anlamı kalmıyor. Stockholm'de yüksek teknoloji sektöründe mühendis olarak çalışan bir arkadaşımla Grand Hotel'de oturuyoruz. ''Sen'' dedi, ''Şiirlerinde her şeyi anlatıyorsun. Ama neden Ay'ın yüzeyini hiç anlatmadın?''. Şakayla, “Ben henüz ay'da yürümedim” dedim. Arkadaşım haklıydı. Ayın yüzeyini anlatmamam bir eksiklikti. O bir mühendis olarak bunu görüyordu. Bir şair her şeye, başkalarının gözüyle bakmasını bilmeli. Gerektiğinde, mühendis, kimyager, fizikçi, biyolog ya da filozof olmasını, bunun bilimini öğrenmeli. Ay'ın yüzeyinin sıcaklığını sözcüklerinin içinden okura hissettirmeli... KİTAP SAYI ? Ersan ERÇELİK iirde bilinenin yanında bilinmezliğin gücü nedir? Şiir bilinmezde gizlidir. Bilinenin serüveni yoktur. Bilinmeyenden yola çıkılarak şiire ulaşılır. Şiir bir bilinmeme olayıdır ve önemli olanakları, bilinmeyende yatar. Varolandan bir şey çıkmaz, varolmayandan varolana doğru bir yolculuktur şiir. Bilgi bir noktada körlüğe düşebilir. Örneğin masa sözcüğünü birçok kez tekrarlayın, anlamını yitirir. Bilinmezliğe ulaşır. Örneğin Edip Cansever'in “Masa da Masaymış Ha” şiiri. O şiirde anlatılanın masa olduğunu hiçbir zaman düşünmedim. Orada Masa bir araçtır, “masa” sözcüğü de fazladır. Edip, üst bilinçle belki masayı anlatıyor ama sözcüklerin alt bilinciyle sezdirilenler çok farklı. Bilinmezliğin bilinirleştirirlmesi sürecindeki olanaklarını kullanıyor. Bilinmeyen/bilinen elektriklenmesinde bilinç katmanlarından mı sözediyorsunuz? Şiirde söz anlamı, anlam da bilinçaltındaki imgeyi savurmaz mı? Şiirde bilinmeyen, büyük bir olanaksızlıktır, bilinmeyenden yola çıkarken “neyi bilmediğini“ bilir. Bu şiirin alt bilincini oluşturur. Algılamanın çok farklı boyutları vardır.Bilinenin söyleyecek sözü, serüveni yoktur. Ancak bilinmeyen, şiiri farklı anlam katmanlarına taşır. Şiirlerimde bilinçaltı, bilincin kırarak kırılışıdır; bilincin çeşitli katmanlarında bir gezi. Söz anlamı, anlam da bilinçaltındaki imgeyi savurur. Katmanlara davet edilen okur, dilin olanaklarından yararlanarak, o noktadan anlamaya, SAYFA 16 Ş ? CUMHURİYET 910
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle