Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? yaptıkları kadar hatta belki de yaptıklarından daha çok yapmadıklarıyla öne çıkıyor. Karaoğlan hiç çalmadı. Hiçbir zaman birilerinin çıkarlarını ulusal çıkarların üstünde tutmadı. Hiçbir zaman, utanılacak ya da toplumsal anlamda sorgulanacak bir şey bırakmadı geriye. Halk için çalıştı. İçerisinde laikliğin özel bir yeri bulunduğuna inandığı çağdaşlıktan yana oldu. Emeğe saygının yasalarla korunmasının önemine inandı ve bu uğurda gerekenleri yapmaya çalıştı… BİLGİNİN GÜCÜ Türkiye'nin geniş ve büyüyen panoramasını düşündüğümüzde sosyokültürel ve ekonomik gelişmede itici kuvvetlerden arasında “bilgi” ve bilgiye bağlı olarak “kütüphane”ler sayılıyor... Bu konuyu bize biraz açabilir misiniz? Türkiye'nin yakın tarihindeki gelişimiyle, kütüphaneciliğimizin gelişimi arasında nasıl bir koşutluk kurulabilir? Bireylerin ve toplumların yaşamında bilginin yeri ve önemi hakkında fazlaca bir şey söylemeye gerek yok. Dünya coğrafyasında, bilginin gücüne ve önceliğine inananların geldikleri yer belli. Aslında bilginin toplumsal etkinliğini en iyi anlaması gerekenlerden birisi biziz. Çünkü biz, matbaanın ülkemize girişini üç yüz yıl kadar geciktirerek ödediğimiz faturayı unutmuş olamayız, olmamalıyız. Adı farklı sözcüklerle ifade edilen çağlarda bile bilgi bu denli önemli iken, adı bilgi çağı olarak tescil edilen bir çağda hâlâ yeterli bilgi kanallarını kurmama, işletmeme ve bütün bu olup bitenleri anlamaktan uzak durma, anlaşılır ya da kabul edilir gibi değil. Elbette bizim ülkemize de birçok alanda elle tutulur gelişmeler olmuştur ve olmaktadır. Ancak, gelişmelerin bir program çerçevesinde olmak yerine, kişisel tercihler ve siyasi çıkarlara bağlı olması, gelişmenin devamlılığının sağlanması için gerekli önlemlerin alınmaması, her zaman en büyük engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Herkes hep bir yerlerinden gıdıkladı eğitim sistemimizi. Herkes bebeklere, daha beşikte iken öğretmenin peşindeydi kendi ninnisini. Köy Enstitülerinin yaymaya başlattığı aydınlık, yöneticiden politikacıya, aşiret reisinden komisyonculara kadar herkesi rahatsız etti ve bizi Kuran kurslarına ve imam hatiplere kadar getirdi. Toplum olarak tanımladığımız büyük kesim, bir türlü bilgi ve bilgilenme ile tanışamadı, tadına varamadı bir türlü. Çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandırabilmenin ilk adımı sayılabilecek çocuk kütüphanelerini kuramadık bir türlü. Daha doğrusu, çocukların da kütüphanelerinin olmasının yararlarını anlatamadık, ne çocuklara, ne ailelere, ne eğiticilere ne de karar verme yetkisine sahip olanlara. Okullarımıza getirdiğimiz ikili üçlü tedrisatlarla, ortaöğretim çağındaki çocuklarımıza değil bilgi arama ve bulma alışkanlığı kazanacakları okul kütüphaneleri oluşturmak, bunun bir gereksinim olduğunu aklımızdan bile geçirmedik. Halk için kurup işletmemiz gereken halk kütüphaneleriyse, ne yetmiş milyonu aştığını söyleyerek gururlandığımız toplumumuzca, bir hizmet olarak anlaşılabildi, ne de bu işi yapmakla görevli kurumlar, böyle bir hizmet olduğu mesajını topluma yeteCUMHURİYET KİTAP SAYI rince verebildiler. Ortaya çıkan tablo gayet net. Toplumun, bilgi diye ne bir gereksinimi ne de beklentisi var. Dolayısıyla kütüphane, çoğunluk vatandaşın yaşam gündeminde bile yer almamakta. Daha da acıklısı, plansız göçler, mevsimsiz göçler, zorunlu göçler, üst üste göçler gibi olgular dikkate alındığında, vatandaşın değil önceliğinde, tüm yaşamında bile kütüphane ve bilgi gibi kavramlar hiç yer almamaktadır. Azıcık rahatlayan vatandaşın ise, zaten televizyonlardaki zengin magazin programlarından, gerekli bilgi gereksinimlerini karşılanmaktadır. Sonuç olarak, halkı bilgilendirmekle görevli hükümetlerden başlayarak, bilgilenme gereksinimi ve arzusu duymayan vatandaşa kadar bir yığın öğe vardır işletilemeyen. Bilgilenmemek herkesin işine gelmektedir. Birileri, hem öğrenmenin zorluğunu yaşamamakta, hem de bilmemenin keyfini yaşamakta; öbürleri de bilenlerle uğraşmak sıkıntısından kurtulmaktadır. Tabii bu arada, bilgilenme kanalında olması gerekenlerden birisi de kütüphanecilerdir. Onlar da doğru zamanlarda, doğru kanallarda yeterince olamamışlardır. Yeterince güçlü bir birliktelik sağlayarak, bireylerin bilgilenmesindeki gerçek rollerini oynayamamış ve anlatamamışlardır. Onlar etkinliklerini ve gerçek rollerini anlatamayınca ve güzel örnekler yaratamayınca, toplum da kütüphanecisine yeterli yeri ve önemi vermeden sürdürmüştür faaliyetlerini. Ve kütüphanecilik teması! Kütüphane konusundaki mücadeleciliğiniz… Ayrıca, sizce gerek kişisel gerek kurumsal yönden kütüphaneciliğin önemi yeterince biliniyor mu ülkemizde? Bu alanda bilinçlilik hangi düzeyde? Ne yazık ki, toplumun hiçbir kesiminde kütüphane gerçek amacına ula şamamıştır. Elbette üç beş başarılı örnek hep var olmuştur, onları bu tanımın dışına çıkarıp, kurup işletenlere teşekkür etmek isterim. Ancak, ülkemizde kütüphane olayı, bir başına çok fazla anlamı olmayan bir olaydır. Kütüphane olayı, bir şeylerin tamamlayıcısı, destekleyicisidir. Tıpkı, Boğaz Köprüsü gibi. Eğer yan yolları ve bağ lantıları olmazsa, Boğaziçi Köprüsü sadece resmi çekilecek güzel bir manzara olmanın ötesine geçemez. Doğru bir eğitim sürecinden geçmeyen, eğitiminde bilgi kullanma alışkanlığı kazanmayan, yaşamında öğrenme ve araştırmaya yer ayırmayan bireylerin oluşturduğu toplumlarda hem kütüphaneleri kurmak, hem fonksiyonel kılmak hem de amaca uygun olarak geliştirip yaşatmak olanaklı değildir. Geriye, olmuş olmak için olmak kalıyor ki, kanımca biz hâlâ o basamaklardayız. Binalarımız var, raflarımız kitaplarımız var, kütüphanecilerimiz var. Ama asıl bizi köprülere taşıyacak yan yollarımız yok. Türkiye'nin kütüphanecilik alanında başarması gereken neler var? Sizce dünyanın ileri ülkeleriyle karşılaştırıldığında neredeyiz? YENİ NESİL YARATMAK... Elbette ki çok yol var. Hatta şunu bile söylemek mümkün. Türkiye bu anlamda, 1950'lerdeki 1960'lardaki hızı, şevki ve ruhu yakalasa, belki bir şeyleri yapmak daha kolay olabilir. Bir kere, toplum bilginin önemi ve anlamına uzak ise, kütüphaneler ve kütüphaneciler maça 20 yenik başlıyor. Bu işi dünyada doğru dürüst yapanlar, gerçekte var olan bir gereksinimi, yani toplumun bilgi gereksinimini, karşılamak üzere kütüphaneler oluşturuyor ve hizmet veriyorlar. Ama bizim şartlarımız bundan çok daha farklı. Bir kere toplumun her kesimindeki bireylere, çocuklara, öğrencilere veya halka, bilgi denen nesnenin öneminin anlatılması gerek. Dahası, kütüphaneler bu kesimin bilgi gereksiniminin karşılanmasını sağlamalı. Bizde ise saymaya bile artık gerek kalmayan nedenlerden ötürü, bilgi ve dolayısıyla kütüphane kullanımı bakımından kayıp bir kuşak, hatta özürlü bir kuşak oluştu. Kütüphaneler, organik bir gereksinme olmaktan uzaklaştı. Üniversite ve bazı araştırma kütüphaneleri dışında, dinamikleri yok olmuş bir kütüphane yığını oluştu. Bu durumun giderilmesi için, yeni bir neslin yaratılması gerekiyor. Milli Eğitim Bakanlığı ile Kültür Bakanlığı'nın ortaklaşa bir eylem planı ortaya koyması, zorunlu hale gelmiştir. Elbette ki bunlara, ülkenin kütüphaneci gereksinimini karşılayan eğitim kurumlarını da eklemeliyiz. Bu kurumlar, pazarın ne aradığını araştırmalı ve ona göre Hilmi Çelik kütüphanecilik gibi, az tanınan bir meslek mensubu için oldukça renkli sayılabilecek bir yaşam sürmüş. Zor koşullardan gelmesine karşın, bir yığın güzellikler yaşamış ve özenilecek hedeflere ulaşmış. mahsul üretmenin planlamasını yapmalıdırlar. Sanırım, kütüphanelerimizi ve okuyucularımızı başka türlü ıslah edemeyiz. Mesleki hayatınızın başındaki amaçlarınıza ulaşabildiniz mi? Ya da ne kadarına ulaşabildiniz? Amaçların tümüne ulaştım demek elbette ki çok zor. Ancak kendimi, amaçlarına en çok ulaşanlardan sayıyorum. 40 yılı aşan çalışma hayatımda sadece üç kurum yer aldı. Birincisi, o dönemdeki en modern kurum olan ODTÜ Kütüphanesi’ydi. Bir kütüphanenin amaçlarını orada öğrendim. İkincisi, tümüyle dünya standartlarına taşıyamamış olsak da, bütün dünyanın tanıdığı ve özendiği bir parlamento Kütüphanesinin yaratılmasında emeğim geçti. Bugünkü ise, bana göre hayatımın ikramiyesiydi. Sabancı Üniversitesi'nin esirgemeden ve inanarak verdiği olanaklarla yaratılan Bilgi Merkezi, sadece uluslararası standartları yakalayan bir kurum olmakla yetinmemiş, bütün dünyanın da örnek alabileceği hizmetler planlamış, yürütmüş ve sonuçlarını tüm meslek dünyasıyla paylaşmıştır. Bu açıdan, Türkiye gibi bir ülkede, kütüphaneci gibi bir unvan ile ulaşılabilecek amaçlara ulaştım demem yanlış olmaz. Şimdi geleceğe nasıl bakıyorsunuz? Ne gibi projeleriniz var? Bir başka zor soru. Elbette geleceğin güzel olmasını istiyorum ve diliyorum. Ama her güzel şeyin emek ve özen istediğini de çok iyi biliyorum. Hem yaratmak hem de korumak, başlı başına farklı bir uğraşıdır, eğer güzelden söz ediyorsanız. O nedenle, gerek siyasi, gerek ekonomik ve gerekse toplumsal anlamda, ufuktaki görüntü çok güzel değil. Hızla ürüyoruz, ürettiğimizden daha çok tüketiyoruz, eğitimin önemini aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz, içinde yaşadığımız coğrafyanın anlamının bile farkına varamıyoruz. İşte o zaman, gelecekle ilgili karamsarlıklar doğal olarak çoğalıyor. Toplumsal enerjimizi yıllardır, simgeler ve söylemler üzerine kurduğumuz gündemlerle harcıyoruz. Geleceğe birey olarak bakınca, daha çok özgür bir toplum, ekonomik, sosyal ve kültürel bağlamda daha gelişmiş bir nüfus, daha kişilikli bir ülke ve daha aydınlanmış bir insan topluluğunun parçası olmak istiyorum. Geleceğe kütüphaneci olarak bakınca, bilgi çağına ulaşan insanların bilgisiz ve bilgiye erişim kanallarını öğrenmeden yaşayamayacaklarını görüyorum ve hızla bu eksikliğin giderilmesinin gerektiğini düşünüyorum. Çünkü artık yaşamak, salt yemek, içmek, uyumak ve üremenin ötesinde anlamlar içeriyor. Bu çerçevede kütüphanelere ve kütüphanecilere çok görev düşüyor. Kaçırılan treni bir yana bırakıp, oturup yeni baştan insanlarımızın bilgilenmesi ve bilgilenen insanların bu gereksinimlerinin nasıl karşılanacağı konusunu düşünmeliyiz. Nasıl mı? Gayet basit. Sadece birbirimizi dinleyerek, uzmanlığa saygı duyarak ve siyasi çıkarlarımızı azıcık olsun kenara itip, gerçekleri görerek. ? Hüzünleri Taşıdım Sevinçleri Yaşadım/ Hilmi Çelik/ Eren Yayıncılık/ 345 s. SAYFA 19 910